Tüm güzel ve çirkin huylar tüm
halleriyle bir bedende toplanmışlardı. Gündemlerindeki konu “İyi insan olmak”
hedefini gerçekleştirmek için “Güzel Ahlak Anayasası”nın yazılmasıydı. Her bir
üye Anayasa taslağının hazırlanmasına katkı sağlamak, görüş ve önerilerini sunmak için önceden
hazırlanmışlardı. Anayasa maddelerinden biri olabilmek ve bütünü
tamamlayabilmek her birinin var oluş nedeniydi.
Katılımcılar geniş oval bir masanın etrafında oturuyorlardı. Masaya, iyi huylar ve kötü huylar karşı karşıya oturacak şekilde yerleştirilmişlerdi. Oturuma “Vicdan” başkanlık edecekti. İyi huylar esas konuşmacılar olarak belirlenmişti. Belirli bir süre ve sıra ile konuşmalarını gerçekleştireceklerdi. Her bir iyi huy konuşmasına kendi isminin anlamını açıklayarak başlayacaktı. Sonra anayasanın neden vazgeçilmez bir parçası olması gerektiğini kısa ve net bir dille anlattıktan sonra, kendi önerisi olan anayasa maddesini katılımcıların görüş ve önerilerine sunacaktı. Her bir katılımcının önünde bir buton yer alıyordu. Konuşmalar esnasında her katılımcının butona basarak konuşmacıya soru sorma ve itiraz etme hakkı vardı. Bu düzenek, daha çok muhalif olan kötü huylar düşünülerek hazırlanmıştı. Butona basıldığı andan itibaren söz hakkının verilip verilmeyeceğine “Vicdan” karar verecekti.
Katılımcılar geniş oval bir masanın etrafında oturuyorlardı. Masaya, iyi huylar ve kötü huylar karşı karşıya oturacak şekilde yerleştirilmişlerdi. Oturuma “Vicdan” başkanlık edecekti. İyi huylar esas konuşmacılar olarak belirlenmişti. Belirli bir süre ve sıra ile konuşmalarını gerçekleştireceklerdi. Her bir iyi huy konuşmasına kendi isminin anlamını açıklayarak başlayacaktı. Sonra anayasanın neden vazgeçilmez bir parçası olması gerektiğini kısa ve net bir dille anlattıktan sonra, kendi önerisi olan anayasa maddesini katılımcıların görüş ve önerilerine sunacaktı. Her bir katılımcının önünde bir buton yer alıyordu. Konuşmalar esnasında her katılımcının butona basarak konuşmacıya soru sorma ve itiraz etme hakkı vardı. Bu düzenek, daha çok muhalif olan kötü huylar düşünülerek hazırlanmıştı. Butona basıldığı andan itibaren söz hakkının verilip verilmeyeceğine “Vicdan” karar verecekti.
Sıranın en başında yer alan
“İttika” ilk sözü aldı.
- İttika; Allah’tan korkmak, haramdan ve şüpheli
şeylerden sakınmak demektir. İşte böyle bir insan güvenilir olur ve ondan
kimseye zarar gelmez. İnsanlar esasen birbirine eşittir. Fark kişinin itibar
edilir biri olup olmamasından doğar. dedi.
O sırada tam karşısında oturan
“Şüphe”nin butona bastığını fark etti. Belli ki daha kendisi ilgili anayasa
maddesini söylemeden diyecekleri vardı Şüphe’nin. Vicdan, Şüphe’ye söz hakkı
verdi.
Şüphe; kendiyle çelişecek kadar
emin bir ifadeyle:
- Allah’tan korkmak yerine onu sevmek gerekmez mi?
Bir de haram ve şüpheli şeyler dinlere göre bile bir hayli tartışmalı.
Hangisinin haram olacağına nasıl inanacağız? Diye sordu.
İttika gecikmeden yanıt verdi.
- Yaşadığımız dünyada tam anlamıyla özgür
olduğunuz söylenemez, değil mi? Eğer sınırsız özgürlükler olsaydı muhtemelen kaos
olurdu. Ama dünyayı tüm korku ve kaygılarınıza rağmen yine de seviyorsunuz. Anneniz
size ocağa dokunmamanızı söylüyor ve kızıyor. Annenizi hem seviyorsunuz hem de
ondan çekinip, korkuyorsunuz. Diyelim ki; buna rağmen elinizi uzattınız ve
eliniz yandı. Merakınız sayesinde durup dururken kendi cehenneminizi kendiniz gerçekleştirdiniz.
Hem de bu dünyada! Elinizin yanması annenizin suçu değil, kendi seçiminizin
sonucudur. Çünkü o size gerekli uyarıyı yapmıştı. Bu olaydaki gibi anlam
veremediğiniz yasaklar ve kurallar aslında ortaya çıkabilecek kötü sonuçları
önlemek için varlar. Bu yasakları çiğneyerek kötü sonuçlarla karşılaştığınızda
ise; başka bir şeyi ya da birini suçluyorsunuz. Oysa suçladıklarınız; hatalarınızdan
dolayı zor duruma düştüğünüzde sizin için üzülecek olan kimseler. Oysa siz,
sevdiğiniz insanları kaybetmekten korkmalıydınız. Diğer sorunuza gelecek
olursak; dinimizde haram olan şeyler net ve bellidir. Bunun için inandığımız kutsal
kaynağı (Kuran-ı Kerim) okumanız yeterlidir. Haram olanların dışında şüpheli
yani tartışmalı olan konulardan uzak durmak daha uygundur. Çünkü yapmamak size bir
şey kaybettirmez. Ancak yaparsanız ve gerçekte haram ise; o zaman cezasını
çekmek durumunda kalırsınız. Dedi.
İttika; hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi inandığı dinin ve değerlerin yasakladığı
hiçbir davranışta bulunmaz. Bu konuda kişinin inancındaki samimiyeti, tutarlılığı
ve vicdanı esas alınır. Kişi; söz konusu
kural ve yasakları çiğnerse, bu yaptığı eylem ve işlerden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
İttika artık görevini tamamlamanın
rahatlığı içerisinde arkasına yaslandı. Sıra Edeb’e gelmişti.
Edeb bir süre tam karşısında
oturan yansımasına baktı. Dış görünüşleri aynıydı belki ama oturuş şekilleri ve
davranışları aslında ne kadar farklı olduklarını gösteriyordu. Onlar sadece sesteşti,
anlamları farklıydı.
Bu kısa düşünme faslından sonra, toparlandı ve ayağa
kalktı.
- Edeb; güzel terbiye ve huylarla donanmaktır.
İnsanın süsüdür. Utanılacak şeylerden insanı koruyan bir özelliktir. İnsanı
kendi arzularının sürükleyeceği karanlıklardan korur ve kurtarır. Böyle güzel
bir özellik önemli bir madde olarak insanlık kitabında mutlaka yer almalıdır. Çünkü
güç ve paranın kalıcı olacağı garanti değildir. Ama edeb bunlardan çok daha
değerli bir mücevher olarak; her koşul ve şartta herkes tarafından takdir
görür, değer bulur. Dedi.
Edeb, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; her koşulda ve her ortamda sahip olduğu
terbiye seviyesine göre değer görür. Bu sebeple her hareket ve davranışını terbiye
süzgecinden geçirerek düzenler.”
Edeb’in karşısındaki kötü kopyası
sadece pis pis gülümsemekle yetindi. Gülümsemenin içinde kendini beğenmişlik,
küstahlık, saygısızlık ve umursamazlık vardı. Sanki senin ne dediğinin önemi yok.
Bu madde anayasaya dahil edilse bile uygulanacak mı bakalım? Der gibiydi.
Bir sonraki katılımcı “İhsan”dı.
Kimseyi bekletmeden hemen söze girdi.
- İhsan; bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme,
hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapma demektir. Sahip olduğumuz her
şey, onun yokluğunu çekenlere karşı üzerimize bir sorumluluk yükler. Eğer
ihtiyacı olan insanları görmezden gelerek yaşarsak, kazandığımız her şeyde
bereket azalır. Gün gelip biz de yardıma muhtaç hale düşebiliriz. Yaşlılık
bunun güzel bir örneğidir. Ayrıca birine yardım etmenin, bağışta bulunmanın
kişiye vereceği huzur ve mutluluğun yerini hiçbir şey tutamaz. Çünkü ihsan,
adaletin üstünde bir erdemdir. Dedi.
İhsan, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; artık kullanmayacağı eşyalarını yardıma
muhtaç kimselere bağışlar. Korunmaya muhtaç çocuklara, engellilere ve yaşlılara
düzenli olarak hem maddi, hem manevi yardımda bulunur.”
İhsan konuşmasını tam bitirmişti
ki; tam karşısında oturan “Paragöz” düğmeye bastı. Vicdan’ın söz hakkı
vermesiyle, heyecanla öne atıldı.
- Konuşmanızda artık kullanılmayacak eşyalardan
bahsettiniz. Bu eşyalar bağışlamak yerine satılıp, paraya da dönüştürülebilir.
Herkesin paraya ihtiyacı vardır. İhtiyaçlar sınırsız. Adım atmak parayla. Hem
gelecekte ne olacağının garantisi mi var? Biriktirmek gerek parayı. İleride
lazım olabilir. Hepimizin borçları var. Yani daha kendimiz yardıma ihtiyaç
duyarken bir de yardım mı edeceğiz? Ayrıca yardıma ihtiyacı olduğu iddiasındaki
birçok kişi düzenbaz çıkıyor. Yardım kuruluşlarının bazıları yardımları cebe
indiriyor. Yani ihtiyaç sahibine gidiyor mu diye şüpheye düşüyor insan ister
istemez. Bir de manevi destekten bahsettiniz. İyi, güzel, hoş da bir kere buna
zaman ayırmak gerek. Çoğumuz hayat koşuşturmacasından vakit mi bulabiliyoruz. Hem
vakit demek, nakit demek. İş, güç var. Geri kalan zamanı kendimize ayırıyoruz.
Elbette o kadar çalıştıktan sonra dinlenmek hakkımız. İşte burada sosyal
sorumluluk devreye girmiş oluyor. Dedikten sonra kendi esprisine kahkahalarla
güldü.
İhsan bir süre böylesine kör bir
anlayışa laf anlatmanın zorluğunu düşündü. Sonra:
- Biliyorsunuz ki hızlı tüketim çağındayız. O
kadar hızlı tüketiyorsunuz ve moda o kadar hızlı değişiyor ki; satıp paraya
çevirme fikri bir bahane olarak kalıyor. Hiçbiriniz özellikli bir şey değilse
eşyalarınızı satmakla uğraşmıyorsunuz. Daha eskime şansı bulamayan eşyalarınızı
bile çöpe atıyorsunuz. Oysa sizin o çöp dediğiniz, yüzüne bile bakmadığınız şeylere
ihtiyaç duyan insanlar var. İhtiyaçlarınızın sınırsız olduğuna katılmıyorum ama
açgözlü olduğunuz için borcunuzun bitmeyeceği konusunda sizinle hem fikirim. Çünkü
cebinizde olmayan parayla kredili ve vadeli yaşıyorsunuz. Borcunuzun hiçbir
zaman bitmeyeceği gerçeği ve bitmek tükenmek bilmeyecek istekleriniz yardım
konusunu belki de ömrünüzün sonuna kadar ertelemenizi gerektirecek. Yardım
insanların kendi mevcut koşulları ve güçleri doğrultusunda olmalı ve
ertelenmemelidir. Çünkü hiçbir bahane yardıma engel olacak güçte değildir.
Yeter ki kişi niyetinde samimi olsun. Siz
niyetinizde samimiyseniz, karşınızdaki insanın düzenbaz olup olmadığı konusuna
takılmazsınız. Takılacaksanız, şunu bilin ki asla doğru yere ulaştığından tam
olarak emin olamayacaksınız. Şüphe bir kurt gibi o güzel niyetinizi heba
edecek, kemirip bitirecektir. Etrafınızı ya da yakınınızdaki semtleri
gözlemleyerek aracısız bire bir kendiniz de yardım yapabilirsiniz. Nasıl mı?
Bakmak ve görmek ayrıdır. Sadece bakarsanız elbette muhtaç bir çocuğu,
engelliyi, yaşlıyı ya da sokaktaki bakıma muhtaç bir hayvanı göremezsiniz. Eğer
kalbiniz taş kesmişse onları engel olarak bile görebilirsiniz. Oysa onlarla iç
içe beraber yaşıyorsunuz. Her yerdeler. Gönül ister ki; barınakları,
huzurevlerini, çocuk esirgeme kurumlarını, vb. ziyaret edin. Bu elbette bir
insanın hayata bakışını büyük ölçüde değiştirecek bir deneyim ve ibrettir. Ama madem
vaktim yok diyorsunuz; günlük hayatınızda böyle yardım fırsatlarını defalarca
yakaladığınıza dikkatinizi çekmek isterim. Yeter ki görün, farkında olun. Dedi.
Bu uzun ama güzel konuşmadan
sonra sıra sabırsızlıkla bekleyen İhlas’a gelmişti. Sabırsızlanmasının sebebi
İhsan’ın konuşması sırasında niyetten bahsetmesiydi. İhsan söyleyeceklerine bir
giriş yapmış oldu aslında.
- İhlas; herhangi bir işi güzel niyetle ve saf bir
kalp ile yapmak, işe başka bir şey karıştırmamaktır. Yapılan her işin değeri
ihlasa göre artar. Ruh ve niyeti temiz tutmak insanın güzelliğini arttırır. Bu
güzellik herkes tarafından görülebilen bir enerji ve ışıktır. Bu ışık hem
kişinin kendisinin, hem de etrafındaki insanların yolunu aydınlatır. Dedi.
Riyakar dayanamayıp bastı
kahkahayı. İnsanların şaşkın bakışlarını görünce de butona bastı.
- Bir kere geçeceksin o saflık, temiz kalplilik
gibi hikayeleri. Kim içerisinde maddi bir yarar, bir gösteriş merakı, ince bir
hesap olmadan hareket eder? Ben size söyleyeyim. Yok böyle bir dünya. Öyle bir
insan kalmadı. Artık oyunu kurallarına göre oynayacaksın. Eğer aptal durumuna
düşmek istiyorsanız o başka. Eğri oturup doğru konuşalım şimdi. Söylemeseniz de
ben sizin ciğerinizi bilirim. Ne de olsa sizden biriyim arkadaşlar. Dedi.
İhlas bu çıkışa cevap vererek:
- Öncelikle nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Hayatı,
insanları ve kendinizi… Güzel bakmak, güzel görmek, güzel söylemek, güzel
şeyler yapmak dururken neden seçimimizi karanlıktan, kötülükten yana kullanalım
ki? Saflık, sizin doğanızda var. Doğduğunuzda sahip olduğunuz saflığı
koruyamamış olmanız ancak kendi acizliğiniz olabilir. Diyelim ki maddi ya da
manevi herhangi bir çıkarınız olmadan bir iş yaptınız. Bu iş hangi şekilde
sonuçlanırsa sonuçlansın hem vicdanen hem zihnen rahat olmayacak mısınız? Çünkü
doğru olanı yapmış olacaksınız. Bahsettiğiniz güven sorunları, korku ve
kaygılar saflığın değerinden ve cesaretinden bir şey kaybettirmez. Eğer ki mesele
gösteriş yapmak ise bu sizin samimiyetinizle ilgili bir sorundur ki; saf olan
zaten samimidir, yani böyle bir sorunu yoktur. Dedi.
İhlas, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi yapacağı bir işi gerçekleştirmeden önce
istek ve dileklerini saf ve iyi niyetlere bağlar. Bu bağı öyle kuvvetli tutar
ki; hiçbir hayırsız sebep niyetinin önüne geçemez.”
Herkes İstikamet’e yöneldi. Sıra
ona gelmişti.
- İstikamet; her işte doğruluk üzere bulunmak,
adaletten ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl çerçevesi içinde yürümek
demektir. Din ve dünya görevlerini olduğu gibi yapmaya çalışan Müslüman tam
istikamet sahibi demektir. Dedi.
Hıyanet büyük bir öfkeyle bastı
butona. Vicdan ona da söz verdi.
- Şimdi; bugün doğru gibi görünen şeyler insana
yarın yanlış gibi gelebilir. Kendinizi nasıl belirli sınırlarla
sınırlayabilirsiniz ki? Açıkçası ben kimsenin belirli kurallarla, belirli
kalıplara girmesini istemem. Bu hem şekilcilik hem de aptallık değil mi? İnsan
bulunduğu koşullara uyum sağlayan bir varlıktır. Yani koşullara ve ortamına
göre durum değiştirebilir. Ne biliyim çıkarlarınla çakışabilir mesela. Başarmak
için kimin atı önden gidiyorsa, ona binersin. Dedi.
İstikamet sakin ve ciddi
görünümünü korudu ama hafif çatıldı kaşları.
- Siz istikrar nedir bilir misiniz? İstikrar
başarı demektir. Seçtiği doğru yolda sabırla ve istikrarla devam edebilen
insanlar başarılı olurlar. Buradaki kastım hem maddi hem manevi işlerde başarıdır.
Bir inancınız olmalı, bir duruşunuz, bir seçiminiz olmalı. Bir taraf olma
cesareti göstermelisiniz. Bu hiçbir şeyiniz kalmasa bile sahip olacağınız temel
değeriniz ve güç kaynağınızdır. Bulunduğu ortama göre bukalemun olmaya çalışan çoklarınızı
gördüm. Gördüm ki yollarından ayrıldıkları için, içinde bulundukları ortamın
maskarası oldular. Kendi kişiliklerini ve kimliklerini kaybettiler. Ne o
ortamın parçası olabildiler, ne de kendilerinin. Kalıplara ve şekilciliğe
gelince; bu iddianız kendi içinde çelişen bir iddia olsa gerek. Hem
bulunduğunuz ortama uyumlu olmak istiyorsunuz; hem de belirli kalıplara,
kurallara uymak istemiyorsunuz. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; insanlar
sınırsız özgürler. Aslında istediğiniz her şeyi yapmakta özgürsünüz. Ancak
unutmayınız ki; her davranışınız hayata bakışınızı, yani sizi temsil edecektir.
İşin rengi değişip, yaptığınız yanlışların sonuçlarına katlanma ve cezalandırılma
vakti geldiğinde sorumluluk almak istemiyorsunuz. Halbuki uyum göstermeniz
gerek. Asıl olan gerçeklerdir. Fiili olarak cezalandırılmasanız bile doğru
yoldan ayrıldığınızı, kendinize ihanet ettiğinizi bilen bir vicdanınız olacak.
Bu vicdan elbet bir gün sizi cezalandıracaktır. Dedi.
İstikamet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; tüm yaşamı boyunca hangi koşul ve ortamda
olursa olsun adalet ve doğruluktan ayrılmayacaktır.” Dedi.
İstikamet’ten sonraki sıra İtaat’indi.
- İtaat; üst amirin dince yasak olmayan emirlerini
dinleyip, ona göre yürümektir. Allah’ın buyruklarını dinleyip tutmak da itaattir.
İnsanın mutluluğu itaate bağlıdır. Kişi tecrübe ve hayat yorumu olarak üst amirinin
bilgi düzeyine erişmiş olmayabilir. Kişi bulunduğu konum itibariyle olayları
amirinin gördüğü gibi geniş bir açıdan yorumlayamaz. Çünkü bilgi akışı
düşünüldüğünde teknik olarak üst amirinin sahip olduğu bilgilere sahip değildir.
Üst amirinin verdiği kararlara ilişkin kendi kıt bilgi ve tecrübeleriyle
yapacağı yorumların yanlış olma riski yüksektir. Öğrenme sürecinde; kendisine
söyleneni koşulsuz şartsız yerine getirmek, amirine itaat etmek, onu izleyerek
öğrenmek, verilen kararların gerekçelerini öğrenebilecek kadar sabırlı
olabilmek, amiri ile arasında karşılıklı bir güven ilişkisi oluşturacaktır.
Birlikte çalıştığı insana güven duyan üst amir, bu kişiyi gelecek dönemlerde
kendisinin yerine geçecek kişi olarak görür ve onu yetiştirir. Şimdi de konuyu ikinci
anlamı açısından ele alalım. Allah’ın bilgisi sınırsız ve sonsuzdur. Siz ise ne
çok şey bildiğinizi sansanız da, kıt
bilgilerinizle bilmişlik taslasanız da aslında bilginiz denizdeki kum tanesi
kadar bile değil. Sürekli öğrenen organizasyonlar olmanıza rağmen, Allah’ın
kurduğu eşsiz düzen ve mucizeler karşısında çoğu zaman aciz kalmaktasınız. Hala
yılmadan doğada olanları çözümlemeye çalışmakta, birçok buluşu doğadaki harika
sistemleri kopyalayarak elde etmeye çalışmaktasınız. Yüce Allah’ın bu akıllara
durgunluk veren bilgi yönetim sistemi karşısında itaat etmemek ya cahillik ya da
aptallıktır. Dedi.
İsyan hemen butona sarıldı.
- Şimdiye kadar ki konuşmaları dinledim de en sert
ve keskin konuşmanın sizin tarafınızdan yapılmış olması beni hiç şaşırtmadı. Allah’a
isyan deyince hemen günahkar ve hayırsız kimse olup çıkıyor insanlar. Kendisini
tehlikeye atmış oluyor. Söyler misiniz? Bu nasıl bir tehlike olabilir? Allah
her şeyi biliyor ama yeryüzünde haksızlığa uğrayan, acılar çeken bir sürü insan
var. Şimdi bu insanlar bunu hak edecek ne yaptı? Elbette isyan edecekler. Diğer
konuya gelince; belki üst amiriniz yeteneksizin, beceriksizin teki. Akıl yaşta
değil baştadır derler. Altında çalışan kişi bu aptallığa tahammül etmek zorunda
mı? Diye sordu.
İsyan’ın sözlerine İtaat’in
yanıtı gecikmedi.
- Diyelim ki yıllardır hiç görüşmediğiniz bir
arkadaşınız sizi aradı ve yardım istedi. Sizde ona elinizden geldiğince
yardımda bulundunuz. Sonra bu kişi kalktı size teşekkür edeceğine, nankörlük
etti. Sizi, başı bir daha sıkışana kadar da aramadı. Sonra işi düşünce aradı.
Yine yardım ettiniz. Yine aynı davranışta bulundu. Sonra yine. Buna ne kadar
dayanırdınız. Ne kadar süre daha arkadaşınıza destek olmaya devam ederdiniz?
Nankörlüklerini ne kadar zaman daha affeder ve sizi kullanmaya çalışmasına
nasıl göz yumardınız? Allah’ı çoğunlukla ölüm olduğunda ya da sıkıntılarımız
baş gösterdiğinde anıyoruz. Oysa Allah’ın bize sunduğu nimetlerin her
zerresinden faydalanıyoruz. Allah’ın bize ihtiyacı yok. Ama bizim ona
ihtiyacımız var. Allah emir ve yasaklarını bizler için koyuyor. Seçim hakkını
ise bizim hür irademize bırakıyor. Göz göre göre, bile bile günah işleyen
kimseye elbette günahkar ve hayırsız kimse denir. Bu demagoji kaldırmayacak
kadar basit bir matematiktir. İşlenen her günahın zararı önce kişinin kendisine
daha sonra içinde bulunduğu topluma dokunur. Kişiler her yaptıkları davranışın
cezasını çekecek sorumluluğa sahip olmalıdır. Eğer göz göre göre mayına
basarsanız, mayın patlar. Sonra istediğiniz kadar isyan edebilirsiniz. Bu
mayının patladığı gerçeğini değiştirmez. Allah her şeyi bilendir, görendir. Ne
güzel ki bunu siz de biliyorsunuz. Ama sonraki söyledikleriniz Allah’ın
adaletini sorgular nitelikte olmuş. Dünyadaki veya evrendeki, artık nasıl
genişletirseniz, hiçbir şey tesadüfe dayanmaz. Olan her şeyin bir sebebi
vardır, daha önce olan olaylarla ve sonra olacak olaylarla bir bağı vardır. Bir
şeyin sebebi, başka bir şeyin sonucudur. Her bir yaşanan olayı etkileyen
sayısız sayıda parametre vardır. Bu parametreleri kontrol altında tutmak,
yönetmek, hatta algılamak en zeki insan için bile boşuna bir hayal olur. Yaşadığınız
olaylara düz, ön yargılı, basmakalıp bir mantıkla baktığınızda yaptığınız
yorumların çoğu yanılsamanın ötesine geçemiyor. Bunu bir illüzyon gibi düşünün.
Gördüklerinizi önceden öğrendiğiniz bilgilere dayanarak yorumlayabiliyorsunuz,
sadece duyduğunuzu algılayabiliyorsunuz, sadece dokunduğunuzu
hissedebiliyorsunuz. Oysa siz bunu yaparken birçok şey var olmaya, birçok olay
olmaya devam ediyor. Burada size düşen böyle muazzam bir düzeni “OL” diyerek
var eden Allah’a inanmak ve O’na itaat etmektir. Allah’ın sunduklarını
sorgulayın, ama kendisini sorgulamayın. Çünkü yetersiz kalırsınız, yanlışa
düşersiniz, mayına basarsınız. Yeteneksiz üst amir meselesine gelince;
gözlemlediğim kadarıyla amirine yeteneksiz diyen kişilerin büyük çoğunluğu
işinde iyi ama yönetsel becerilere sahip olmayan kişiler. Ya da genç, cesur ama
bulunduğu yeri henüz hazmedememiş, hemen yükselme hırsına kapılmış, henüz
olmamış, sabırsız kişiler. Bir kişinin yönetici olarak belirlenmesinin
temelinde güven duygusu yatar. Birileri üst amirinize güvenmiştir. Onda kendi
aradığı kriterlere uygun olan bir özellik görmüş ve onu amiriniz olarak
atamıştır. Burada sizin kişisel olarak sevip, sevmemenizin; onu başarılı bulup
bulmamanızın pek bir önemi yoktur. Bilgiler güvenilen kişiye doğru akar ve tüm
bilgiler siz beğenseniz de beğenmeseniz de merkezde olan üst amirinizde
toplanır. Kendinizi ne kadar önemli görseniz ve egonuz ne kadar yüksekte olsa, amirinizi
yeterlilik açısından değerlendirecek konumda bulunmamaktasınız. Amirinizi seçenler
yükseleceğiniz zaman sizi de aynı kriterlerle değerlendirecektir. Söylediğinizin
tersi düşünüldüğünde amirini yetersiz gören ve ona saygısız davranan bir kişiye
tahammül edilmesi de bir hayli zor olsa gerek. Dedi.
İtaat, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına
koşulsuz itaat eder. Üst amirinin tavsiye ve emirlerini de titizlik ve özenle
dikkate alır.”
Sıra İtimat’a geldi. Az önceki
konuşmada kendi konusuna biraz değinilmişti bile.
- İtimat, güvenmek ve emniyet etmek, bir şeye
kalben güvenip dayanmak demektir. Halkın güvenini kazanmak bir başarı eseridir.
İktisadi ve toplumsal hayatın devamı itimadın varlığına bağlıdır. Onun için
insan, güzel ve doğru hareketleriyle herkesin güvenini kazanmaya çalışmalıdır.
Dedi.
İtimat, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; ailesi, dostları, komşuları başta olmak
üzere etrafındaki insanların kendisine güvendiği, inandığı kimsedir. Kişi; bu güven
algısını pekiştirmek için gayret gösterir. İnsanların güvenini sarsacak,
şüpheye düşürecek tavır ve davranışlardan sakınır.”
Herkes Hıyanet’e döndü. Mutlaka butona
basmıştır diye düşündüler. Ama Hıyanet bu kez pek oralı olmadı.
İktisat söz aldı bu kez.
- İktisat, her işte denge üzerinde bulunmaktır.
Gereğinden fazla veya noksan harcama yapmaktan kaçınmaktır. İnsan iktisada uyma
sayesinde rahat yaşar. Dedi.
Tam anayasa maddesini
önerecekken, israf butona bastı ve vicdan ona söz hakkı verdi.
- Sana uyarak nasıl rahat yaşayabileceğiz ki? Buna
inanmak biraz zor. Dünyanın güzelliklerinden, bize sunduklarından layıkıyla
faydalanamayacak mıyız yani? Senin söylediğin, kişinin göz göre göre kendisine
eziyet etmesinden başka bir şey değildir. Yemek, içmek, giyinip gezmek insanın
en doğal hakkıdır. Dedi.
İktisat, israfın bu çıkışına karşı
hoşgörüyle gülümsedi.
- Elbette yemek, içmek, giyinip gezmek en doğal
hakkınız. Hatta ihtiyaçlarınız doğrultusunda farklı birçok harcamanız da
olacaktır. Ancak buradaki püf nokta belli bir ölçüyü aşmamaktır. Ölçüyü aşmak
kişinin hatta toplumların felaketine, yıkımına bile yol açmıştır. Bir şeyi
gereğinden fazla kısmakta uygun değildir. Bu dengeyi kişinin kendisi
kurmalıdır. Dedi.
İktisat, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; harcamalarını ihtiyaç durumunu gözeterek
dengeli olarak gerçekleştirir.”
Sıra Ülfet’teydi. Önce herkese
sıcacık gülümsedi, sonra herkesle tek tek selamlaştı.
- Ülfet; uygun kimselerle, güzel bir şekilde
görüşüp konuşmak demektir. İnsanlar devamlı olarak yalnız başına yaşayamazlar.
Birbirleri ile görüşmek zorundadırlar. Güzel bir ahlaka sahip olan kişi,
herkesle güzel görüşür ve onların sevgisini kazanır. Dedi.
Yalnızlık butona bastı.
- Bir kere artık devir değişti. Güven ortamı
kalmadı. Artık internet, sosyal paylaşım siteleri, oyunlar falan var.
İnsanların yalnız başına yapabileceği bir sürü aktivite var. Yani vıcık vıcık
bir arada olma devri kapandı. Artık insanlar bile isteye yalnızlığı seçiyorlar.
Beni seçen ve bunu alışkanlık haline getiren benden kolay kolay vazgeçemez.
Zarar görmemek için ördükleri duvarları var insanların. O duvarlar içinde
korunaklı biçimde yaşıyorlar. Dedi.
Ülfet yumuşak ses tonuyla:
- Tam tersine insanlar paylaşmaya, bir arada
olmaya muhtaçtır. Bu onların metabolizmasında, doğasında var. Yalnızlık bir tek
Allah’a mahsustur. Yalnız insan mutsuz insandır. Ne yaparsa yapsın yalnızlık
duygusunun yol açtığı boşluğu dolduramaz. O boşluk ona her gün ıstırap veren
bir hastalık haline gelir. Çareyi doktorlarda arar. Günümüzde artan psikolojik
rahatsızlıkların başlıca tetikleyicilerinden birinin yalnızlık olduğu
yadsınamaz bir gerçektir. Hiçbir şey vazgeçilmez değildir, hele ki yalnızlık.
İnsanlar elbet bu kısır döngüden kurtulup, yaşamaya, sevmeye ve her şeyden
önemlisi paylaşmaya başlayacaklar. Elbette herkesten kaçınmanın uygun olmadığı
gibi, herkesle görüşmekte uygun değil. Arkadaşlarınızı doğru kişiler arasından
seçmeli, arkadaşlıklarınızı sağlam temeller üzerine kurmalısınız. “Bana
arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü buna güzel bir örnek. Dedi.
Ülfet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; kaliteli zaman geçirebildiği, düzenli
olarak görüştüğü arkadaşlar edinir. Bu arkadaşlık ilişkisi karşılıklı emek,
sevgi, saygı ve güven esasına dayanır.”
Emniyet sıranın kendisine
gelmesiyle birlikte oturduğu yerden şöyle bir doğruldu.
- Emniyet, bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi
insanda doğruluktan ileri gelen bir huy anlamına da gelir. İnsanların sırlarını
ve mallarını güzelce saklamak da bir emniyet halidir. Dedi.
Bu kez hıyanet dayanamadı ve
butona bastı. Söz hakkını aldı.
- Şimdi söylediklerin iyi, güzel de. İnsanların
mallarını ve sırlarını saklamaktan bahsetmişsin. Bir kere iki kişinin bildiği
sır değildir. Kesin diğeri gider başkasına anlatır. İkinci söyleyeceğim konu
mallarla ilgili. Şimdi bir şeyler alabilen var alamayan var. Özenmiştir falan
yani. Göz hakkı diye bir şey var değil mi? Dedi.
Emniyet, Hıyanet’in cümlelerini
sabırla dinledi.
- Hangi gerekçeyle olursa olsun, eğer kişiler
arasında emniyet yoksa, o toplumun geleceği güven içerisinde bulunamaz.
Başkasının hakkını gasp ederken istediğiniz bahaneyi ve kılıfı
uydurabilirsiniz. Bu yaptığınızın hıyanet olduğu gerçeğini değiştirmez. Size emanet
olarak verilen hiçbir şey üzerinde herhangi bir hakkınız olamaz. Nasıl teslim
aldıysanız sahibine aynı şekilde iade etmekle yükümlüsünüz. Dedi.
Emniyet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; kendilerine bırakılan emanetleri korumak
ve saklamakla mükelleftir.”
Bu kez sıra İnsaf’taydı.
- İnsaf, adalet içinde hareket etmek ve gerçeği
kabul etmektir. İnsaf, ancak ciddi ve iyi huylu insanların özelliği olabilir.
Gerçekler ve doğrular karşısında objektif davranabilmek gerekir. Dedi.
Tam ilgili maddeyi söyleyecekken,
Zulüm bastı butona. Vicdan herkese adil olabilmek adına ona da söz verdi.
- Bir kere her insanın kendi çıkarları var.
Belirli bir duruşu var. Hem içinde bulunduğunuz topluluğa uyumdan
bahsedeceksiniz, hem onlara ters düşeceksiniz. Hiç kimse içinde bulunduğu
düzene ters düşmek pahasına, çıkarlarını riske atmak pahasına haklı olanın
yanında olmaz. İşte hayatın gerçeği budur. Önce hayatın adil olmadığını kabul
ederek başlarsanız, o zaman başarı kendiliğinden gelir zaten. Dedi.
İnsaf, pis pis sırıtan Zulüm’e
baktı. Ciddiyetini hiç bozmadan gözlerinin tam içine bakarak başladı sözlerine.
- Zulümden korkmayın, çünkü zulmün kendisi
korkaktır. Tam tersine üzerine yürüyün. O zaman nasıl kaçacak delik aradığını,
nasıl geri adım attığını göreceksiniz. Yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki
vicdanı olmasın. Siz yılmadan zulmün üzerine gittikçe, kişinin kendi vicdanı ve
toplum vicdanı onu er ya da geç alt edecektir. Hiç kimse geçmişinden ötürü zalim
olarak anılmak, tarihinde kara bir leke bırakmak istemez. Onun içinde
yaptıklarını yalanlar, inkar eder. Burada dikkat edilmesi gereken husus; zulmeden
kişilere ya da topluluğa karşı olmak değil; zulüm, haksızlık gibi kavramlara
karşı olmaktır. Samimiyet ve tutarlılık bunu gerektirir. Kişiler dizi ve
filmlerde olduğu gibi salt iyi veya kötü olmazlar. İnsan; siyah ve beyaz
dışında bir sürü renk barındırır bünyesinde. İyi ya da kötü olan
davranışlarımızdır. Birbirimizi eleştirirken genelleme yapmaktan kaçınarak,
yapılan davranışı, kötü olan kavramı eleştirme cesaretini göstermeliyiz. Aslında bu söylendiği gibi bir ters düşme
durumu değildir. Tam tersi dostane bir uyarıdır. Çünkü zulüm bir bumerang gibi
dönüp dolaşıp zamanı geldiğinde kişinin kendisini vuracaktır. Bunun için
kişiler yaptığı hatadan dönmeleri konusunda net bir dille uyarılmalıdır. Zulüm
karşısında sessiz kalmak zulme ortak olmak ve göz yummak demektir. Hayat adil
değil diye şikayet edenler bu adaletsizlikte rol oynamaya devam ede dursun, herkesi
eliyle, diliyle, olmadı kalemiyle haksızlığa karşı koymaya davet ediyorum. Vicdanınızın
rahat olması için, geçtiğiniz yerlerde temiz izler bırakmış olmanız gerekiyor.
Ayrıca bıraktığınız her izin sizden sonra gelecek insanları da etkileyeceğini
unutmamalısınız. Dedi.
İnsaf, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; adalet ve gerçekten yana, objektif ve
bağımsız olarak hareket eder. Zulmün her çeşidi suç teşkil eder, hiçbir
gerekçeyle bağışlanamaz ve zulmeden kişi sorumluluktan kurtulamaz.”
Beşaset; sıcacık gülümsemesiyle
en katı kalpleri bile yumuşatır, soğuyan ortamı anında ısıtırdı. Sıra ona
geldiğinde herkesin yüzünde samimi bir tebessüm belirmişti bile.
- Beşaset, güler yüzlü olmak ve hoş bir hale sahip
olmak demektir. Beşaset, ruhtaki saflık ve neşenin yüzde parıltısı demektir.
İnsan daima güler yüzlü olmalı. Sebebi her ne olursa olsun kimseye karşı çatık
kaşlı olmamalıdır. Güler yüzlülük en güzel bahşiş, dinimizde ise sadakadır. dedi.
Öfke hemen butona bastı. Vicdan
söz hakkı verdi.
- Bir kere bu Polyana tavırların, bu çiçek böcek,
gel sen burada derdi unut, orman ne güzel ne güzel tavırların beni sinir
ediyor. Bence sürekli pişmiş kelle gibi sırıtmanın bir alemi yok. Zeki insanlar
genelde ciddi ve asık suratlı olurlar. Sürekli gülümseyen insanlara ne demek
istediğimi anlamışsındır herhalde. Dedi.
Beşaset; Öfke’nin bu kırıcı, alaycı
ve aşağılayıcı sözleri karşısında bile sevgiyle gülümsedi.
- Öncelikle şunu söylemeliyim. Toplumda esas zeki
insanların iyi huylu, güzel ahlaklı olmalarına ihtiyaç var. Esas erdem; hem
zeki hem güzel huylu olabilmektir. Zeki olmak hiç kimseye kendini beğenme,
diğer insanları eleştirme ve aşağılama hakkını vermiyor. Gülümsemek,
samimiyetten doğar. Gülümsemek kişinin kendisine ve etrafına neşe verir. Ruh
halini değiştirir, enerjisini yükseltir. Sizce zeki olmak mutsuz olmak, huysuz
olmak, etrafını aşağı görüp sonunda yalnız kalmak, doğadaki güzellikleri
göremeyecek kadar kör olmak mıdır? Gözünün önündeki güzelliklere kayıtsız
kalmak ve elinin hemen altındaki imkanları kullanamamak daha büyük bir aptallık
değil midir? Dedi.
Beşaset, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; güler yüzlü, hoşgörülü ve yumuşak huylu
olmayı bir alışkanlık haline getirmekle yükümlüdür.”
Te’dib, Beşaset’in bu güzel ve
öğretici konuşmasından pek bir memnun kalmıştı. Ayağa kalktı.
- Te’dib, terbiye etmek, edeb ve ahlak
değerleriyle yetiştirmek demektir. Terbiye işinde asla gevşek
davranılmamalıdır. Kendi çocuklarını güzelce terbiye etmeye çalışmak, her
ebeveyn için yapılması gerekli olan bir görevdir. Burada yapılacak en ufak bir dikkatsizliğin
zararı; sadece bir aileye, ferde değil, tüm topluma dokunacaktır. Bunun önemini
anlatan güzel bir Hadisi Şerif’i sizlerle paylaşmak isterim. “Baba ile ananın terbiye
etmediğini, gece ile gündüz (zaman) terbiye eder. Zamanın terbiye etmediğini
de, cehennem terbiye eder.” Dedi.
Te’dib, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; sorumluluğu altında bulunan kişileri
güzel ahlaki değerlerle terbiye etmekle mükelleftir.”
Kısa bir bekleyiş oldu. Butona
basan kimse olmadığı için, sıradaki konuşmacı olarak Teenni ayağa kalktı.
- Teenni; bir işte acele etmeyip düşünerek hareket
etmektir. Elbette vakti gelen hayırlı bir iş için yavaş davranmaya gerek
yoktur. Fakat henüz zamanı gelmeyen bir iş içinde acele etmek, pişmanlık
doğuracağından doğru değildir. Dedi.
Aceleci, Teenni ilk cümlesini
kurduğunda çoktan butona basmıştı bile. Vicdan söz hakkı vermek için konuşmanın
bitmesini bekledi.
- Daha neler! Bir kere artık her şey hızlı hareket
etmeyi ve hızlı karar vermeyi gerektiriyor. Siz ağzınızı açıp öyle bakarsanız,
hayata geç kalırsınız. Artık hız önemli. Daha çok yol alabilmek için erken
kalkacaksınız. Acele edeceksiniz. Dedi.
Teenni:
- Öncelikle isminize yaraşır acelecilikte
olduğunuzu söylemek isterim. Ben vakti gelmiş olan işleriniz için yavaş
davranmaya gerek yoktur demiştim. Muhtemelen aceleci tutumunuz yüzünden
söylediklerimi tam olarak dinleme fırsatı bulamadınız. En iyisi güzel bir örnek
vereyim. Yeni mezun olarak bir iş yerinde işe başladınız. Hırsınızın da
tetiklemesiyle yükselme konusunda aceleci davranıyorsunuz. Ancak tüm
çabalarınıza rağmen beklentiniz hemen karşılık bulmadı. Aceleci davranmanız işe
yaramadığı gibi, kendinizi başarısız da hissetmeye başladınız. Oysa burada en
doğru davranış; elinizden geldiğince çok çalışmak, öğrenebildiğiniz kadar çok
şey öğrenmek, etrafınızdaki insanların deneyim ve tecrübelerinden
faydalanmaktır. Takdir edersiniz ki; bu tedbir ve düşünceli davranış önceki
aceleci tutumdan çok daha gerçekçidir. Rasyonel davranışlar sizi boş yere
kapılacağınız hayal kırıklıklarından, daha da önemlisi pişmanlıktan
koruyacaktır. Kendinize hayatı planlayacak kadar vakit tanımalısınız. Dedi.
Teenni, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi,
her yapacağı işte düşünerek hareket eder, yapacağı işleri aceleci davranmadan
optimum bir zaman periyodu içerisinde planlayarak yapar.”
Ta’zim şöyle bir sağa sola baktıktan
sonra, konuşmak için ayağa kalktı.
- Ta’zim; saygıya değer bir kimseye, büyük
sayıldığını gösterecek şekilde güzel davranmak demektir. İlim, terbiye ve yaş
bakımından bizden büyük olanlar elbette takdir edilmeye ve saygı görmeye
değerdir. Çünkü örnek teşkil ederler ve etraflarına değer katarlar. Dedi.
Ta’zim, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; kendisinden yaş, bilgi ve terbiye olarak
üstün olan kişilere saygı gösterir. Kendisinden küçük olanlara ise sevgi
gösterir.”
Yine butona basan biri çıkmadı.
Bunun üzerine Tefe’ül ayağa kalktı.
- Tefe’ül, bir şeyi uğur saymak, bir olayı bir
hayrın başlangıcı görmektir. Bu güzel bir zan işi olduğundan iyidir. İnsan
hayırlı sözler söylemeli, kötü ve uğursuz sözlerden kendini korumalıdır. Dedi.
Tefe’ül, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi, her şeyi ve her olayı hayra yorar. Sevmediği
şeyleri ve olayları ise kötüye yorarak uğursuz ve uğursuzluk şeklinde
tanımlamaz.”
Kuruntu bu maddeden sonra butona
bastı.
- Bir kere herkesin de bildiği üzere her şey
olumlu ya da güllük gülistanlık değil. Bir tarafta totemler, uğurlu sayılan
şeyler var. Ama diğer tarafta uğursuzluk olduğu düşünülen şeyler de var. Bir
kere bunlar boşuna uğursuzluk işareti olarak yorumlanmıyor herhalde. İnsanlar
başlarına olumsuzluklar geliyor ki bu kanıya varıyor. Öyle değil mi? Diye sordu.
Tefe’ül:
- Ben de ne zaman butona basacaksınız diye merak
ediyordum. Konuşmanızda doğru olan şeylerle, yanlışları aynı pakette
sunuyorsunuz. Kişinin uğur ya da totem olarak ilan ettiği şeyler dikkat
ediyorsanız kişiden kişiye değişiyor. Kısacası bu şeyleri ve/veya olayları
uğurlu yapan kişinin onlara duyduğu inançtır. Sonuçta bir şeyin uğurlu olduğunu
düşünüyorsanız ve ondan güç alıyorsanız, bu size başarıyı getiriyorsa bunda bir
sakınca yoktur. Aşırıya kaçarsanız o başka. Uğursuzluk algısı da kişiden kişiye
değişir. Her ne kadar bir sürü şey batıl inanç olarak tanımlansa da; kişiler bunların
arasından bazılarını seçip, takıntı haline getirirler. Kısacası bir şeyi
ve/veya olayı uğursuz yapan kişinin ona olan inancıdır ki; bu aslında
olumsuzluğa götüren bir kuruntudan ibarettir. Var olmayan kehaneti
gerçekleştirmektir. Kendinizi olumsuza, başarısızlığa götürebilecek bir şeyi
neden gerçeğiniz haline getiresiniz? Bu size ne gibi bir yarar sağlayabilir?
Dedi.
Tefe’ül’ün yerine oturması sonrasında
Tefekkür ayağa kalktı.
- Tefekkür; düşünmek ve bir iş üzerinde fikir
geliştirmek demektir. Yüce Allah’ın kudretinin ispatı olan varlıkları düşünmeye
dalmak bir ibadettir. Birçok maddi-manevi buluşlar, yükselmeler, ilerlemeler
hep Tefekkür (düşünme) sayesinde olmuştur. Dedi.
Gaflet bastı butona. Söz hakkı
verildi.
- Hindi gibi düşünmenin ne anlamı var ki. Bence
hayatın tadını çıkarmak dururken tam bir zaman kaybı. Herkes bilim adamı,
felsefeci olacak değil ya? Açıkçası ben gerek görmüyorum. Yemeği, içmeyi,
gezmeyi, eğlenmeyi tercih ederim. Ben almayım. Dedi.
Tefekkür:
- Aslında böyle yaşayarak da hayatta
kalabilirsiniz. Tıpkı otlar ve hayvanlar gibi. Oysa biz farklı yaratıldık.
Bizlerin düşünme, değerlendirme, karar verme gibi özelliklerimiz ve ayrıcalıklarımız
var. Yüce Allah, insanların yarattıkları üzerine düşünmesini istemiştir. Bunun
için bilim adamı ya da felsefeci olmanız gerekmiyor. Farkında olmanız ve
bilinçli olmanız yeterli olacaktır. Karmaşık düşünce sistemlerine gerek olmadan
basit düşünerek de sonuca ulaşabilirsiniz. Bazen basit düşünmek size hız
kazandıracak, burnunuzun ucundakini görme imkanı sağlayacaktır. İnsan hangi işi
ya da mesleği yapıyor olursa olsun, işini daha planlı yapmak, daha hızlı yapmak
ve daha iyi yapmak üzerine kafa yormalıdır. Dinimize göre bir gününüz bir sonraki
gününüzle aynı olmamalıdır. Her gün ilerlemek üzerine düşünmeli ve gelişmek
için çaba göstermelisiniz. Hele ki bu bilgi ve teknoloji çağında gelişim ve ilerleme
konularında pek de bahaneniz kalmıyor. Bilgiye kolayca erişebiliyorsunuz. Ancak
önemli olan doğru bilgiye ulaşmanız, onu biriktirmeniz, hazmetmeniz,
harmanlamanız ve nihayetinde yorumlamanızdır. Bu da zaman ister. Dedi.
Tefekkür, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişiler, yaptığı işleri geliştirmek için üzerinde
düşünmek, fikir üretmek ve emek harcamakla sorumludur.”
Tevazu ayağa kalktı:
- Tevazu; kendini büyük görmemek, bulunduğu
dereceden daha aşağı derecede saymaktır. Tevazu sahibi kişiler kendilerini
övmezler, sahip oldukları maddi ve manevi unsurları belirtme gereği duymazlar.
Özünde asil kimselerdir. Dedi.
Ego bastı butona.
- Diyelim ki zenginsin. Şimdi kendin söylemesen de
giydiğinden, evinden, bindiğin arabadan kabak gibi belli olur durumun. Yani
zengin olan kendini bir şekilde gösterir. Sonra mevkiin, bulunduğun konum. Yani
sen söylemesen de herkes bilir ya da eninde sonunda öğrenir. Söyleyip
söylememen neyi değiştirecek ki. Saçma! Herkes kendini, özelliklerini, dış
görünüşünü, sahip olduklarını beğenir. Doğal olarak da bunları dillendirmek
ister. Dedi.
Tevazu:
- Bildiğiniz gibi her ne kadar bulunduğunuz konumu
korumaya çalışsanız da; ne zenginlik, ne güzellik, ne de makam kalıcı değil. Temelinizi
bu geçici özelliklere dayandırırsanız, yokluklarında hayal kırıklığına uğrarsınız
ve yıkılırsınız. Kişinin kendini anlatma ve övme çabası boşa bir çabadır. Karşınızdaki
kişiler söylediklerinize değil; davranışlarınıza, yaptıklarınıza bakarlar.
Kendini övme çabası sırasında abarttığınız her özellik davranışınızla ya da
mevcut durumunuzla çelişir. Bu da sizi başkalarının gözünde yalancı ve komik
duruma düşürür. Her zaman sizden daha zengini, daha güzeli, daha başarılısı
vardır. Asil, kendine güvenen, kişilik sahibi kimseler karşısındaki kişiyi
sahip olduğu geçici şeylerle, ya da kendini anlatma çabasıyla etkilemeye
çalışmaz. Doğal ve samimi davranır, kişilikleriyle ön plana çıkarlar. Böyle bir
davranış şekli size karşınızdakini gerçek yüzüyle, doğru biçimde tanıma imkanı
sağlar. Size bir örnek olay anlatayım. Üniversitede ordinaryüs olan bir hocam
vardı. O zamanlar üniversitede en yüksek unvan Ordinaryüs idi. Hocam pek
mütevazi, nevi şahsına münhasır bir karakterdi. Zengin olmasına karşın,
yıllarca aynı çantayı kullandı. İsraftan kaçındığı için yıpranan emektar
çantasını sağına soluna yama yaparak, kullanmaya devam etti. Ehliyeti olmasına
rağmen araba satın almadı. İnsanların arasında olmayı çok sevdiği için hep
toplu taşıma araçlarını kullandı. Benim kendi arabam olmasına rağmen, o gün
üniversiteye onunla aynı otobüse binip gelmeye karar verdim. Hocam otobüse tam
biniyordu ki; şoför hocamı şöyle bir süzdü. Belli ki kılığını pek beğenmemişti.
“Paran yoksa otobüse binme.” dedi. Çok sinirlendim şoföre. Öne atıldım. Hocam
geri çekti beni. Cebinden biletini çıkarıp, uzattı. Hiçbir şey söylemeden
yanıma oturdu. Üniversitede son durağa geldik. Biz tam inerken şoför alaylı bir
tavırla: “Eeee, sen neden buraya geldin ihtiyar?” dedi. Hocam tebessüm etti ve
“Burada, üniversitede çalışıyorum.” Dedi.
Kahkahayı patlattı şoför. “Yahu senin gibi yaşlı adam ne iş yapar burada
ki?” Dedi. Hocam hiç bozuntuya vermedi. “Bana ordinaryüs diyorlar.” Dedi. Bu
yanıt karşısında şoförün nasıl toparlandığını ve nasıl bozulduğunu hala anımsarım.
Umarım bu kadar gevezelik etmek konunun anlaşılması için yeterli olmuştur. Dedi.
Tevazu, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; her zaman ve her yerde mütevazi hareket
eder. Kendini olduğundan üstün görmez. Kendisini anlatma çabasına girmez.”
Tevekkül ayağa kalktı.
- Tevekkül; Allah’a güvenmek, kulluk görevini
yaptıktan sonra başarıyı Allah’tan beklemek ve insan gücünün yetişemediği
şeyleri Yüce Allah’a bırakıp ümitsizliğe ve üzüntüye düşmemektir. Bir mümin
bilir ki; herhangi bir işin elde edilmesi için, sadece sebeplerin varlığı
yeterli değildir. Allah’ın dilemediği bir iş hiçbir zaman meydana gelemez.
O’nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül
sebeplere sarılmaya engel değildir. Yüce Allah olayları birer sebebe
bağlamıştır. Bu konuda ilahi kanunlara uymak gerekir. Peygamber Efendimiz,
devesini bir şeye bağlamaksızın dışarıda bırakıp gelen Amr İbni Umeyye’ye şöyle
buyurdu: “Deveni bağla da tevekkül et.” Bu hikayeden anlaşılacağı üzere; doğru
olan gerekli tedbirleri aldıktan sonra teslim olmaktır. Dedi.
Tevekkül, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi;
yaptığı işlerde kurallara uygun hareket eder, emek harcar sonrasında Allah’a teslim
olup tevekkül eder. Sonucun istediği gibi gerçekleşmemesi durumunda isyan etmek
yerine sabreder ve hayra yorar.”
Butona kimse basmadı. Kısa bir
bekleyişten sonra Sebat ayağa kalktı.
- Sebat; sözde durmak, verilen sözü yerine
getirmek, bir işte, bir inançta veya düşüncede kararlı bulunmak demektir. Bu
nedenledir ki; “Kararlı olanlar, başarılı olur.” derler. Sebat, başarının bir
şartıdır. Hayırlı ve doğru işlerde sebat etmek bir erdemdir. Bunun aksine boş
şeylerde kararlılık göstermek ise; gerçeği görmezden gelmekten, aptallıktan
başka bir şey değildir. Dedi.
Sebat, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; hedeflerine ulaşmak için düşünceleri,
inançları ve amaçları doğrultusunda azim ve kararlılıkla çalışmalıdır.”
Cud ayağa kalktı.
- Cud; cömert davranmak, insanlara ihtiyaçlarını
bildirmelerine fırsat vermeksizin bağışta ve ikramda bulunmaktır. Verilmesi
uygun şeyleri, uygun yerlere kolayca vermek huyudur. Cud; insana çok yakışan
iyi bir huydur. Dedi.
Cimrilik bastı butona. Vicdan söz
hakkı verdi.
- Daha önce kadim dostum Paragöz duygularıma tercüman
olmuştu. Ama ben de birkaç şey eklemek isterim. İkram etmekten bahsettiniz.
Açıkçası herkesin parası pulu var. Kimse
kimseye eziyet etmesin. Sohbete varım, eyvallah. Ama kimse için ikramda
bulunamam. Bana gelen evinde yesin, içsin gelsin. Herkes kendi hesabını ödesin,
Alman usulü. Durumu yoksa otursun evinde. Kim kime ikramda bulunuyor ki artık.
Herkes kendi kendine ancak yetiyor. Hem gidin markete. Her şey ufaldı. Artık
tek kişilik yaşıyoruz. Tencereler de ona göre tek kişilik. Dediğim gibi gülüp,
eğlenmeye varım. Ama öyle kimsenin yükünü çekemem. Dedi.
Cud, dikkatle dinledi.
- Peygamber efendimiz (asm) şöyle buyururlar:
“Cömert kimsenin yemeği şifadır. Cimri kimsenin yemeği de hastalıktır.” İkram
etmekten, fedakarlık etmekten kaçınıyorsunuz. Elbet karşınızdaki kişilerde
sizin kendilerine karşı davranışınıza bakarak sizin yaptığınız yanlışa
düşüyorlardır. Yani siz hastalığınızı toplum içinde yayma özelliğine de
sahipsiniz. Paylaşmanın, ikram etmenin, yardım etmenin huzurunu belki de hiç
yaşayamayacaksınız. Saklayıp turşusunu kurmaya çalıştığınız neler neler
bozulmuştur, kırılmıştır da atmışsınızdır. Sırf başkasına vermemek için ne çok
israfa yol açmışsınızdır. Ben de size bir örnek anlatayım. Benim çok cömert bir
ananem vardı. Ananemin evi yaz, kış her gün yolgeçen hanı gibiydi. Evi
komşularla, akrabalarla dolup, taşar. Her gelen için sofra kurulur, güler yüzle
ikramda bulunulurdu. Ben o zamanlar küçüktüm. Biz ananeme ancak yazları
gidebiliyorduk. Yazın okulların tatil olmasıyla birlikte ananemin evi daha bir
kalabalık, daha bir yoğun oluyordu. Çocukken bile onun elinin bereketine ve
lezzetine hayret ederdim. Şimdi düşündüğümde
daha çok hayret ediyorum. Ananem ve dedem yoksullardı. Kimseden yardım
almayacak kadar onurluydular. Evine her gün yiyecek bir şeyler girmesi mümkün
değildi. Hala mutfak hesabının içinden çıkamam. O kadar çok sayıda kişiyi her
gün tıka basa doyurarak mutlu mesut nasıl uğurluyordu? Bir de o hengamede biz
çocukların yanına gelir. Evcilikte kullanmamız için tabaklarda fındık, fıstık,
şekerleme getirirdi. Gönlünü hoş etmeden kimseyi bırakmazdı. Büyüdüm ve ananemi
kaybettik. Ben bir daha öyle kalabalık bir cenaze görmedim. Sanki benim ilkokul
mezunu, ev hanımı, evden dışarıya doğru dürüst çıkmayan ananemi değil de ünlü
birini yolcu ediyorduk. Tanıdık, tanımadık bir sürü insan vardı. Ağlamayan ve
anısını anlatmayan kalmadı. Ananemi öve öve göklere çıkarıyorlardı. Şimdi
düşünüyorum da; sanırım bu bir insan için elde edilebilecek en güzel
mükafattır. Dedi.
Cud, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; misafirlerine güler yüzle ikramda bulunur.
Muhtaç kişilere istemelerine fırsat vermeden yardım eder.”
Hıfz-ı Lisan ayağa kalktı.
- Dili gereksiz sözlerden koruyup ihtiyaçtan fazla
söz söylememek halidir. Akıllı olanlar çoğu zaman susarlar. Susmak çok güzel
bir şeydir. Yeter ki; bir hakkın kaybolmasına veya bir gerçeğin yanlış
anlaşılmasına sebebiyet vermiş olmasın. Dedi.
Geveze hemen butona bastı.
- Ne için konuşmaktan vazgeçelim. Bir kere
konuşmak en temel ihtiyaç. İnsan kendisine nasıl ve neden engel olsun? Ben
şahsen konuşmayı çok severim. Konuşacak o kadar çok şey var ki; mesela dün uzun
süredir görmediğim arkadaşlarımla buluştum. Bir arkadaş inanılmaz kilo vermiş.
Yüzünü dönene kadar onu tanımadım. Nasıl değişmiş. Giysilerini de yenilemiş
tabi, çok şık giyinmişti. Bir iltifat aldı. İnanamazsınız. Sonra nazara geldi.
Bir bardak vişne suyu üzerine dökülüverdi. Benim nazarım değmez. Çünkü etrafıma
hep olumlu enerji yayarım. Neyse. Uzun uzun konuştuk. İşyerindeki
sıkıntılarımızdan, eşlerimizden bahsettik. Çekiştirdikçe bir rahatladık, resmen
deşarj olduk. Dedi.
Bu konuşma uzayıp giderken,
vicdan dayanamadı:
- Geveze, konumuzdan biraz uzaklaşmış durumdayız.
Konu ile ilgili görüşlerini söyler misin? Konuyu dağıtmadan lütfen. Dedi.
Geveze:
- Yani demek istediğim. İnsanların bir araya
gelince konuşabileceği o kadar çok konu var ki. Mesela kadınlar için moda, kilo
sorunları, çocuklar, eşler, ev dekorasyon vb. Erkekler için futbol, arabalar,
vb. Sonuçta biz sosyal varlıklarız. Değil mi ama? Dedi.
Hıfz-ı Lisan:
- Açıkçası söylediklerinize pek katılmıyorum. “Aynası
iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Derler. Eminim size izin versek saatlerce
konuşabilirsiniz. Eminim bu boş konulara ilave edeceğiniz bir sürü konu daha
vardır. Dedikodu yapmanın size ya da etrafınızdaki kişilere katkısı olacağını düşünmüyorum.
Bunlar boş laflar. Oysa konuştuğunuz konular karşınızdaki insana nasıl biri
olduğunuz hakkında fikir verir. Dedi.
Hıfz-ı Lisan, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; düşünerek konuşur, kelimeleri israf
etmez, gereksiz yere konuşmaz.”
Hikmet ayağa kalktı.
- Hikmet; ilim ve amelin birleşmesinden meydana
gelen yüksek bir sıfattır. Bilmeyen veya bildiği ile amel etmeyen kimse hikmet
sahibi değildir. Her şeyin aslını öğrenmek için edinilen bilgiye Hikmet denir.
Adaba, ahlaka, öğütlere ait güzel sözlere ve fıkralara da hikmet denir. Hikmet
sahibi olan insanda zeka, ezberleme, güzel düşünme, kolaylıkla öğrenme, açık
zihin, iyi anlayış, ve kavramları hafızada tutma gibi duygular belirir. Dedi.
Hikmet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; amellerini ilmi ve bilgisiyle süsler.”
Kimseden bir talep gelmeyince
Hilm ayağa kalktı.
- Hilm; şiddete sabredip tahammül etmek, öfke
ateşini söndürmek ve nefsi heyecandan korumaktır. Yerinde yapılan böyle bir
davranış büyük bir erdemdir. Dedi.
Kızgınlık butona bastı. Vicdan
söz hakkı verdi.
- Haksızlığa ve adaletsizliğe karşı da mı öfke duymayacağız?
Haklı olanı savunurken ve adaleti isterken elbette bir öfke duyarsınız. Bu bir
insanlık özelliğidir. Dedi.
Hilm:
- Kesinlikle haklısınız. Akla uyarak haksızlığa
karşı olan bir öfke iyidir. Ancak kızgınlık ve darılma hali haksız yere olursa
bu bir kusurdur. Aradan zaman geçip kişi durumu fark ederse pişmanlık hisseder.
“Öfkeyle kalkan, zararla oturur” diye güzel bir sözümüz de var. Olayları enine
boyuna irdelemeden, emin olmadan öfkeyle hareket etmek bazen bizi mahcup duruma
düşürebilir. Dedi.
Hilm, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; bazen hak ararken ya da adaletsizliğe karşı
tepki olarak öfke duyar. Ancak öfkesini kontrol altında tutmalı ve öfkesinin mantığının
önüne geçmesine engel olmalıdır.”
Haya ayağa kalktı.
- Haya; utanma, hicab, ar, namus manalarına gelir.
Çirkin şeylerden nefsin daralması, edebe aykırı bir işin meydana çıkmasından
dolayı kalbin duygulanıp sıkıntı içinde kalması demektir. Bunun eseri hemen
yüzde belirmeye başlar. Dedi.
Utanmazlık butona bastı. Vicdan
söz hakkı verdi.
- Bir kere şu hayatta utanılacak ve pişman
olunacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Her şeyi denemek gerek. Yaptıktan sonra
da pişman olmanın bir anlamı yok. Deneyim ve tecrübe olarak değerlendirmek
lazım. Hiçbir şeyi sıkıntı etmeyin, rahat olun. Olan olmuş ne de olsa. Bir kere
bir düşünün çocukken ayıp, utanma yoktu. İçimizden geldiği gibi rahat ve özgür
hareket edebiliyorduk. Tüm bu utanma, sıkılma gibi şeyler toplumla beraber,
sonradan öğrenilerek ortaya çıktı. Bu düşünceler bizim gelişimimizi hep
engelledi. Kendimiz gibi davranamaz hale geldik. Bilinçaltımıza yerleşen bu
yasaklar, engeller bizde önyargılar geliştirdi. Oysa bir toplumun ahlaki
değerlerinin yasakladığı bir şeyin başka bir toplumda hiçbir önemi yok. Önemi
olmayan toplumlara bakıyorsunuz. Oradaki bireyler daha özgüvenli, daha özgür,
daha mutlu ve her şeyden önemlisi kişilik sahibi. Dedi.
Haya yanıt verdi.
- Çocukken saf, masum ve doğaldınız. Yaptığınız
hareketlerinizin içinde hesap kitap yoktu. Aslında ahlaka aykırı davranışlarınız
da yoktu. Bu yüzden bebekleri, çocukları severken ne kadar temiz, ne kadar
masum diye düşünürsünüz. Demem o ki; çirkin davranışlar, kötü huylar sonradan
öğreniliyor. Kişi yanılıp yanlışa düştüğünde; hemen vicdanı onu uyarıyor ve
utanma duygusu hissediyor. Bu duygu; kişinin aynı hatalı davranışı
tekrarlamaması için bünyesinde bulunan bir otomatik fren sistemidir. İyi huylar
ve güzel ahlak her insanın özünde vardır. Doğumunda bu güzelliklerle
bezenmiştir. Kötü huyları ise hayatına sonradan öğrenerek dahil etmiştir. Kişinin
nefsi ve şeytan bu katkıyı sağlayan başrol oyuncularıdır. Yanılıp nefsinize ve
şeytana uyduğunuzda hemen fren sistemi devreye girer. Yaptığınızın yanlış
olduğunu içten içe hissedersiniz. Huzursuzluk çöker üstünüze. Zaten vakti
gelince hatalı davranışlarınızın cezasını çektiğiniz bir senaryo yaşarsınız. Emin
olun bunun için mahalle baskısına ihtiyacınız yok. Tamamen özgür olduğunuz bir
ortamda bile olsanız, tek başınıza kaldığınızda bu pişmanlığı ve hayayı
kalbinizin derinliklerinde hissedeceksiniz. Bu insan olmanızın bir gereğidir.
Hayasızlık, insanı insanlıktan çıkarır ve hayvanlardan daha aşağıya düşürür. Diğer
bir fren sistemi ise toplumdur. Dünyanın neresinde olursanız olun; iyi insan
olmak benzer başarı faktörleriyle, vicdani değerlerle ölçülür. Dürüst olmak, adaletli
davranmak, muhtaçlara yardım etmek, nazik olmak, insanları sevmek, güler yüzlü
olmak vb. Söz konusu ahlaki değerlerin önem derecesi toplumdan topluma
farklılık gösterebilir. Bu değerlere uyulmamasının farklı toplumlarda farklı
yaptırımları olabilir. Bazı toplumlar; ahlaki değerlerine aykırı davranan kişileri
dışlar, bazıları kınar ve ayıplar, bazıları ise öldürebilir. Bu kişiler
cezalandırılacaklarını bildikleri için topluma aykırı hal ve hareketlerini
gizlerler. Böylelikle ahlaksızlığın yanı sıra yalancılık ve ikiyüzlülük de baş
gösterir. Durum öğrenildiğinde ve duyulduğunda; içinde bulunduğu toplum onu
cezalandırır. Eğer toplum kişiyi kazanmak adına bir çaba göstermezse, kişi
damgalanarak toplum dışına itilirse, bu kişi yaptığı yanlışı sürdürmeye devam
eder. Tam tersi bir durumu İngiltere’den örneklendirmek isterim. İngiltere
gelişmiş, çağdaş bir toplum olarak bilinmektedir. Caddelerinde, sokaklarında
uyulması gereken kurallar vardır, insanlar buna uyarlar ve sistem tıkır tıkır
işler. Ancak ahlaki değerler konusunda aynı özeni göstermezler. Bu konuda bireyleri
özgür bırakırlar. Bu öyle bir özgürlüktür ki cinsellik, alkol ve uyuşturucu
madde kullanımı, hamile kalma yaşı çok küçük yaşlara inmiştir. Zavallı çocuklar
oyun sandıkları birçok şeye küçük yaşta maruz kalmışlardır. Aileler ise
çocuklarına karışmamayı sürdürmektedir. Kısacası başıboş bırakılan ahlaki
sistem çökmüştür. Bu konunun geciken çözümü için televizyonlarda hem ailelere,
hem de küçük çocuklara yönelik eğitici ahlak dersleri yayınlanmaya başlamıştır.
Ahlak dersleri okullarda ders olarak okutulmaya başlanmıştır. Bu örnekle
beraber, üniversitede Davranış Bilimleri dersi hocamın yaptığı etkileyici
konuşma geldi aklıma. Hocam: “Bana kirleniyoruz diyorsunuz. Bana insanlık öldü
diyorsunuz. Öyle bir şey söylüyorsunuz ki sanki sizin dışınızda her şey kötü,
herkes yanlış. Hayır! Öyle değil. Siz de bu pisliğin bir parçasısınız. Böyle
sıyırılamazsınız sorumluluktan. Ülkenizde, dünyada yapılan her kötülükte,
ahlaksızlıkta, her vahşette sizin de payınız var. Hiç olmazsa ikiyüzlülüğünüzün
ve umursamazlığınızın payı var. Toplum olarak elinizi vicdanınıza koymalısınız.
Bir yerde bir yara görünce görmezden gelmek yerine onu sarmalısınız ki kangren
olmasın. Ahlaki değerleriniz zengin, fakir; güçlü, güçsüz; ünlü, ünsüz ayırt
etmemeli. Herkes için olmalı.” Demişti. Burada toplum olarak yapılması gereken
en doğru şey, çocuklarımızı sadece ilimle değil, ayrıca ahlaki ve dini
değerlerle birlikte yetiştirmektir. Bunun için şüphesiz en önemli görev anne-
babaya düşmektedir. Çocuklarımızın gözlerindeki ışığın (nurun) sönmesine
gönlümüz razı olmamalı. Onları hayırlı evlatlar olarak yetiştirmek için bilinçlendirmeli
ve ahlaki konularda eğitmeliyiz. Sevgi ve desteğimizle daima yanlarında
olmalıyız. Etrafımıza karşı da duyarlı olmalı, karşımızdakinin yanlışından kendimiz
utanabilmeli, arkasından konuşmak ya da alay etmek yerine, o kişiyi uygun bir
dille uyarabilmeliyiz. Dedi.
Haya, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi, hem kendisinin hem de başkalarının
yaptığı edebe aykırı tavır ve davranışlardan aynı derecede utanç duyar. Kendi
yaptıklarından pişmanlık duyar ve onları bir daha tekrarlamaz. Başkalarını ise
uyarır.”
Bu kez ayağa kalkan Hayır’dı.
Hayır’ın içine hiçbir çeşit kötülük işlemezdi. Üzerine sıçrayan kötülükleri
şöyle bir eliyle çırpması yeter de artardı bile.
- Hayır; iyilik demektir. Her helal olan mal ve
yarar da bir hayırdır. Allah’ın ihsanıdır. Allah rızası kazanmaya sebep olan
her güzel iş bir hayırdır. Herkes için iyilik istemek ruhun temizliğinden ileri
gelir. Bütün hayır işleri, hayırseverliğin bir eseridir. Dedi.
Kötülük butona bastı.
- Sanırım örnek vermek daha etkili ve açıklayıcı
oluyor. Ben de öyle yapacağım. Mesela konum olarak sizden üstün, varlık olarak
sizden zengin, ruh hali olarak sizden mutlu olan bir arkadaşınız veya akrabanız
var diyelim ki. Bu insanla bir araya geldiğinizde rahatsızlık hissetmeniz,
kendinizi aşağı hissetmemeniz mümkün müdür? Böyle hissetmiyorum diyen varsa
yalan söyler. Herkesi samimiyete davet ediyorum. İçinizden umarım benim halime
düşersin diye geçer. Ya da onun sahip olduklarına ben sahip olsaydım çok daha
iyi durumda olurdum dersiniz. Dedi.
Hayır bu sözlere çok üzüldü.
- Bahsettiğiniz kıskançlık ve kompleks kötülük
örneklerinden biridir. Kıskanç bir insana acımamak elde değil. Çünkü kıskanç
insan ateşten bir gömlek giymiş gibidir. Kıskançlığı en çok kendisine zarar
verir. Bu hem maddi, hem manevi zararları olan bir ruh hastalığıdır. Bunun yanı
sıra başkasının elde ettiği bir nimetin benzerine kavuşmayı istemek kıskançlık
değildir. Bu imrenmedir. Güzel bir özelliğe, iyi bir alimin ilmine de
imrenebilirsiniz. İmrenme ve kıskançlık arasındaki ince çizgiyi başkasının
kötülüğünü isteyip istememeniz belirler. Dedi.
Hayır, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; iyi insan olma hedefini gerçekleştirmek
için her zaman iyilik düşünür, iyilik yapar.”
Dostluk ayağa kalktı.
- Dostluk; iki ve daha çok kimseler arasında
meydana gelen samimi bir sevgi ve bağlılık demektir. Allah için olan dostluk
sonsuza dek devam eder. Dünya için olan dostluk da bir akan yıldız gibi
parlayıp söner. Dedi.
Düşmanlık butona bastı.
- Bir kere size kötülük eden birine de “Ah canım
ne iyi yaptın” diyecek halimiz yok herhalde. Bize kötülük edene kısasa kısas
aynı dille cevap vereceğiz herhalde. Şöyle bir köşeye sıkıştırın, bakın bakalım
bir daha yapıyor mu? Hani adaletten yana olacaktık? Hani haksızlığa karşı
koyacaktık? Niye bize taş atana biz çiçek atıyoruz ki, anlayamadım. Elimiz
armut mu topluyor? Dersini vermek gerek. Hele hele bana kötülük eden birinin
başına bir iş gelsin. Oh, işte o zaman değmeyin keyfime. Ne eğlenirim, ne mutlu
olurum. Dedi.
Dostluk, kendisine bakan nefret
dolu gözlere uzun uzun baktı.
- Birisi size bir kötülük yaptı. Siz de aynı
şekilde veya fazlasıyla karşılık verdiniz. Bu davranışınız kin ve nefreti
besler. O kişi muhtemelen size bir daha kötülük yapacaktır. Siz yine cevap
verirsiniz. Bu kısır döngü sürüp gider, birbirinizden hırsınızı bir türlü
alamazsınız. Yapılanlar unutulmaz daha
çok kinlenirsiniz, daha çok düşmanlık edersiniz. Öyle bir an gelir ki; yüz yüze
bakamaz, aynı ortamda oturamaz hale gelirsiniz. Oysa olay çığırından çıkmadan
engel olma şansınız vardı. Seçiminizi dostluktan yana yapabilir, karşınızdaki
kişinin uçuruma sürdüğü o arabaya binmeyebilirdiniz. Düşmanlığa iyilikle
karşılık verdiğinizi düşünelim. Bu tutumunuzu da karşınızdakinin olumsuz
davranışlarına rağmen sabırla sürdürdünüz. Bu durumda karşıdaki kişi davasından
vazgeçer ve bir müddet sonra kendi vicdanına yenik düşer. Bununla ilgili ülkemizde de pek çok örnek
bulunmaktadır. Örneğin; sağ-sol çatışmaları, türk-kürt sorunu, kan davaları… Bu
olayları değerlendirirken her iki tarafında birbirini kanattığını unutmamak
gerekir. Bu olaylarda kin ve nefret beslendikçe beslenmiş, artık sağlıksız bir
obez haline gelmiştir. Eğer düşmanca tutumlar yok sayılmadan, hoşgörüyle ele
alınıp, sarpa sarmadan çözümlenirse; canlar yanmaz. Eskiden dış mihraklar,
koynumuzdaki yılanlar denirdi. Ne hikmetse onlar bozarlardı araları, olayları
onlar çıkarırlar ve ülkeyi karıştırırlardı. Oysa insanlar sırt sırta verdiğinde
aralarını kimse bozamaz, oyuna gelmezler. Hiçbir fesat, hiçbir düşmanlık dostluklarını
etkilemez. Dostlar; “O benim için öyle bir şey söylemez” der. “Onu tanırım,
öyle bir şey yapmaz. Aramızı mı bozmaya çalışıyorsunuz?” Der. Gelelim
başkasının üzüntüsünden ötürü sevinmeye. Adalet ve haksızlıktan
bahsediyorsunuz. Eğer bu kavramlara olan inancınızda samimi iseniz bu
kavramların size düşmanlık eden kişiler için de geçerli olduğunu bilirsiniz.
Üzücü bir olaya sevinmeniz, bununla eğlenmeniz sizi zalim yapar. Hem
mutluluğunuzu başkasının mutsuzluğuna bağlamanız ne kadar da acınacak bir ruh
halidir. Allah’ın bu konudaki adaletini gösteren güzel bir hadis-i şerifi
paylaşmak isterim. “Kardeşinin kötü haline sevinme; sonra Allah ona merhamet
eder de, seni belaya düşürür.” Dedi.
Dostluk, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; iyi bir dost olur ve kendisi gibi iyi
dostlar edinir.”
Zikir ayağa kalktı.
- Zikir; anmak ve hatırlamak anlamındadır. Yüce
Allah’ın kutsal isimlerini anmak dinimizce vacip olan bir görevdir. Yüce
Allah’ı zikretmek, ya büyüklüğünü düşünmekle olur ki; bundan yüceltme meydana
gelir. Ya da Allah’ın sonsuz gücünü düşünmekle olur. Bundan da korku ve hüzün
doğar. Bir de nimetlerini anmakla olur ki; bundan şükür ve hamd meydana gelir.
Yahut pek acayip ve üstün olan eserlerini düşünmekle olur. Bundan da uyanma ve
ibret alma yüz gösterir. Dedi.
Zikir, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; Allah’ı her gün zikreder, böylelikle kalbini
boş bırakmaz.”
Zikir konuşmasını bitirdikten
sonra söz isteyen kimse olmadı. Sıra Rıfk’taydı.
- Rıfk; yumuşaklık, yavaşlık, nezaket ve
tatlılıkla iş yapmak, sonu güzel olan bir şeye güzelce boyun eğmek
anlamındadır. İnsan, yumuşaklık sayesinde en güç neticeleri bile elde edebilir.
Dedi.
Kabalık butona bastı. Vicdan söz
hakkı verdi.
- Katılmıyorum. Bir kere sözünü esirgemeyeceksin.
Dobra dobra olmak gerek. Bence bu bir dürüstlük göstergesidir. Hem dürüst
olalım diyoruz hem doğruları söylemiyoruz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Bu ikiyüzlülük değil de nedir? diye sordu.
Rıfk hemen yanıtladı:
- Söylediğiniz her sözün doğru olması dürüstlük
gereğidir. Ancak her doğru her yerde ya da her zaman söylenmez. Dobra dobra
olacağım derken patavatsızlık yapmış, kalp kırmış olursunuz. Kavak bile dik ve
doğrudur ama rüzgar esince esner. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” derler.
Bir sözü söyleyiş üslubunuz, söylediğiniz söz kadar önem taşımaktadır. Eğer
doğru bir üslup kullanırsanız, karşınızdaki karşılığı da olumlu olacaktır. Buradaki
püf nokta; nezaketli, saygılı, yumuşak bir dil kullanmanızdır. dedi.
Rıfk, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; konuşurken yumuşak, nazik ve tatlı bir
dil kullanır.”
Sa’y ayağa kalktı.
- Sa’y; çalışmak, bir amacın elde edilmesi için
gereken gücü harcamaktır. Kişi emek harcadığı kazançtan zevk alır, ancak bu
kazancın bereketini görebilir. Dedi.
Miskinlik butona bastı. Butona
basma konusunda gösterdiği gayret takdire şayandı.
- Bir kere şahsen çalışma gereği duymuyorum. Armut
pişer ağzıma düşer. Aç değilim açıkta değilim. Babadan, anadan kaldı bir
şeyler. Onları sattım, faiz geliriyle geçinip gidiyorum. Çalışmak şöyle dursun,
gezmeye bile üşeniyorum bazen. Azıcık aşım, kaygısız başım. Piyango ve diğer şans
oyunlarını hep oynarım. Bir gün kesin bana çıkacak. Umudumu hiç kaybetmem. Yani
hayat bana güzel. Bence zengin olsa kimse çalışmaz. Çalışmak ihtiyaçların karşılanması
için gerekli bir mecburiyettir. Dedi.
Sa’y yanıt verdi.
- Tembellik, gevşeklik, umursamazlık, miskinlik
gibi özellikler dinimize aykırıdır. İnsan hak olan şeyleri elde etmek için
düzenli bir çalışma ve gayret sahibi olmalıdır. Kuran-ı Kerim’de şöyle
buyurulur: “İnsan için çalıştığından fazlası yoktur.” Piyangodan, şans
oyunlarından, faizden gelir elde eden kişilere baktığınızda; kazançlarının
bereketinin olmadığını görürsünüz. Çoğu batmıştır, türlü türlü sebeplerden
ötürü paraları eriyip gitmiştir. Hiçbiri zengin olamamış, hayırsız para suyunu
çekmiş, göz açıp kapayana kadar bitmiştir. Oysa kişinin üreterek, emek
harcayarak, alın teriyle kazandığı her kuruş helaldir, kıymetlidir. Değerini
yitirmediği gibi, bereketlenir. Eğer dediğiniz gibi kişiler zengin olduklarında
çalışmasaydı, zenginler çalışmazdı ki gerçek böyle değil. Tam tersine zenginler
çalışmaktan vazgeçmiyorlar. Çünkü çalışkanlık için zengin, fakir gibi bir ayrım
yoktur. Çalışma, üretme, bir işe yarama arzusu insanlar için bir ihtiyaçtır. Dedi.
Sa’y, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; hedeflerini gerçekleştirmek için azimli
ve düzenli olarak çalışır.”
Ayıpları Örtmek, ayağa kalktı.
- Ayıpları örtmek; insanların kusurlarını örtmek,
görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak demektir. İnsan kendi kusurunu
görüp, düzeltmeye çalışmalıdır. Ancak uygunsuz işleri hiç çekinmeksizin yapıp
duran günahkar kimselerin bu çirkin hallerini arkalarından söylemek dedikodu
sayılmaz. Bu söyleme ile çirkin işler kötülenmiş, küstahça hareket ederek
ahlaka uymayan şeyleri açıkça yapıp duran kimselerin bu rezaletini söylemek,
toplumsal anlayışın güzel bir tepkisidir. Yeter ki; bu söyleyiş şahsi bir
kırgınlık neticesinde olmasın. Dedi.
Dedikodu bastı butona.
- Şimdi bazı şeyler kişinin yüzüne karşı
söylenmiyor. Bir kere kırılabilir, bozulabilir. Mesela kimisi vücuduna uygun
giyinmeyi beceremiyor, kimisinin ailevi sorunları duyuluyor, kimisinin kafası
pek basmıyor, vb. Hele dediğiniz gibi ahlak dışı bir hareketi duyulursa, onu
havada karada arkasından konuşuyoruz. Yani bunları konuşmakta ne sakınca
olabilir? Sonuçta kimseye bir zararı yok. Hem birbiriyle ilgili konuşmak kadın/erkek
ayırt etmeksizin herkesin hep yaptığı bir şey. Birbirimizden haberdar oluyoruz.
Sonuçta senin ne söylediğin değil de, başkasının senin hakkında ne konuştuğu
önemli. Bu çok önemli bir şey. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, derler. Öyle
değil mi? Dedi.
Ayıpları örtmek söz aldı.
- Açıkçası dedikoduyu masum gösterme çabanız bende
pek karşılık bulmadı. Başkalarının kusurlarını arkasından söylemek dedikodudur.
Öyle ki; bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip
yürümesine varıncaya kadar bir kusurunu dil, göz veya el ile işaret ederek
göstermek de dedikodudur. Çünkü bahse konu kişinin bunları duyunca üzüleceğine
şüphe yoktur. Dedikodunun sorumluluğundan kurtulmak için mümkünse dedikodu
edilen kişiden helallik dilemeli, özür dilenmelidir. Bazı alimler, dedikodudan
pişmanlık duyup, tövbe etmenin yeterli olacağını savunurlar. Çünkü durumu haber
verip, dedikodu edilen kişiden helallik dilemek; bir üzüntüye, bir dargınlığa
sebebiyet verebilir. Ancak o kimse o
dedikodudan haberdar olmuşsa, o zaman kendisinden özür dileyerek helallik istemek
gerekir. Ahlak dışı davranışlara ilişkin dedikodu yapılmasına gelecek olursak. Ahlak
dışı davranış iddiası çok ciddi bir iddiadır. İnsanlar namusları için yaşarlar.
Bunu dillendirebilmeniz için daha önce söylediğim üzere aleni olması, gözünüzle
görmüş olmanız gerekir. Başkalarına yapmadıkları kusurları yüklemek, iftira
atmaktır. İftira durumunda kişiden
helallik almak, tövbe etmek cezada indirim sağlasa da; yeterli olmamaktadır.
Dedikodu bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığından, iftiranın telafisi mümkün
olmaz. Kul affetse bile, Allah affetmez. Konuyu toparlamak için müsaadenizle bir
hadis-i şeriften yardım almak istiyorum. “Ne mutlu o kimseye ki; kendi
kusurlarıyla uğraşmaktan başkalarının kusurlarını görmeye vakti kalmaz.” Dedi.
Sıra Şefkat’a geldi.
- Şefkat; korku ile karışık merhametten ileri
gelen acıyıp esirgeme halidir. Başkalarının başına gelen veya gelmesi düşünülen
kötü bir hal karşısında kendisini gösterir. Şefkat; temiz ve saf kalpli
insanların bir özelliğidir. Dedi.
Acımasız butona bastı. Vicdan söz
hakkı verdi.
- Madem atasözleri ile başladınız, hemen ben de
birkaç tane patlatayım. “İyilikten maraz doğar.”, “Acıma acınacak hale
düşersin.” Uzun lafın kısası; şefkat ve merhamet zayıflıktır. Genelde bu
zayıflığı da çok güzel suiistimal ederler. Acımayacak, yılanların başını
ezeceksin. Dedi.
Şefkat söz aldı.
- O zaman ben de size bir atasözü ile yanıt
vereyim. “İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik (Allah) bilir.” Acıma ve
merhamet duyguları zayıflık değil, tam tersine en cesur ve en yüce duygulardan
biridir. Ayrıca bu duygular çok vefalıdır. Siz şefkatli davranırsanız, zamanı
geldiğinde aynı sıcaklıkla sizi kucaklarlar. Yapılan hiçbir iyilik, merhamet
karşılıksız kalmaz. Dedi.
Şefkat, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; insanlara ve doğadaki tüm canlılara karşı
her zaman şefkatle yaklaşır.”
Sabır ayağa kalktı.
- Sabır; acıya katlanmak, bedene uygun düşmeyen
hallere telaş göstermeksizin karşı koymaktır. Sabrın sonu selamettir,
başarıdır. Sabır acıdır, fakat meyvesi tatlıdır. Dedi.
Sabırsızlık söz istedi. Vicdan
müsaade etti.
- Ne demek istediniz anlayamadım. Ne yani şimdi
her şeye sabır mı göstereceğiz? Ya din ve ahlakla çelişirse? Yine de
Allah’tandır, başım gözüm üstüne mi diyeceğiz? Mesela bir temel ihtiyacımız
var. Elimizde bu ihtiyacı karşılama gücümüz olmasına rağmen sabır mı edeceğiz?
Kötülüklere bile Allah’tandır deyip sabır mı göstereceğiz? diye sordu.
Sabır cevap verdi.
- Haklısınız.
Yaptığım açıklama eksik oldu. Benim hatam. Dine ve ahlaka uymayan şeyler için
sabretmek doğru değildir. Bunlara karşı kalben bir acı duyulması, mümkün ise
mücadele edilmesi gerekir. Kovalanması mümkün olan kötülüklere veya kavuşulması
mümkün olan ihtiyaçlara da katlanmak sabır değildir, miskinliktir. Peygamber
Efendimiz konuyla ilgili şöyle buyurmuştur. “Allah’ım! Ben acizlikten ve
tembellikten sana sığınırım.” Ancak unutmayın ki; haksızlık ve adaletsizlik
dışında kalan her şeye sabredecek güce sahipsiniz. Bir ayet-i kerime şöyle buyurur.
“Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” Dedi.
Sabır, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; başına gelen, gücünün yetmediği kötü
olaylardan Allah’a sığınır ve sabreder.”
Bu kez de sırası gelen Sıla-i
Rahim ayağa kalktı.
- Sıla-i Rahim; akrabayı arayıp sormak, akrabanın
kusurlarını bağışlamak, muhtaçlara yardım etmektir. Akraba ile görüşmek,
sohbette bulunmak, kendilerine selam ve hediye göndermek sıla-i rahim sayılır.
Yakın bulunan akrabayı, mümkün ise bulundukları yerlere gidip ziyaret etmek,
uzak akraba ile de yazışmak gerekir. Dedi.
Sıla-i Rahim, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; akrabalarını arayıp sormak, onlarla
ilgilenmekle mükelleftir.”
Butona basan olmayınca Zarafet
ayağa kalktı.
- Zarafet; incelik, kibarlık, ince zeka eseri hoş
söz ve işleri yapma gibi özellikleri içeren bir huydur. Yaratılışta olan
zarafetler ölçüyü taşırmamak şartıyla iyidir. Fakat her işte ve her sözde
zarafet göstermeye çalışmak ciddiyete aykırıdır, hafiflikten ibarettir. Onun
için de bu hususta aşırıya kaçmamalıdır. Dedi.
Zarafet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; günlük hayatında gerek sözlerinde, gerek
davranışlarında ölçülü bir zarafet içerisinde olmalıdır.”
Herkes Kabalık’a baktı. Ama o
butona basmadı. Bunun üzerine Azim ayağa kalktı.
- Azim; bir işe kesinlikle niyet etmek, bir işi
yapmaya kalbi bağlayarak yönelmektir. Elbette azmin haklı gayretler uğruna
olması gerekir. Dedi.
Tereddüt butona bastı.
- Peki diyelim ki ne istediğimizden tam olarak
emin olamadık. Bazı korku ve kaygılarımız var. O zaman da böyle kararlı
davranabilir miyiz? Diye sordu.
Azim:
- Önce hedefinize karar vermelisiniz. En kötü
karar bile kararsızlıktan iyidir. Koyduğunuz hedefe ulaşabilmek için istikrarlı
ve azimli bir şekilde adım adım ilerlemelisiniz. Bunu yaparken en önemli püf
nokta hedefinize kilitlenmeniz, tüm enerjinizi hedefinize harcamanızdır. Bu
süreçte korkuya kapılır, kaygı duyar ya da tereddüt ederseniz sizi başarıya
ulaştıracak zamanı boşa harcamış olursunuz. Dedi.
Azim, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; hedeflerine ulaştıracak işleri azimle
yapar, sonuca ulaşana kadar kararlılığını sürdürür ve asla pes etmez.”
Aşk ayağa kalktığında; cazibesi
karşısında önce herkes sersemledi, sonra büyüsüyle büyülenip onu dinlemeye
koyuldular.
- Aşk; fazla sevgi ve ilgiden dolayı bir şey
hakkında kalbin pek ziyade ilgi ve çekicilik kazanmasıdır. İnsanın kalbi,
maddeten veya manen güzel ve lezzetli bulduğu şeylere yönelir. Bu yönelme;
ılımlı olursa Muhabbet, kuvvetli olursa Aşk adını alır. Ölümlü varlıklara ve
geçici güzelliklere karşı aşk derecesindeki yönelme hali, kalbin gevşekliğinden
veya düşüncenin (aklın) noksanlığından kaynaklanır. Gerçek aşk, Rahmani
aşktır. Dedi.
Kin butona bastı ve söz aldı.
- Ne kadar doğru söylediniz. İnsanların birbirlerine
duydukları, sonra da “Geçti şimdi.” dedikleri sözde aşklarına inanmıyorum.
Sanki grip olmuşta, iyileşmiş. Böyle mantıksız ifadeler beni sinir ediyor. Ne
zaman başladı ne zaman bitti. Ama bence açıklamanız eksik oldu. Çünkü ben aşkın
hiçbir türlüsüne inanmıyorum. Öfke, kin, nefret gibi güçlü duygular gerçekler,
varlar ve varlıklarını bize hem maddi hem manevi olarak hissettiriyorlar. Dedi.
Aşk:
- Aslında sizi anlıyorum. Daha önce aşkı tatmamış
birine aşktan bahsetmek, onu tarif etmek çok zordur. Anlam veremiyorsunuz ve aşk
için karşılık beklemeden yapılan fedakarlıklar size mantıklı gelmiyor. Ancak bu aşkın insanlarda
hayat bulduğu, var olduğu gerçeğini değiştirmez. Anlayabilmeniz için önce
kalbinizin yumuşaması gerekir. Sonra kalbinizdeki kirden, tortudan
kurtulmalısınız. Çünkü aşk için saf ve temiz bir zemine ihtiyaç vardır. Aşık,
hissettiği kuvvetli sevginin karşılığını beklemez. Sevgiliye karşı yapılan tüm
davranışlar kalpten gelir ve engel tanımaz. Aşık; Sevgilisi dışında hiçbir
şeyi, hiç kimseyi görmez. Böylesi bir adanmışlıkla yalnız O’nun karşısında
boyun eğer. Sevgilinin dilek ve istekleri O’nun için emirdir. O’nu memnun
edebilmek için her fedakarlığı çekinmeden yapar. O’nu üzecek davranışlardan
korkar, kaçınır. İşte gerçek aşk budur. Dedi.
Aşk, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi, yaratanına sonsuz bir aşk ile bağlanır.
Bu derin aşk ile O’nun emir ve yasaklarına uyar, güzel ahlakıyla onu memnun
eder.”
Sıra İsmet’e geldi.
- İsmet; günahlardan kaçınma huyuna sahip olmak,
Hak Teala’nın korkusu ile bütün çirkin şeylerden geri durmak demektir. Kötü
şeylerden uzakta kalmak da, Yüce Allah’ın bir koruması olduğundan bir ismet
sayılır. İnsanın asıl güzelliği ve şerefi kazandığı ismet sayesindedir. dedi.
Günahkarlık butona bastı.
- Dinimizde günah sayılan birçok şey dünyanın bize
sunduğu çeşitli lezzetler. Bu lezzetlerin tadına varmazsanız gözünüz açık gider
benden söylemesi. Bence günah diye tanımlanan birçok şey abartıdan ibaret.
Dozunu kaçırmadan her şeyi yaşamak gerek.dedi.
İsmet yanıtladı.
- Günah işlemek nefsinize hoş gelebilir. Şeytan
sizi günah işlemeniz için destekleyip, teşvik edebilir. İnsan günahlara ufak
adımlarla yaklaşır. Günahlar arttıkça, kişiye daha fazlasını yapacak cesaret
gelir. Zamanla günahlar normalleşir ve alışkanlık haline gelir. Ancak size
zevkli, lezzetli gelen bu haller, sonunda size zarar verecektir. Günahlarla
birlikte bedeniniz yıpranacak, ruhunuz kirlenecek, yüzünüzdeki ışık zamanla parlaklığını
yitirecektir. Hesap vakti geldiğinde sığındığınız günahlar, sizi sırtınızdan
bıçaklayacak ve “Bizim suçumuz yok. Herkesin hür iradesi ile seçim hakkı vardı.
Şeytana ve nefsine uymasaydı.” Diyeceklerdir. Aksini düşündüğünüzde;
günahlardan sakınmanız, ruh ve beden güzelliğinizi koruyacak, hem madden hem
manen yıpranmanızı önleyecektir. Dedi.
İsmet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; beden ve ruh sağlığını korumak, Allah’ın
rızasını kazanmak için günah olan her türlü durum ve davranıştan sakınır.”
İffet ayağa kalktı.
- İffet; namus, nefsi hayvani sarkıntılıklardan
engellemek huyudur. Ruhların temizliği iffetlidir. Dedi.
Fuhuş, utanmaz tavırlar
içerisinde pişkin pişkin butona bastı. Vicdan söz hakkı verdi.
- İnsanların bazı temel dürtüleri ve ihtiyaçları
vardır. Bu ihtiyaçlar…diye sözlerine devam edecekken vicdan hemen sözünü kesti.
- Ne demek istediğinizi tahmin ettik. Şimdi
müsaadenizle İffet konuşmasını bitirsin. Süremiz daralıyor. Belki siz de o
sırada üzerinize toplantı adabına uygun bir şeyler giymek istersiniz. Dedi.
Fuhuş:
- Yok. İçim bayıldı burada. Çok sıkıcı. Ben toplantıdan
ayrılmayı yeğlerim. Dedi ve toplantı salonunda çıkmak için yola koyuldu.
Tüm bu olaylar yaşanırken İffet
ciddiyetle başını öne eğdi.
- İffetsiz kimseler, zehirli mikroplardan daha
zararlı yaratıklardır. Kendisinden uzaklaşmak gerekir. Ar damarı çatlamış olan bir
kişinin hiçbir şeyden korkusu, çekinmesi yoktur. Kendinizi yakışıksız bir
durumda bulmamak, değerinizi düşürmemek için böyle kimselerden uzak durmakta
fayda vardır. Ancak elbette kimseden umut kesilmez. Böyle kimselerden
dualarınızı eksik etmeyiniz. Onları hidayete (doğru yola) erdirmesi için
Allah’a dua ediniz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben
senden dünyam, dinim, ehlim ve malım hakkında iffet dilerim.” Dedi.
İffet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Namus; kişinin en temel hak ve sorumluluğudur.
Kişi; namusunu korumak için özenli davranır, edepsiz kişilerden uzak durur.”
Af ayağa kalktı.
- Af; bağışlamak, suçtan geçmek, günahkar kimse
hakkında layık olduğu azarlamayı bir lütuf olarak terk etmek anlamındadır.
Şüphe yok ki; affın zevki, intikamın zevkinden daha çoktur. Dedi.
İntikam butona bastı. Vicdan söz
hakkı verdi.
- Madem ismim geçti, bana da söz hakkı doğdu. Bir
kere her şeyi affetmek mümkün değil. Öyle büyük suçlar var ki; affı mümkün
değil. Eğer affederseniz bu o kişinin yanına kar kalır. Sizin affetmedeki
gayenizi anlayacak kapasitede bir kimse olmayacak. Boş yere affetmiş
olacaksınız. Kötülük yapanların yanına kar kalacak ve daha fazlasına cesaret
edecekler. Bunun için de size karşı suç işleyen, kötülük eden kişilerin mutlaka
cezalandırılması gerekir. Bu cezanın verilmesinde ilahi adalet ve hukuk devreye
girse bile yeterli olmayacaktır. Cezasını misliyle kendi ellerinizle vermeli,
intikamınızı almalısınız. Dedi.
Af yanıt verdi.
- Öncelikle bazı ağır suçları affedemeyebilirsiniz.
En temel haklarınızdan biri fütursuzca çiğnenmiş olabilir. Örneğin; hırsızlık,
tecavüz, cinayet, vb. Bu cezalara sizin de belirttiğiniz üzere idari ve ilahi
adalet sistemi mutlaka gereken cezayı verecektir. Sizin verilecek cezalara
rağmen affedip, affetmeme hakkınız bu cezalardan bağımsızdır. Size karşı ister
büyük bir suç, ister küçük bir kusur işlenmiş olsun; hatalı olan taraf pişman olabilir
ve sizden af dileyebilir. Kin, nefret ve intikam gibi duygular elinizi,
dilinizi ve en önemlisi kalbinizi bağlamışsa, onu bir türlü affedemezsiniz. Oysa
ruhunuzun özgür kalmasının, huzur bulmanızın en güzel yolu affetmektir. Şöyle
bir düşünün. Yüce Allah ne ağır suçları, ne günahları yürekten gelen bir tövbe
ile affedebilmişken, sizin affedememeniz şaşılacak şeydir. Affedilen kişi
gösterdiğiniz büyüklük karşısında yaptığından utanır, iyi insan olabilmek için
ikinci bir fırsat yakalar. Bu anayasayı Allah’ın razı olacağı iyi insanlar
olmak için hazırladığımızı unutmayınız. Öyleyse yazılan her madde herkese hitap
etmelidir. İnsanlar geçmişteki hatalarından ders alarak; kendilerine
hatalarının gölgesinde değil, ışığında bir gelecek hazırlayabilirler. İnsanlar
değişebilirler ve yanlış taraftan doğru tarafa geçebilirler. Dedi.
Af, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; kendisine haksızlık eden kişilerin pişmanlık
duymaları ve af dilemeleri durumunda onlara karşı kayıtsız kalmaz, onları affeder.”
Af sözlerini bitirip oturunca,
sırası gelen Ahd ayağa kalktı.
- Ahd, söz vermektir. Gözetilmesi gereken
sözleşmeye de Ahd denir. Ahdin (sözleşmenin) gereğine uymak gereklidir. Verilen
sözü yerine getirmemek bir zulüm çeşididir. İnsanlar verdikleri sözde
durmalıdırlar. Verilen bir sözde, haklı bir sebep olmaksızın durmamak insanın
kıymetini ayaklar altına alacak büyük bir alçaklıktır. Dedi.
Sahtekarlık butona bastı. Vicdan sahtekarlığa
söz hakkı verdi.
- Bazen insan zaruri sebeplerden ötürü sözünü veya
akdini feshedebilir. Ya da biraz daha açık konuşayım. Daha iyi bir fırsat yakaladıysanız,
elde ettiğiniz kazancı kendiniz için daha yararlı şeylere yönlendirecekseniz
akdin ne önemi kalır. Bu uğurda karşınızdakine güven vermek adına bazı pembe
yalanlar söylemeniz gerekmiş olabilir. Bu ortağınızı yarı yolda bırakmak değil
ki. Benim kimseyle göbek bağım yok, işte duygusallığa yer yok, iş iştir. Göbek
bağım olan kişilerle bile karşı karşıya gelsem önce kendimi ve çıkarlarımı
düşünürdüm. Kendim iyi durumda olmazsam etrafıma ne yararım olur. Dedi.
Ahd, alkışladı sahtekarlığı.
- Neredeyse hepimizi ikna ediyordunuz. Paradan
daha önemli olan iki unsur vardır. Biri güven, diğeri itibardır. Dostluğun,
alışverişin, karşılıklı ilişkinin, iletişimin, anlaşmanın devam edebilmesi için
bu iki unsurda istikrarlı olmak zorundasınız. Aksi halde günü birlik kazançlar
uğruna bindiğiniz dalı kesersiniz. Karşılıklı imza altına alınan sözleşmelere
uymamanız itibarınızı zedeler ve size karşı güven duygusunun yok olmasına sebep
olur. Sahtekarlığınız tez duyulur ve başkaları da sizinle sözleşme yapmak
istemezler. Şimdiye kadarki siciliniz, bugüne kadar ki trendiniz; gelecekteki
konumunuzu belirler. Bahsettiğiniz o pembe yalanlar elbet bir gün ortaya çıkar.
Ne de olsa yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yaptığınız sahtekarlık,
yalancılık yüzünden zamanı gelince dostlarınız, toplum, vicdanınız ya da hukuk
sistemi sizi yargılar. Sonunda hak ettiğiniz cezayı çekersiniz. İyi bir tüccar,
müşterisinde güven duygusu yaratır. Öyle ki; para kaybetmeyi müşteri kaybetmeye
tercih edecek kadar akıllıdır. Bir Dış Ticaret hocasının derste anlattığı bir
örneği sizinle paylaşmak isterim. Bir ülke Japonlara Zeytinyağı satımına
ilişkin bir ihracat sözleşmesi imzalar. Bu ülke daha önce Japonlara zeytinyağı
satmamıştır. Bu anlaşma ile gelecek dönemlerdeki zeytinyağı ihracatları için Japonya’nın
kapılarının aralanması planlanmaktadır. Japon Kültürü dürüstlüğe oldukça önem
vermektedir. Japonlar, ilk parti zeytinyağını alırlar ve çok memnun kalırlar.
2. Partiden de gayet memnundurlar. Sıra 3. Partiye gelir. Japonlar kalite
yönetim sistemleri gereği her teslim aldıkları partiden rastgele numune alarak,
laboratuvara incelemeye göndermektedirler. 3. Partide zeytinyağına fındık yağı
karıştırıldığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Japonlar acil toplantı talebinde
bulunur. Toplantıda utanç tablosu olan laboratuvar raporlarını gösterip,
sözleşmeyi iptal ederler. Bu sahtekarlıktan sonra bu ülkeden bir daha
zeytinyağı almayacaklarını, eski güvendikleri pazarla yollarına devam
edeceklerini söylerler. Bu sahtekarlığın faturası o şirkete değil, tüm ülkeye
mal olmuştur. Gelecek dönemlerde Japonya’ya gerçekleştirilecek satış rakamları,
Zeytinyağı pazarının o ülkeye kayması durumunda elde edilecek faydalar toplamda
düşünüldüğünde zararın ne kadar vahim bir boyutta olduğunu anlamak zor olmasa
gerek. İşin ahlaki boyutu dışında; karşınızdakini aptal
yerine koymaya çalışmanız en büyük aptallıktır. Hele ki bu devirde…dedi.
Sıra Fazilet’e gelmişti. Fazilet
ayağa kalktı.
- Fazilet; ilim ve irfan bakımından olan yüksek
dereceye ve ahlak görevlerine bağlanmaktır. Eş anlamlısı erdemdir. Erdem;
ahlakın övdüğü iyilik, acıma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi
niteliklerinin tamamını içerir. Şimdiye kadar öğrendiğimiz birçok güzel ahlak
sıfatını kapsayan kocaman bir küme gibidir. Dedi.
Fazilet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; insanlık özelliği gereği erdemli
davranışlarla donanır.”
Butona basması beklenen alçaklık
butona basmadı. Bunun üzerine Feraset ayağa kalktı.
- Feraset; zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça
anlayış kabiliyeti, bir insanın ahlak ve davranışını yüzünden anlamak halidir.
Feraset iki türlüdür. Biri, bir çeşit ilham eseridir ki, sebebi bilinmeksizin
meydana gelir. Diğeri kazanılan bir haldir ki, çeşitli huylara dair bilgi
edinmek sebebiyle olur. Dedi.
Anlayışsızlık butona bastı.
Vicdan söz hakkı verdi.
- Ben tam olarak anlamadım. Benim ne düşündüğümü
nerden bilecek ki, telepati mi kuracak, zihnimi mi okuyacak? Diye sordu.
Feraset:
- Feraset sahibi insanların yanında uyanık olmalı,
edeb ve fazilete aykırı şeylerden kaçınmalıdır. Çünkü onlar sizi halinizden,
hareketinizden, tavrınızdan ve davranışlarınızdan anlarlar. Bu anlayışa iki
özellikten biri sebep olur. Ya insan sarrafı olmuşlardır. Ya da hisleri
kuvvetlidir, yani onlara kalpten kalbi görme yeteneği bahşedilmiştir. Anlayışsızlık
ise, zekadan yoksunluk demektir. Dedi.
Feraset, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; karşısındaki insanın ahlakını,
davranışından ve yüzünden anlayacak zeka ve yetenekte olmalıdır.”
Kadirşinaslık ayağa kalktı.
- Kadirşinaslık; herkesin gerçek yerini ve
değerini bilip, hakkında ona göre işlem yapmaktır. Sosyal hayatta değer
bilmenin büyük bir önemi vardır. Kıymet bilen milletler arasında ilim ve hüner
sahipleri çoğalır. Kadir ve kıymet bilmeyen milletler ise, bilgi ve marifetten
yoksun kalırlar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur. “İnsanları kendi
yerlerine indiriniz. (herkese derecesine göre davranın)” Dedi.
Değer Bilmezlik bastı butona.
- Hem herkes eşittir diyorsunuz, hem de ne kadar
ekmek o kadar köfte diyorsunuz. Bu samimiyetsiz bir çelişki değil de nedir?
Öyle yapacağınıza benim gibi yapın, hiç risk almadan hepsini eşit görün, yani kimseye
değer vermeyin. Böylece “Şimdiye kadar ki pişmanlığım herkese güvenmek, değer
vermek, kendim gibi bilmek.” Deyip durmaktan vazgeçersiniz. Şu yeryüzündeki
hiçbir şey vereceğiniz en ufak değeri bile hak etmez. Bir kere değeri, sevgiyi
taşımak zordur. Ağır gelir, kaldıramazlar. Ya nankörlükle karşılık bulur ya da
karşınızdaki kendini kaf dağında görür sizi beğenmez. Dedi.
Kadirşinaslık yanıt verdi.
- Sizin kadar ümitsiz olduğumu söyleyemem.
İnsanları tanımanın, test etmenin çeşitli yolları vardır. O kişiyle yemeğe
çıkabilirsiniz, beraber alışverişe gidebilirsiniz, önemsiz bir sırrınızı
paylaşabilirsiniz, arkadaşlarıyla ve ailesiyle tanışabilirsiniz,
arkadaşlarınızla ve ailenizle tanıştırabilirsiniz. O kişiden deneme amaçlı
olarak borç isteyebilirsiniz, vb. Bu liste böyle uzar gider. Karşınızdakini değer
açısından derecelendirebileceğiniz birçok yöntem var. Herkesi değersiz kabul
etmek sizin için büyük bir kayıp olacaktır. Değerli, kıymetli insanları bu
davranışınızla kaybedebilirsiniz. Gerçekten değerli ve akıllı bir insan
kendisine verilen değeri anlayıp, taşıyabilecek özelliktedir. Daha güzeli verdiğiniz
değeri size yansıtacak, size destek olup gelişiminize katkı sağlayacaktır. Size
değer veren, dostane yaklaşan insanları hemen itmeyin, onları tanımaya çalışın.
Dedi.
Kadirşinaslık, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; herkese değer derecesine göre davranır. İnsanları
olumlu/olumsuz önyargılarıyla değerlendirmez. Onları tanımak ve onlara değer
biçmek için kendisine süre tanır.”
Kanaat ayağa kalktı.
- Kanaat; kısmete razı olmak, yemek ve içmek gibi
şeylerde tutumlu olarak orta bir halde hareket etmektir. Kanaat’ı doğru anlamak
çok önemlidir. Kanaat; mutlaka az ile yetinip tembellik içinde yaşamak
değildir. Hırsla hareketten kaçınmak, başkalarının nimetlerine göz dikmeyip
hakkına razı olmak ve bir gönül huzuru ile yaşamaktır. Gerçekten kanaat sahibi
olan bir kimse işlerini yoluna koyar. Başkalarına muhtaç olmaktan kurtulur.
Hazinelere sahipmiş gibi şeref ve huzur içinde yaşar. Dedi.
Savurganlık butona bastı. Vicdan
söz hakkı verdi.
- İnsan ihtiyaçları sınırsızdır zırvalığıyla
başlamayacağım. Benim ortaya çıkış felsefem biraz daha farklı. Bu dünyaya bir
daha gelmeyeceğiz. Üç günlük ölümlü dünya sonuçta, kazık çakacak halimiz yok.
Bu kısıtlı sürede bence içimizden nasıl geliyorsa öyle yaşamalıyız. Kendimizi
hiçbir konuda engellememeliyiz. İstediğimiz kadar yemeli, içmeli, gezmeli,
harcamalıyız. Dedi.
Kanaat söz aldı.
- Elbette yemek, içmek, gezmek, harcamak herkesin
en doğal hakkıdır. Ancak, bir şeyi boş yere dağıtmak, uygun olmayan yerlere
harcamak savurganlıktır. Bunlar para, güç, zaman, bilgi, emek, sevgi gibi hem
maddi hem de manevi unsurlar olabilir. Neyi harcıyor olursanız olsun; ihtiyaç
durumunuzu değerlendirerek dengeli ve özenli davranmanız gerekir. Aşırıya
kaçmanız durumunda zararı size dokunur. Bir Hadis-i Şerif’te şöyle
buyurulmuştur. “Kanaat, tükenmez bir hazinedir.” Ne yarın ölecekmiş gibi, ne de
hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanız doğru değil. Bugünün yarını, gençliğin bir de
yaşlılığı vardır. Savurganlığınız yaşam standartlarınızdan mahrum kalmanıza
sebep olabilir. Sonunda başkalarına muhtaç duruma düşebilir, yük haline
gelebilirsiniz. Ayrıca bildiğiniz gibi ölüm bir son değil, bir başlangıçtır.
Savurganlık dinimizce hoş görülmez. Ahirette boş yere dağıtıp, harcadığınız her
şeyin hesabını vereceğinizi unutmamalısınız. Dedi.
Kanaat, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; kazancına razı olup, gönül huzuru içinde
yaşar. Bu elindekiyle yetinme hali; kişinin çalışıp çabalamasına, güzel şeyler
elde etme konusundaki azim ve kararlılığına engel değildir.”
Metanet ayağa kalktı.
- Metanet; sağlamlık, dayanıklılık manasındadır.
Deyim olarak; insanın fikrinde sabit olması, tutumunda kuvvetli ve inancında
köklü bulunması demektir. Hak uğrunda metanetli olmak çok kıymetli bir
davranıştır. Dedi.
Kuvvetsizlik ve şüphe aynı anda kıpırdandılar.
Kuvvetsizlik butona bastı. Vicdan söz hakkı verdi.
- İnsanın fikirleri, inançları zamanla
değişebilir. Buna bağlı olarak yaşam felsefesi, tutum ve davranışları da
değişir. Kişiler bir dine mensup olduktan sonra, değişen ortam ve koşullar
doğrultusunda uygulama biçimini, yorumlama şeklini de değiştirebilir. Hatta
dini inançlarını tamamen değiştirir ya da inkar da edebilir. Yani zamana bağlı
olarak, karşılaştıkları zorluklara bağlı olarak görüşleri yumuşar ve esner. Sonuçta
öğrenen ve sürekli değişen organizasyonlarız. Sabit fikirli olmayı doğru
bulmuyorum. Genelde aptal ve cahil insanlar kendinden eminken, zeki insanlar
kendilerinden hep şüphe ederler. dedi.
Metanet söz aldı.
- Bugün söylediğiniz şeyin, yarın yanlış
olabileceğini, öbür gün söyleyeceksiniz demek. Peki, bu istikrarsız, sürekli
değişen, ne istediğini bilmez kararsız tutumunuzdan sonra size güven ve saygı duyulmasını
nasıl bekleyebilirsiniz? Siz hiçbir yere tutunmadan oradan oraya savrulurken, insanlar
hakkınızda ne düşünebilir? İyi bir münazara (tartışma) ustası değilseniz, bu
halinizle aptal ve cahil insanlara elbet yenik düşeceksiniz. Çünkü onlar
bilgisiz de olsalar, yanlışta olsalar sağlam bir duruş sergiliyorlar. Soruyorum
karşınızdaki kişiyi aptal ve cahil diye tanımlayabiliyorsunuz da;
fikirlerinizin ve değerlerinizin arkasında duracak gücü kendinizde nasıl oluyor
da bulamıyorsunuz? Kişiliğiniz olmalı, sizi tanımlayan değerleriniz olmalı,
sığınacağınız ve güç alacağınız inançlarınız olmalı. İşte bunlar sağlamsa, top
atılsa yıkılmazsınız. Dini inançlarınıza gelince, bu inançlar bahsettiğiniz
gibi yoruma ve değişikliğe açık değiller. Dinimizin kuralları, emir ve
yasakları var. Bunları öğrenebileceğiniz yol gösterici kaynaklar (Kuran-ı
Kerim, Hadis-i şerifler, Peygamberlerin hayatları gibi) var. Kendi işinize
geldiği şekilde yaptığınız yorumlar dinimizin aslını, yani gerçeğini,
değiştirmeyecektir. Peygamber Efendimiz (asm) dayanıklılık konusunda en güzel
örneklerden biridir. Peygamberliğini ilan ettikten sonra kötülüğe, haksızlığa, hakarete,
aşağılanmaya ve eziyete maruz kalmıştır. İnancının sağlamlığı onun tüm
zorlukları aşmasını sağlamıştır. Dedi.
Metanet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişinin; fikri, tutumu ve inancı hem tutarlı
hem sağlam olmalıdır.”
Sıra Medh’e geldi. Ayağa kalktı.
- Medh; övmek, irade ile yapılan güzel işlerden
dolayı dil ile övme demektir. Övgüye değer kişileri övmek, toplum içinde
faziletin artmasına sebep olabileceği için iyidir. Fakat övülmeye layık olmayan
kişileri övmek, gerçeğe ve ahlaka aykırıdır. Başkalarını aldatmaya sebep
olacağından kötüdür. Dedi.
Kötüleme butona bastı. Vicdan söz
hakkı verdi.
- Söylediklerinize katılıyorum. Küçük bir ilavede
bulunmak isterim. Övgüye layık olmayan kişilerin foyalarını ortaya çıkarmak,
kirli çamaşırlarını bir bir dökmek gerekir. Bu da bir sorumluluk gereği, öyle
değil mi? Diye sordu.
Medh yanıt verdi.
- Kötü özellikleri övmemek gerekir. Çünkü güzel
özellikleri övmek, nasıl onların yayılmasına sebep olabiliyorsa; kötü olanları
övmek de onların yayılmasına yol açar. Aynı zamanda kötülemekte doğru değildir.
Dinimiz kusurları araştırmayı değil, gece gibi onları örtmeyi emreder. Dedi.
Medh, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; övgüye değer güzellikleri ve özellikleri
dillendirir, yayılmasına vesile olur.”
Muhabbet ayağa kalktı.
- Muhabbet; sevgi, dostluk ve lezzet duyulan bir
şeye gönlün meyletmesi demektir. Muhabbetler iki türlüdür. Biri sebebi kaybolan
muhabbetlerdir. Bir kimseyi yalnız dünyalığından dolayı sevmektir. O dünyalık
aradan kalkınca, muhabbet de aradan kalkar. Bu konuya dair halk arasında “Öküz
öldü, ortaklık bozuldu.” Diye bir söz vardır. Diğeri; sebebi kaybolmayan
muhabbettir. Herhangi bir insanı, yalnız Allah için sevmek gibi. Bu tür
muhabbetler sonsuza dek devam eder. Dedi.
Muhabbet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; yaratılanı yalnız yaratanından ötürü
sever.”
Merhamet ayağa kalktı.
- Merhamet; esirgemek, acımak, şefkat göstermek,
çaresizlerin hallerine kalben acıyarak kendilerine yardımda bulunmak demektir.
Merhamet, temiz ruhların süsüdür. Merhamet; yalnızca insanları değil doğadaki
tüm canlılar kapsamalıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur. “Yerde
olanlara merhamet ediniz ki, gökte olanlar size merhamet etsin” dedi.
Merhamet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; yeryüzünde olan her varlığa şefkatle yaklaşır.
Onları korur, çaresiz olanlara yardımda bulunur.”
Herhangi bir talep olmayınca
Müşavere ayağa kalktı.
- Müşavere; danışma, bir işin hayırlı olup
olmadığını anlamak için uygun görülen kimselerle görüşüp fikirlerini almak
demektir. İnsan danışma sonunda aydınlanır. Bilmediği şeyleri öğrenir veya
hatırına gelmeyen şeyleri hatırlar. Tedbirli hareket etmiş olur. Ancak elbette
kendisine danışılacak kimse; doğru sözlü, tecrübeli, danışılan iş üzerinde
bilgili, hiddet ve gurur gibi hallerden uzak, düşüncesini olduğu gibi
söylemekten çekinmeyen biri olmalıdır. Dedi.
Kendini Beğenmişlik butona bastı.
- Bir kere benim kendi deneyim, tecrübe ve bilgi
birikimim var. Yani kimsenin aklına ihtiyacım yok. Kendim için en doğru kararı
kendim verebilirim. Dedi.
Müşavere:
- Halk arasında iddialarınızı çürüten güzel sözler
vardır. “Çok bilen, çok yanılır.”, “Akıl akıldan üstündür.” Derler. Elbette
tecrübeniz, belli bilgi birikiminiz vardır. Ancak bu başkasına danışmanıza, istişare
etmenize engel bir durum değildir. Tam tersine alacağınız kararın doğruluğunu
güçlendirecek, yanılma payınızı azaltacaktır. Dedi.
Müşavere, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; herhangi bir konuya dair karar almadan
önce doğruluğuna, açık sözlülüğüne, bilgisine, tecrübesine güvendiği kişilere
danışmalıdır.”
Muavenet ayağa kalktı.
- Muavenet; insanların birbirine yardımda ve
hizmette bulunmaları demektir. İnsanlar daima birbirlerinin yardımına
muhtaçtırlar. İnsan; elinden gelen yardımı akrabalarından, dostlarından
esirgememelidir. Ancak elbette bu yardım iyi ve hayırlı işlerle ilgili
olmalıdır. Dedi.
Muavenet, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişiler; birbirleriyle yardımlaşır,
birbirlerine destek olurlar.”
Vefa ayağa kalktı.
- Vefa; verilen sözü yerine getirmek, borcu
ödemek, din ve akla uygun olarak gereken şeyi yerine getirip altından kalkmak
demektir. Bu çok şerefli bir görevdir. Eski dostluğu korumaya Vefakarlık denir.
İnsan vefalı olmalı, dostluk haklarını unutmamalıdır. Dedi.
Vefa, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; verdiği sözün, borcunun ve dostluğunun
teminatıdır.”
Artık süre iyice daralmış ve son
konuşmacı olan Vakar ayağa kalkmıştı.
- Vakar; ağırbaşlı olmak, yapılacak işlerde
tedbirli ve yavaş davranmaktır. Samimi olan vakar, insanın değerini yükseltir.
Bunun işareti, insanlar arasında ve yalnızlıktan eşit bir hal üzere
bulunmaktır. Vakar; bir büyüklenme hali değildir. Düşünceden ve şerefi koruma
duygusundan, ilmin kuvvetinden ileri gelir. Dedi.
Hafiflik butona bastı. Vicdan söz
hakkı verdi.
- Ben çoktan basmıştım ama sanırım Vakar’ın
cümlesini bitirmesini beklediniz. İnsan meraklıdır ve hareketlidir. Dikkat
ediyorsanız ağırbaşlı insanlar genelde sıkıcıdır. Fazla konuşmazlar ve ağır
hareket ederler. İçten pazarlıklıdırlar. Kılı kırk yararlar. Şahsen ben böyle
insanlara pek tahammül edemiyorum. Dedi.
Vakar:
- Dışarıdan nasıl göründüğünü anlamanız için
izninizle ben de hafiflik alametlerini saymak isterim. Gereksiz yere meraklı
meraklı oraya buraya bakınıp durmak. Yine gereksiz yere oraya buraya gidip
gelmek. Gerekli gereksiz her konuşmayı önemle dinlemeye, duymaya çalışmak.
Lüzumsuz ve anlamsız sorular sormak. Aceleci davranıp karşıdakini dinlemeden,
anlamadan söze atılmak. Kıyafetinin sağıyla, soluyla gereğinden fazla uğraşmak,
vb. İşte hafiflik bu yüzden ahmaklık ve akılsızlık göstergesidir. Dedi.
Vakar, hazırladığı ilgili maddeyi okudu.
- “Kişi; yapacağı işlerde ağırbaşlı ve temkinli
hareket eder.”
Vicdan kapanış konuşmasını yapmak
için ayağa kaktı.
- Öncelikle değerli önerilerinden ve emeklerinden
dolayı tüm iyi huylara teşekkürlerimi sunuyorum. Onları dinlerken kendi sesimi
dinliyormuşum gibi hissettim. Bir sonraki toplantımızda maddeler üzerinde
uzlaşacağımıza ve en kısa zamanda bu maddeleri hayata geçireceğimize tüm
kalbimle inanıyorum. Dedi.
Son olarak sunulan tüm öneri
maddeleri alt alta sıralandı ve toplantı sona erdi.
1- “Kişi
inandığı dinin ve değerlerin yasakladığı hiçbir davranışta bulunmaz. Bu konuda
kişinin inancındaki samimiyeti, tutarlılığı ve vicdanı esas alınır. Kişi; söz konusu kural ve yasakları çiğnerse, bu
yaptığı eylem ve işlerden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
2- “Kişi;
her koşulda ve her ortamda sahip olduğu terbiye seviyesine göre değer görür. Bu
sebeple her hareket ve davranışını terbiye süzgecinden geçirerek düzenler.”
3- “Kişi;
artık kullanmayacağı eşyalarını yardıma muhtaç kimselere bağışlar. Korunmaya
muhtaç çocuklara, engellilere ve yaşlılara düzenli olarak hem maddi, hem manevi
yardımda bulunur.”
4- “Kişi
yapacağı bir işi gerçekleştirmeden önce istek ve dileklerini saf ve iyi
niyetlere bağlar. Bu bağı öyle kuvvetli tutar ki; hiçbir hayırsız sebep
niyetinin önüne geçemez.”
5- “Kişi;
tüm yaşamı boyunca hangi koşul ve ortamda olursa olsun adalet ve doğruluktan
ayrılmayacaktır.”
6- “Kişi;
Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına koşulsuz itaat eder. Üst amirinin tavsiye ve
emirlerini de titizlik ve özenle dikkate alır.”
7- “Kişi;
ailesi, dostları, komşuları başta olmak üzere etrafındaki insanların kendisine
güvendiği, inandığı kimsedir. Kişi; bu güven algısını pekiştirmek için gayret
gösterir. İnsanların güvenini sarsacak, şüpheye düşürecek tavır ve
davranışlardan sakınır.”
8- “Kişi;
harcamalarını ihtiyaç durumunu gözeterek dengeli olarak gerçekleştirir.”
9- “Kişi;
kaliteli zaman geçirebildiği, düzenli olarak görüştüğü arkadaşlar edinir. Bu
arkadaşlık ilişkisi karşılıklı emek, sevgi, saygı ve güven esasına dayanır.”
10- “Kişi;
kendilerine bırakılan emanetleri korumak ve saklamakla mükelleftir.”
11- “Kişi;
adalet ve gerçekten yana, objektif ve bağımsız olarak hareket eder. Zulmün her
çeşidi suç teşkil eder, hiçbir gerekçeyle bağışlanamaz ve zulmeden kişi
sorumluluktan kurtulamaz.”
12- “Kişi;
güler yüzlü, hoşgörülü ve yumuşak huylu olmayı bir alışkanlık haline getirmekle
yükümlüdür.”
13- “Kişi;
sorumluluğu altında bulunan kişileri güzel ahlaki değerlerle terbiye etmekle
mükelleftir.”
14- “Kişi,
her yapacağı işte düşünerek hareket eder, yapacağı işleri aceleci davranmadan
optimum bir zaman periyodu içerisinde planlayarak yapar.”
15- “Kişi;
kendisinden yaş, bilgi ve terbiye olarak üstün olan kişilere saygı gösterir.
Kendisinden küçük olanlara ise sevgi gösterir.”
16- “Kişi,
her şeyi ve her olayı hayra yorar. Sevmediği şeyleri ve olayları ise kötüye
yorarak uğursuz ve uğursuzluk şeklinde tanımlamaz.”
17- “Kişiler,
yaptığı işleri geliştirmek için üzerinde düşünmek, fikir üretmek ve emek
harcamakla sorumludur.”
18- “Kişi;
her zaman ve her yerde mütevazi hareket eder. Kendini olduğundan üstün görmez.
Kendisini anlatma çabasına girmez.”
19- “Kişi;
yaptığı işlerde kurallara uygun hareket eder, emek harcar sonrasında Allah’a teslim
olup tevekkül eder. Sonucun istediği gibi gerçekleşmemesi durumunda isyan etmek
yerine sabreder ve hayra yorar.”
20- “Kişi;
hedeflerine ulaşmak için düşünceleri, inançları ve amaçları doğrultusunda azim
ve kararlılıkla çalışmalıdır.”
21- “Kişi;
misafirlerine güler yüzle ikramda bulunur. Muhtaç kişilere istemelerine fırsat
vermeden yardım eder.”
22- “Kişi;
düşünerek konuşur, kelimeleri israf etmez, gereksiz yere konuşmaz.”
23- “Kişi;
amellerini ilmi ve bilgisiyle süsler.”
24- “Kişi;
bazen hak ararken ya da adaletsizliğe karşı tepki olarak öfke duyar. Ancak
öfkesini kontrol altında tutmalı ve öfkesinin mantığının önüne geçmesine engel
olmalıdır.”
25- “Kişi,
hem kendisinin hem de başkalarının yaptığı edebe aykırı tavır ve davranışlardan
aynı derecede utanç duyar. Kendi yaptıklarından pişmanlık duyar ve onları bir
daha tekrarlamaz. Başkalarını ise uyarır.”
26- “Kişi;
iyi insan olma hedefini gerçekleştirmek için her zaman iyilik düşünür, iyilik
yapar.”
27- “Kişi;
iyi bir dost olur ve kendisi gibi iyi dostlar edinir.”
28- “Kişi;
Allah’ı her gün zikreder, böylelikle kalbini boş bırakmaz.”
29- “Kişi;
konuşurken yumuşak, nazik ve tatlı bir dil kullanır.”
30- “Kişi;
hedeflerini gerçekleştirmek için azimli ve düzenli olarak çalışır.”
31- “Kişi;
insanlara ve doğadaki tüm canlılara karşı her zaman şefkatle yaklaşır.”
32- “Kişi;
başına gelen, gücünün yetmediği kötü olaylardan Allah’a sığınır ve sabreder.”
33- “Kişi;
akrabalarını arayıp sormak, onlarla ilgilenmekle mükelleftir.”
34- “Kişi;
günlük hayatında gerek sözlerinde, gerek davranışlarında ölçülü bir zarafet
içerisinde olmalıdır.”
35- “Kişi;
hedeflerine ulaştıracak işleri azimle yapar, sonuca ulaşana kadar kararlılığını
sürdürür ve asla pes etmez.”
36- “Kişi,
yaratanına sonsuz bir aşk ile bağlanır. Bu derin aşk ile O’nun emir ve
yasaklarına uyar, güzel ahlakıyla onu memnun eder.”
37- “Kişi;
beden ve ruh sağlığını korumak, Allah’ın rızasını kazanmak için günah olan her
türlü durum ve davranıştan sakınır.”
38- “Namus;
kişinin en temel hak ve sorumluluğudur. Kişi; namusunu korumak için özenli
davranır, edepsiz kişilerden uzak durur.”
39- “Kişi;
kendisine haksızlık eden kişilerin pişmanlık duymaları ve af dilemeleri
durumunda onlara karşı kayıtsız kalmaz,
onları affeder.”
40- “Kişi;
insanlık özelliği gereği erdemli davranışlarla donanır.”
41- “Kişi;
karşısındaki insanın ahlakını, davranışından ve yüzünden anlayacak zeka ve
yetenekte olmalıdır.”
42- “Kişi;
herkese değer derecesine göre davranır. İnsanları olumlu/olumsuz önyargılarıyla
değerlendirmez. Onları tanımak ve onlara değer biçmek için kendisine süre
tanır.”
43- “Kişi;
kazancına razı olup, gönül huzuru içinde yaşar. Bu elindekiyle yetinme hali;
kişinin çalışıp çabalamasına, güzel şeyler elde etme konusundaki azim ve
kararlılığına engel değildir.”
44- “Kişinin;
fikri, tutumu ve inancı hem tutarlı hem sağlam olmalıdır.”
45- “Kişi;
övgüye değer güzellikleri ve özellikleri dillendirir, yayılmasına vesile olur.”
46- “Kişi;
yaratılanı yalnız yaratanında ötürü sever.”
47- “Kişi;
yeryüzünde olan her varlığa şefkatle yaklaşır. Onları korur, çaresiz olanlara
yardımda bulunur.”
48- “Kişi;
herhangi bir konuya dair karar almadan önce doğruluğuna, açık sözlülüğüne,
bilgisine, tecrübesine güvendiği kişilere danışmalıdır.”
49- “Kişiler;
birbirleriyle yardımlaşır, birbirlerine destek olurlar.”
50- “Kişi;
verdiği sözün, borcunun ve dostluğunun teminatıdır.”
51- “Kişi;
yapacağı işlerde ağırbaşlı ve temkinli hareket eder.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder