22 Aralık 2012 Cumartesi

İÇ SES

Kordondaki uzun yürüyüşün sonunda bir hayli yorulmuştum. Denize nazır bankların hepsi doluydu. Bir bankta yalnız başına oturan adam dikkatimi çekti. Adamın yanında sevimli bir golden retriever vardı. İnsanlarla iletişim kurmakta zorlanmayan bir geveze olduğumdan çekinmeden adamın yanına gittim. Hem biraz dinlenirim, hem de köpekle oyalanırım diye düşündüm.
-    Merhaba, ben Aydan. diyerek başladım.
Adam hafif gülümseyerek:
-    Merhaba. dedi.
Gülümsemesini fırsat bilip:
-    Boşsa oturabilir miyim? diye sordum.
Adam sıcak bir tavırla:
-    Elbette. dedi.
Emellerime ulaşmıştım. Köpekle oynamaya başladım. Bir süre sonra gevezelik genim beni tekrar dürtmeye başladı.
-    Ne işle meşgulsünüz? diye sordum.
Adam bana dönüp:
-    Çevirmenim. diye kısa net bir cevap verdi.
Siyah camlı güneş gözlüklerinden adamın gözlerini göremiyordum. Konuştuğum insanların yüzüne baktığımda gözlerini görememek beni hep rahatsız ederdi. İçimden “Daha güneş etkisini bile göstermedi. Niye bu gözlükleri takmış ki?” dedim. Söyleyemediğim şeyleri içimde seslendirmek sık sık yaptığım bir şeydi.
-    Ben de öğretmenim. Anaokulu öğretmeniyim. dedim.
Çevirmen bu kez yüzünü denize döndü.
-    Ne kadar güzel. Ben de öğretmen olabilmeyi çok isterdim. Aslında kalbimden geçen bir sürü farklı meslek vardı. Ama içinde bulunduğum ortam, koşullar izin vermedi. Liseyi ve üniversiteyi dışardan bitirmek zorunda kaldım. Neyse ki şimdi teknoloji ve bilgisayarlar var artık. İstediğiniz her şey olabiliyorsunuz. dedi.
Çevirmenin beni tanımadığı halde yakın görüp açılması beni memnun etmişti. İçimden “Demek ki ailesinin durumu iyi değildi. İmkansızlıktan okuyamadı.” dedim.
Bir süre sessizlik oldu.
-     Buraya sık gelir misiniz? deyip sessizliği bozdum.
Çevirmen:
-    Elbette geliyorum. Her hafta sonu buradayım. Burası yürüyüş yapmak için güvenli bir yer. Ama maalesef ülkemiz sürprizlerle ve risklerle dolu. Mesela dar kaldırımlarımız. Birçoğunda güvenlik önlemi alınmadan yapım çalışmaları sürdürülüyor. Araçlar kaldırımlara park ediyor. Ağaçların, trafik levhalarının ve elektrik direklerinin dikilmesinde hiçbir standart gözetilmemiş. Kapağı açık çukurlar, kanalizasyonlar bile var. Bizi muhtaç hale getiren esas bu düzensizlik. Dedi.
Aklıma bir şey geldi ve birden gülmeye başladım.
-    Pardon. Çok haklısınız. Bu aslında hem trajik hem de komik bir durum. Güldüğüme bakmayın. Aklıma ünlü bir komedi programındaki skeç geldi. Adamın biri karanlıkta evine giderken yoldaki çukuru görmeyip içine düşüyor. Bir güzel elektrik akımına maruz kalıyor. Hastanedeyken devlet ona elektrik faturasını gönderiyor. Devletin elektriğini boşa harcadığı için bir de ceza kesiyorlardı. dedim.
Çevirmen de bana katıldı ve birlikte gülmeye başladık. Tekrar bir süre sessiz kaldık.
Bu kez sessizliği bozan çevirmen oldu.
-    Peki engelli çocuklar kayıt olabiliyor mu çalıştığınız okula? Diye sordu.
Bu benim beklemediğim bir soruydu. Bu kez içimdeki sesi dışa vurdum ve düşündüğümü olduğu gibi söyledim.
-    Elbette hayır. Onlar için özel okullar var. Orada okumalılar. Öğretmenleri özel olmalı falan yani. Öyle şey mi olur? dedim.
Adam gözlüklerini çıkardı. Kördü. Durumu anlayamamış olmanın ve pot kırmış olmanın paniği içerisindeydim.
-    Özür dilerim. Anlayamadım kör olduğunuzu. dedim.
Adamın yüzü asılmıştı. Ciddi bir ifadeyle:
-    Sonuçta bakmak ve görmek ayrı şeyler. Gördüğünüz gibi bizlerin sizlerden bir farkı yok. Yani bizi toplumdan soyutlamanıza gerek yok. Belki de sorun bizlerle iç içe yaşamayı başaramamanızdır. Belki bu sizin bir engelinizdir. dedi.
Çok bozulmuştum. Ne diyeceğimi şaşırdım. Haklı olduğunu düşünüyordum ama bu sözler bana biraz ağır gelmişti. İçimden “Bütün bunların sorumlusu tek başıma ben değildim her halde.” diye geçirdim.
Kekeleyerek:
-    Ben, ben…Öyle demek istemedim. diyebildim.
Adam ses tonumu duyunca yumuşadı.
-    Ben de özür dilerim. Bu konuda çok doluyum. Bizler için özel okullar açılmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Sadece toplumun bu konuda bilinçlenmesi yeterli. Sırf okuldaki arkadaşlarının davranışları yüzünden okula gitmek istemeyen engelli çocuklar tanıyorum. Kısacası sözleriniz yarama tuz basmış oldu, hepsi bu. dedi.
Konuyu değiştirmedeki ustalığımı kullanma vakti gelmişti. Bir umut ve hevesle:
-    Geçen gün bir haberde okumuştum. Kök hücre tedavisiyle körlük tarihe karışıyor yazıyordu. Bence pes etmemelisiniz. Tıpta umut verici gelişmeler oluyor. dedim.
Çevirmen:
-    Ben doğuştan körüm. Benim için şimdilik pek umut verici değil. Ama yine de teşekkürler. Halimden memnunum. dedi.
Doğuştan kör olmanın nasıl bir şey olduğunu hep merak ederdim. Böyle özel biriyle tanışmışken aklımdaki soruları bir bir sormak istedim.
-    Peki karanlıkta mı yaşıyorsunuz? Hiç renk algınız yok mu? Cisimleri hayal gücünüzde mi canlandırıyorsunuz? Diye sordum.
Çevirmen benim çocuksu merakımı gayet olgunlukla karşıladı.
-    Aşık Veysel’in resmini çizmişler ve ona gösterip, “Bak” demişler. O da “Güzel olmuş ama gözlerimi kapalı çizmişsiniz.” demiş. Siz gözünüzü kapattığınızda karanlıkta kalıyorsunuz. Çünkü görsel imgeleri daha önce ışıkla tecrübe ettiniz. Formlarını görerek algıladınız. Biz hiçbir şey görmeyiz. Aydınlık ve zıttı karanlık kavramları bizim için yoktur. Bunun yerine diğer duyularımız daha hassas çalışırlar. Kısaca gelişmiş sensörlerimiz olduğunu söyleyebilirim. Dedi.
Bu güzel cevabın üzerine söylenecek bir söz kalmamıştı. Ertesi gün aynı yerde buluşmak üzere ayrıldık. Sonraki hafta ve sonraki hafta… Şimdi ise çevirmenle olan dostluğumuz birçok arkadaşımla geçirdiğim zamanların çok daha ötesine geçti. Bu dostluk bana engelli olmanın bir uzvun eksikliğinden değil, insanlığın eksiklikliğinden kaynaklandığını anlattı.Meğer bunca zaman şekle takılıp, özü kaçırmışım...

Hiç yorum yok: