5 Haziran 2013 Çarşamba

FARKLI TAS, FARKLI HAMAM



Kahraman dik başlı, cesur ve kararlıydı. Omuzlarında hem ülkenin köklü tarihinin, hem de halkının sorumluluğunu taşıyordu. Bu ağır yükün altından kalkarken, ülke dışındaki görünmez ellerin yanı sıra ülke içinde kendisini sırtından bıçaklamaya çalışan bürütüslerle de birçok cephede mücadele etmesi gerekiyordu. 

En önemli ve baskın brütüs; emperyal güçlerin ülkedeki piyonu olan para baronlarıydı. Bu baronlar ülkedeki her bir insanın etinden, sütünden yararlanıyor; geçmişte hortumladığı kurumlarla, üreterek değil paradan para kazanarak desteklediği sıcak para ve faiz politikalarıyla gününü kurtarmış, halkı sömürebildiği kadar sömürmüştü. Elbette rahat yaşama, bol paraya, neredeyse tekelleşen şirketlere sahip olan bu grup ülkede serbest ekonominin kurulmasını istemiyor, rekabet ortamının oluşmasına engel olabilmek için canları istediğinde hükümete her türlü baskıyı yapıyordu. Bunu yaparken en çok kullandıkları araçlar ise kartel medyalarıydı. Kendileri patron olduklarından olayların tezgahlanmasında yalnızca iş veren rolü oynarlar, düğmeye basar, sergilenen oyunu koltuklarından büyük bir keyifle izlerlerdi. Her oynanan dizide senaryo bazen ülke insanlarının dini görüşleri, bazen ideolojik görüşleri, bazen kişisel özgürlükler, bazen demokrasi, bazense etnik kimlik gibi meseleler üzerine kurulurdu. Bu duygusal konuları tamamen duygusal (!) düşünerek sömüren baronlar ülkeyi kaosa sürüklerler; finansal araçlar vasıtasıyla (inen-çıkan borsa, faiz oranları, döviz vb.) bir gecede paralarına para katarlardı. Böylece zenginin malı ancak züğürdün çenesini yorduğuyla kalırdı.
Diğer önemli bürütüs ise azınlığın çoğunluğu yönetmesini isteyen asker, bürokrat, yazar, akademisyen,sanatçı vb. gibi kesimlerde bulunan ideolojik burjuvalardı. Bunlar ülkenin halkından kopmuş ve kendi fanusunda yaşayan güruhlarıydı. Çoğunluğunun maddi durumu iyiydi. Çünkü emperyal güçlerle aynı doğrultuda hareket edip, ülkenin kalkınmasına bilerek ya da bilmeyerek engel olduklarından görünmez bir dokunulmazlıkları vardı. İstediklerini yaparlar, kimse bunların kuyruğuna basıp durduramazdı. Loncaları tarafından işleri garanti edilir, yolları açılır, itibarları pekiştirilirdi. Bunların gözünde halkın çoğu cahildi. Halk aynı zamanda yüksek egolarını tatmin ettikleri bir eğlence aracıydı. Halkla kedinin fareyle oynadığı gibi oynarlardı. Bu “kral ve soytarısı”, “parayı veren düdüğü çalar” tavırları zamanla iyice keskinleşti. Elde ettikleri zenginlik ve batıya duydukları hayranlıkla birlikte halkın kültüründen ve güzel ahlak anlayışından tamamen uzaklaştılar. Televizyon programlarında halkın içinden paraya muhtaç olanlarını eğlenmek için ekranlara çıkarmaya başladılar. En sonunda canlı yayın esnasında bir tane zavallının pantolonunu indirerek edepsizlikte zirve yapmayı başardılar. Halkın çoğunluğuna “aptal”, “göbeğini kaşıyan adam” gibi yakıştırmalar yaptılar. Kendilerini halktan soyutlayıp sırça köşklerinde otururlar, asilzade-köle tavırları ile monşerlik makamının hakkını layıkıyla verirlerdi. Onlara göre bu asalet anlayışı babadan oğula geçerdi.Halktan birini aralarına kabul etmezler, halk ancak onların hizmetkarı olabilirdi. Onlara göre halk kendi için doğru olanı bilemez ve seçemezdi.İçinde bulundukları halka söz hakkı vermez, farklı görüşleri dinlemeye tahammül dahi edemezlerdi. Cesur kahraman;ülke çıkarları adına onlarında kuyruğuna bastı. Kuyruğuna basılan bu insanlar zamanla iyice çirkefleşti; böylece özlerinde değil, sözlerinde asil olduklarını kanıtladılar. Kendi yaptıkları zulüm ve haksızlıklar onlarda bir korku psikolojisi yarattı. Halkın onlardan intikam alacağını düşünmeye başladılar. Korkularla yaşayan bu insanlar, korkunun kaynağının kendi gölgeleri ve vicdanları olduğunu anlayamadılar. Kahramana göre ise asil olan halktı. Halk onun değil, o halkın hizmetkarıydı. Halk da düşünülenin aksine kendisine değer veren ve fırsat tanıyanı ayırt edemeyecek kadar aptal değildi. Bu azınlığın halkı dışlayarak yaptıkları hesaplar tutmadı. Kahramanın dik duruşu sayesinde bu güruh pastada sahip olduğu payın bir kısmını halkla paylaşmak zorunda kaldı.Böylelikle her sosyal alanda, hastanede, eğitim kurumunda hakir gördükleri halkla burun buruna geldiler. 

Diğer birbürütüs kahramanın içinden çıktığı bir grup siyasi ve dini kesimdi. Bu görüşün mensupları ülkenin durumunu ve kahramanın muhafazakar çizgisini çok iyi bilirdi. Aman vay efendim “sen daha dünkü çocuktun”, “sen bizim elimizde büyüdün” düşünceleri gölgesinde kahramanın hızlı yükselişini bir türlü kabullenemediler. Kahramanın kendi çizgisi doğrultusunda yaptığı olumlu girişimleri ve uygulamaları bile takdir etmeye dilleri varmadı. Bu kıskançlık, hırs ve koltuk sevdası onları bir türlü istedikleri başarıya ulaştırmadı; çünkü islam dinine göre kişi bu dünyada en çok sevdiği şeyle imtihan edilirdi. Bu kesimler ülkedeki farklı görüşleri, onlara dini hükümleri zorla kabul ettiremeyeceklerini ve zaten dinimizde de zorlama olmadığını en iyi bilenlerdi. Kendi dinini yıllarca baskı altında yaşamak zorunda kalan, kendini gizleyerek okuyup çalışabilen, çalışma hayatından dışlanarak itibarsızlaştırılan, dini terimleri bile söylemekten imtina eden, başörtüsü yüzünden zulüm ve haksızlığa uğrayan kesimi çok iyi tanırlardı. Ülkede mevcut bir kısım zihniyetin ne kadar uçta, gözü kara ve saldırgan olduklarını, geçmişte darbelerle ülkeyi sürükledikleri kaos ortamlarını da görmüşlerdi. Hatta kendileri de sırf can yanmasın diye bu zihniyete zamanında boyun eğmişti. Ancak tüm bunlara rağmen kahramanın gerçekleştirdiği bu kararlı duruşu desteklemediler, ona sahip çıkmadılar. Kahraman ise çıkış noktasını, yani geçmişini hiç unutmadı ve onlara karşı hep saygılı davrandı, hürmet etti.

Bir diğeri,etnik grupların kurduğu terör örgütleri ve onların karşısında yer alan ülkedeki milliyetçi unsurlardı.Unutmamalıdır ki; her unsur kendi zıttı ile var olabilir. Milliyetçilik ve ırkçılık arasında çok ince bir çizgi vardır. Bu kavramlar doğuştan seçilemeyen, Allah’ın bahşettiği özelliklerdir. Siz bir milliyettensiniz ve bununla gurur duymaya başladınız, milli değerlerinize sahip çıkıyorsunuz; milliyetçisiniz. Bir tık ileri gittiniz ve bunu dillendire dillendire, ballandıra ballandıra anlatırken üstünlük iddiasına girdiniz, artık ırkçısınız=ulusalcısınız. Kendi seçiminiz olmayan bir şeyle övüneyim derken;çizgiyi aşıp bir kesimi aşağılarken, ötekileştirirken bulabilirsiniz kendinizi. Bu yeri gelir: Türk müsün? Kürt müsün? sorusuna dönüşüverir.  Böylece bir bakmışsın ayrışma başlamış, “kendi değerlerimi korurum” anlayışı birden karşı tarafı tehdit olarak görmeye dönüşmüş. İşte bu noktaya gelen ülke bu durumu bertaraf etmek için; yok sayma, kısıtlama, engelleme, şiddetle bastırma gibi politikalar uyguladı. Ülke bir bölgede olağanüstü hal ilan etti, eğitim ve sağlık alanlarında o bölgede doğru düzgün hizmet verilemedi.Eğitim alamamış, devletin varlığını hissedememiş, istihdamı sağlanamamış halk; terör örgütlerinin eline teslim edildi. Devlet orada yalnızca operasyon yapmak için askeri düzeyde vardı. Böylece halkına yabancılaştı ve aradaki mesafe arttı. Terör örgütü zamanla gerillaya dönüştü. Bu arada batı bu konuda o ülkeden çok daha ilerideydi. Terör örgütüyle çıkarları doğrultusunda çoktan bağlantısını kurmuş, onlara maddi-manevi desteğini vermişti. Halk ise kendilerine dağıtılan uyku haplarının etkisiyle derin bir uykudaydı. Bu mesele hem batının Ortadoğu projesinin bir parçası, hem de geçmişten gelen ülkenin iç işlerine karışma geleneğinin bir ürünüydü.Kahramanı bir türlü paketlerine sığdırıp, kontrol altına alamamanın huzursuzluğunu yaşayan görünmez eller;ülke düz yolda ilerlerken her gaza bastığında önüne terör barikatı kurdu; ülkenin her duruşunda masum canlar bir planın parçasını gerçekleştirmek için kurban edildi. Kahraman başkasının planının parçası olmaktansa kendi planını yapmaya karar verdi. Ülkenin köklü tarih birikimini ve tecrübesini referans aldı, halkıyla barış ilan edip, çözüm sürecini başlattı. Halk zaten bu topraklarda yıllarca iç içe birlikte yaşamaktaydı. Bu toprakları en iyi bilen iki kardeş kucaklaştı. Artık kendi acılarının daha fazla katmerlenmesini istemiyorlardı. Bu sebeple kan davası gütmek yerine karşılıklı olarak birbirlerini affetmeyi tercih ettiler. Bu planın sonunda amaç ülkenin korku ve kaygılardan arınarak özgürleşmesiydi.

Dünya yaratılışından itibaren müthiş bir bilgi birikimi ve bilgi kirliliği ile var olmaya devam ediyor. Şu dünyada ne söylenmemiş bir söz, ne oynanmamış bir oyun kalmadı. Ülke;günümüz koşullarında yaşayan bir organizasyon olarak öğrenerek sürekli kendini değiştiriyor ve geliştiriyor. Ne hamam ne de tas artık aynı değil.“Tarih tekerrürden ibaret” görüşü ancak yaşananlardan ders alamayan veya tarihten bir haber yaşayan ülkeler için geçerli olabilir.Darağacında sallandıra sallandıra, kişisel özgürlükleri yasaklaya yasaklaya, hükümetleri devire devire demokrasi ve özgürlük olamaz. Bunlarla hangi görüşte olursa olsun halkı hizaya getiremezsiniz. Çünkü demokrasi ve özgürlük belli grupların tekeline giremeyecek kadar geniş ve olgun kavramlardır, halkın tamamını kucaklar. Herkesin birbirinin iradesine, seçimlerine saygılı ve hoşgörülü olması gerektiğini bilmesi yetmez, bu bilinci kendi yaşamında hayata geçirmesi gerekir. Azınlığın çoğunluğu yönettiği seçimsiz bir sistem ancak monarşi ya da diktatörlük rejiminde mümkün olabilir. Ülke daha önce de baskı altında sözde demokrasiyle yönetilmeye çalışılmış ancak uzun vadede başarı sağlanamamıştır. Demokratik çerçevede alınan her kararın, yapılan her uygulamanın memnun etmeyeceği bir kesim mutlaka olacaktır. Daha önce seçilebilmek adına etliye sütlüye karışmayan, kimseye dokunmayan, yerleşik derin düzenlere yaranmaya çalışan bir siyaset de izlenmiş; ancak bu yaklaşım ülkenin uzun yıllar yerinde saymasına, ekonomik krizlerle dışarıya bağımlı hale gelmesine neden olmuş, sonunda kendi kendini yok etmiştir.Artık halkı yönetmek isteyenlerin tek şansı halkın gönlünü fethetmektir. Halkın çoğu,edindiği onca demokrasi tecrübesi sonunda;sözlerinde tutarlı, karizmatik lider, iyi hatip, tarih bilgisine hakim, çalışkan ve istikrarlı olan; ayrıca radikal değişim kararları alabilen, kendi söyleyemediklerini cesaretle söyleyebilen kahramanları desteklemektedir.

Ormanın kralı olan bir aslanı ancak birleşen çakal sürüsü parçalayabilirdi. İçerideki bürütüsler ve dış güçler bunu gerçekleştirebilmek için iş birliği yaptılar ve her fırsatta kahramanda bir yara açmaya çalıştılar. Kahramana yaklaşabilmek ve ölümcül darbeyi vurabilmek için halkın arasına saklandılar. Çünkü kahramanının en zayıf karnının kendi halkı olduğunu biliyorlardı. Halk senaryoyu okudu ve bu tehlikeli oyunda figüran olmayı kabul etmedi. Günlük çıkarları uğruna gelecek nesillerden çalan bürütüsler, sağduyulu halkın zekice tutumu sayesinde devre dışı kalmış oldu. Allah’tan başka bir şeyden korkmayan birini uzaktan kumanda etmek imkansızdı. Geniş bir halk kitlesinin iradesini temsil eden öykü kahramanı her zaman“Biz yola kefenimizle çıktık.” dedi. O öldüğünde bu topraklara elbette başka halk kahramanları da doğacaktır. Ancak kim bilir ne zaman?

Hiç yorum yok: