Kahraman dik başlı, cesur ve kararlıydı. Omuzlarında hem
ülkenin köklü tarihinin, hem de halkının sorumluluğunu taşıyordu. Bu ağır yükün
altından kalkarken, ülke dışındaki görünmez ellerin yanı sıra ülke içinde kendisini
sırtından bıçaklamaya çalışan bürütüslerle de birçok cephede mücadele etmesi
gerekiyordu.
En önemli ve baskın brütüs; emperyal güçlerin ülkedeki
piyonu olan para baronlarıydı. Bu baronlar ülkedeki her bir insanın etinden,
sütünden yararlanıyor; geçmişte hortumladığı kurumlarla, üreterek değil paradan
para kazanarak desteklediği sıcak para ve faiz politikalarıyla gününü
kurtarmış, halkı sömürebildiği kadar sömürmüştü. Elbette rahat yaşama, bol
paraya, neredeyse tekelleşen şirketlere sahip olan bu grup ülkede serbest
ekonominin kurulmasını istemiyor, rekabet ortamının oluşmasına engel olabilmek
için canları istediğinde hükümete her türlü baskıyı yapıyordu. Bunu yaparken en
çok kullandıkları araçlar ise kartel medyalarıydı. Kendileri patron
olduklarından olayların tezgahlanmasında yalnızca iş veren rolü oynarlar,
düğmeye basar, sergilenen oyunu koltuklarından büyük bir keyifle izlerlerdi.
Her oynanan dizide senaryo bazen ülke insanlarının dini görüşleri, bazen ideolojik
görüşleri, bazen kişisel özgürlükler, bazen demokrasi, bazense etnik kimlik
gibi meseleler üzerine kurulurdu. Bu duygusal konuları tamamen duygusal (!)
düşünerek sömüren baronlar ülkeyi kaosa sürüklerler; finansal araçlar vasıtasıyla
(inen-çıkan borsa, faiz oranları, döviz vb.) bir gecede paralarına para katarlardı.
Böylece zenginin malı ancak züğürdün çenesini yorduğuyla kalırdı.
Diğer önemli bürütüs ise azınlığın çoğunluğu yönetmesini
isteyen asker, bürokrat, yazar, akademisyen,sanatçı vb. gibi kesimlerde bulunan ideolojik
burjuvalardı. Bunlar ülkenin halkından kopmuş ve kendi fanusunda yaşayan güruhlarıydı.
Çoğunluğunun maddi durumu iyiydi. Çünkü emperyal güçlerle aynı doğrultuda
hareket edip, ülkenin kalkınmasına bilerek ya da bilmeyerek engel olduklarından görünmez
bir dokunulmazlıkları vardı. İstediklerini yaparlar, kimse bunların kuyruğuna basıp
durduramazdı. Loncaları tarafından işleri garanti edilir, yolları açılır, itibarları
pekiştirilirdi. Bunların gözünde halkın çoğu cahildi. Halk aynı zamanda yüksek egolarını
tatmin ettikleri bir eğlence aracıydı. Halkla kedinin fareyle oynadığı gibi
oynarlardı. Bu “kral ve soytarısı”, “parayı veren düdüğü çalar” tavırları zamanla
iyice keskinleşti. Elde ettikleri zenginlik ve batıya duydukları hayranlıkla birlikte
halkın kültüründen ve güzel ahlak anlayışından tamamen uzaklaştılar. Televizyon programlarında
halkın içinden paraya muhtaç olanlarını eğlenmek için ekranlara çıkarmaya
başladılar. En sonunda canlı yayın esnasında bir tane zavallının pantolonunu
indirerek edepsizlikte zirve yapmayı başardılar. Halkın çoğunluğuna “aptal”,
“göbeğini kaşıyan adam” gibi yakıştırmalar yaptılar. Kendilerini halktan
soyutlayıp sırça köşklerinde otururlar, asilzade-köle tavırları ile monşerlik
makamının hakkını layıkıyla verirlerdi. Onlara göre bu asalet anlayışı babadan
oğula geçerdi.Halktan birini aralarına kabul etmezler, halk ancak onların
hizmetkarı olabilirdi. Onlara göre halk kendi için doğru olanı bilemez ve seçemezdi.İçinde
bulundukları halka söz hakkı vermez, farklı görüşleri dinlemeye tahammül dahi edemezlerdi.
Cesur kahraman;ülke çıkarları adına onlarında kuyruğuna bastı. Kuyruğuna
basılan bu insanlar zamanla iyice çirkefleşti; böylece özlerinde değil,
sözlerinde asil olduklarını kanıtladılar. Kendi yaptıkları zulüm ve haksızlıklar
onlarda bir korku psikolojisi yarattı. Halkın onlardan intikam alacağını
düşünmeye başladılar. Korkularla yaşayan bu insanlar, korkunun kaynağının kendi
gölgeleri ve vicdanları olduğunu anlayamadılar. Kahramana göre ise asil olan
halktı. Halk onun değil, o halkın hizmetkarıydı. Halk da düşünülenin aksine
kendisine değer veren ve fırsat tanıyanı ayırt edemeyecek kadar aptal değildi.
Bu azınlığın halkı dışlayarak yaptıkları hesaplar tutmadı. Kahramanın dik
duruşu sayesinde bu güruh pastada sahip olduğu payın bir kısmını halkla paylaşmak
zorunda kaldı.Böylelikle her sosyal alanda, hastanede, eğitim kurumunda hakir
gördükleri halkla burun buruna geldiler.
Diğer birbürütüs kahramanın içinden çıktığı bir grup siyasi
ve dini kesimdi. Bu görüşün mensupları ülkenin durumunu ve kahramanın
muhafazakar çizgisini çok iyi bilirdi. Aman vay efendim “sen daha dünkü çocuktun”,
“sen bizim elimizde büyüdün” düşünceleri gölgesinde kahramanın hızlı
yükselişini bir türlü kabullenemediler. Kahramanın kendi çizgisi doğrultusunda
yaptığı olumlu girişimleri ve uygulamaları bile takdir etmeye dilleri varmadı.
Bu kıskançlık, hırs ve koltuk sevdası onları bir türlü istedikleri başarıya ulaştırmadı;
çünkü islam dinine göre kişi bu dünyada en çok sevdiği şeyle imtihan edilirdi.
Bu kesimler ülkedeki farklı görüşleri, onlara dini hükümleri zorla kabul
ettiremeyeceklerini ve zaten dinimizde de zorlama olmadığını en iyi bilenlerdi.
Kendi dinini yıllarca baskı altında yaşamak zorunda kalan, kendini gizleyerek
okuyup çalışabilen, çalışma hayatından dışlanarak itibarsızlaştırılan, dini
terimleri bile söylemekten imtina eden, başörtüsü yüzünden zulüm ve haksızlığa
uğrayan kesimi çok iyi tanırlardı. Ülkede mevcut bir kısım zihniyetin ne kadar
uçta, gözü kara ve saldırgan olduklarını, geçmişte darbelerle ülkeyi
sürükledikleri kaos ortamlarını da görmüşlerdi. Hatta kendileri de sırf can
yanmasın diye bu zihniyete zamanında boyun eğmişti. Ancak tüm bunlara rağmen
kahramanın gerçekleştirdiği bu kararlı duruşu desteklemediler, ona sahip
çıkmadılar. Kahraman ise çıkış noktasını, yani geçmişini hiç unutmadı ve onlara karşı
hep saygılı davrandı, hürmet etti.
Bir diğeri,etnik grupların kurduğu terör örgütleri ve onların
karşısında yer alan ülkedeki milliyetçi unsurlardı.Unutmamalıdır ki; her unsur
kendi zıttı ile var olabilir. Milliyetçilik ve ırkçılık arasında çok ince bir
çizgi vardır. Bu kavramlar doğuştan seçilemeyen, Allah’ın bahşettiği
özelliklerdir. Siz bir milliyettensiniz ve bununla gurur duymaya başladınız, milli
değerlerinize sahip çıkıyorsunuz; milliyetçisiniz. Bir tık ileri gittiniz ve
bunu dillendire dillendire, ballandıra ballandıra anlatırken üstünlük iddiasına
girdiniz, artık ırkçısınız=ulusalcısınız. Kendi seçiminiz olmayan bir şeyle
övüneyim derken;çizgiyi aşıp bir kesimi aşağılarken, ötekileştirirken
bulabilirsiniz kendinizi. Bu yeri gelir: Türk müsün? Kürt müsün? sorusuna
dönüşüverir. Böylece bir bakmışsın ayrışma
başlamış, “kendi değerlerimi korurum” anlayışı birden karşı tarafı tehdit olarak
görmeye dönüşmüş. İşte bu noktaya gelen ülke bu durumu bertaraf etmek için; yok
sayma, kısıtlama, engelleme, şiddetle bastırma gibi politikalar uyguladı. Ülke
bir bölgede olağanüstü hal ilan etti, eğitim ve sağlık alanlarında o bölgede doğru
düzgün hizmet verilemedi.Eğitim alamamış, devletin varlığını hissedememiş,
istihdamı sağlanamamış halk; terör örgütlerinin eline teslim edildi. Devlet
orada yalnızca operasyon yapmak için askeri düzeyde vardı. Böylece halkına
yabancılaştı ve aradaki mesafe arttı. Terör örgütü zamanla gerillaya dönüştü. Bu
arada batı bu konuda o ülkeden çok daha ilerideydi. Terör örgütüyle çıkarları
doğrultusunda çoktan bağlantısını kurmuş, onlara maddi-manevi desteğini
vermişti. Halk ise kendilerine dağıtılan uyku haplarının etkisiyle derin bir
uykudaydı. Bu mesele hem batının Ortadoğu projesinin bir parçası, hem de
geçmişten gelen ülkenin iç işlerine karışma geleneğinin bir ürünüydü.Kahramanı
bir türlü paketlerine sığdırıp, kontrol altına alamamanın huzursuzluğunu
yaşayan görünmez eller;ülke düz yolda ilerlerken her gaza bastığında önüne terör
barikatı kurdu; ülkenin her duruşunda masum canlar bir planın parçasını
gerçekleştirmek için kurban edildi. Kahraman başkasının planının parçası
olmaktansa kendi planını yapmaya karar verdi. Ülkenin köklü tarih birikimini ve
tecrübesini referans aldı, halkıyla barış ilan edip, çözüm sürecini başlattı.
Halk zaten bu topraklarda yıllarca iç içe birlikte yaşamaktaydı. Bu toprakları
en iyi bilen iki kardeş kucaklaştı. Artık kendi acılarının daha fazla katmerlenmesini
istemiyorlardı. Bu sebeple kan davası gütmek yerine karşılıklı olarak
birbirlerini affetmeyi tercih ettiler. Bu planın sonunda amaç ülkenin korku ve
kaygılardan arınarak özgürleşmesiydi.
Dünya yaratılışından itibaren müthiş bir bilgi birikimi ve
bilgi kirliliği ile var olmaya devam ediyor. Şu dünyada ne söylenmemiş bir söz,
ne oynanmamış bir oyun kalmadı. Ülke;günümüz koşullarında
yaşayan bir organizasyon olarak öğrenerek sürekli kendini değiştiriyor ve
geliştiriyor. Ne hamam ne de tas artık aynı değil.“Tarih tekerrürden ibaret”
görüşü ancak yaşananlardan ders alamayan veya tarihten bir haber yaşayan
ülkeler için geçerli olabilir.Darağacında sallandıra sallandıra, kişisel
özgürlükleri yasaklaya yasaklaya, hükümetleri devire devire demokrasi ve
özgürlük olamaz. Bunlarla hangi görüşte olursa olsun halkı hizaya
getiremezsiniz. Çünkü demokrasi ve özgürlük belli grupların tekeline
giremeyecek kadar geniş ve olgun kavramlardır, halkın tamamını kucaklar. Herkesin
birbirinin iradesine, seçimlerine saygılı ve hoşgörülü olması gerektiğini
bilmesi yetmez, bu bilinci kendi yaşamında hayata geçirmesi gerekir. Azınlığın
çoğunluğu yönettiği seçimsiz bir sistem ancak monarşi ya da diktatörlük rejiminde
mümkün olabilir. Ülke daha önce de baskı altında sözde demokrasiyle yönetilmeye
çalışılmış ancak uzun vadede başarı sağlanamamıştır. Demokratik çerçevede
alınan her kararın, yapılan her uygulamanın memnun etmeyeceği bir kesim mutlaka
olacaktır. Daha önce seçilebilmek adına etliye sütlüye karışmayan, kimseye
dokunmayan, yerleşik derin düzenlere yaranmaya çalışan bir siyaset de izlenmiş;
ancak bu yaklaşım ülkenin uzun yıllar yerinde saymasına, ekonomik krizlerle dışarıya
bağımlı hale gelmesine neden olmuş, sonunda kendi kendini yok etmiştir.Artık halkı
yönetmek isteyenlerin tek şansı halkın gönlünü fethetmektir. Halkın çoğu,edindiği
onca demokrasi tecrübesi sonunda;sözlerinde tutarlı, karizmatik lider, iyi
hatip, tarih bilgisine hakim, çalışkan ve istikrarlı olan; ayrıca radikal değişim
kararları alabilen, kendi söyleyemediklerini cesaretle söyleyebilen
kahramanları desteklemektedir.
Ormanın kralı olan bir aslanı ancak birleşen çakal sürüsü parçalayabilirdi.
İçerideki bürütüsler ve dış güçler bunu gerçekleştirebilmek için iş birliği
yaptılar ve her fırsatta kahramanda bir yara açmaya çalıştılar. Kahramana
yaklaşabilmek ve ölümcül darbeyi vurabilmek için halkın arasına saklandılar.
Çünkü kahramanının en zayıf karnının kendi halkı olduğunu biliyorlardı. Halk
senaryoyu okudu ve bu tehlikeli oyunda figüran olmayı kabul etmedi. Günlük
çıkarları uğruna gelecek nesillerden çalan bürütüsler, sağduyulu halkın zekice tutumu
sayesinde devre dışı kalmış oldu. Allah’tan başka bir şeyden korkmayan birini
uzaktan kumanda etmek imkansızdı. Geniş bir halk kitlesinin iradesini temsil
eden öykü kahramanı her zaman“Biz yola kefenimizle çıktık.” dedi. O öldüğünde bu
topraklara elbette başka halk kahramanları da doğacaktır. Ancak kim bilir ne
zaman?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder