14 Aralık 2012 Cuma

ŞİFACI

Ressam günlerce açacağı yeni sergi için hazırlanmıştı. Sergileyeceği kara kalem çalışmalarını gözden geçirirken bir yandan da içindeki boşluk duygusuna anlam vermeye çalıştı. Bu seferkinin diğer sergilerinden farklı, marjinal bir şey olmasını istemişti. Ancak sanki şu dünyada yapılmamış, düşünülmemiş hiç bir fikir kalmamıştı. Aklına ne zaman yeni bir fikir gelse internetten araştırıyor, ülkesinde olmasa da dünyada bir yerlerde daha önce yapılmış olduğunu görüyordu. Serginin farkının eserleri olacağı fikriyle avuttu kendini ve çılgınlık arayışından vazgeçti.
Sergi öncesinde eserlerini dostlarına görücüye çıkaracaktı. Bu buluşmayı açık havada yapmaya karar verdiler. Ressam, çantasını hazırlayıp buluşma noktasına doğru yola koyuldu. Taksimde her zamanki mekanlarında toplandılar. Selamlaşma faslından sonra resimler çantadan bir bir çıktı. Herkes hislerini, yorumlarını kattı. Onlar koyu sohbetteyken masaya soluk yüzlü bir kadın yaklaştı. Herkes kadına odaklandı. Kadının saçları tamamen kazınmıştı. Yüzü; düz kaşlar, badem gözler, fındık gibi bir burun, kalemle çizilmiş gibi düzgün ve dolgun dudaklardan oluşuyordu. Yüzünde hiçbir makyaj yoktu. Tek süsü sol kulağında sallanan ucunda “No” yazan zincir bir küpeydi. Badem gözleri solgun yüzüyle tezat oluşturacak derecede parlak ve ışıltılıydı. Ressam kadını tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Kadının kıyafeti; uzun kollu siyah dar bir tişört, onun üzerinde dizinin altında kalan haki renkte kapşonlu ince bir ceket, dar siyah bir pantolon, bağcıkları çıkarılmış haki renkte bir çift bottan oluşuyordu. Ressam kadının doğal duruşundan ve tarzından çok etkilenmişti. İçinde anlam veremediği bir heyecan hissetti. “Ne güzel bir çizim.” diye düşündü.
Kadın kısık bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
-    Oturabilir miyim? diye sordu.
Ressamın hayran bakışlarını sezen Sema huzursuzlandı.
-    Sizi tanıyor muyuz? diye karşılık verdi.
Kadın:
-    Hayır. Size kulak misafiri oldum. Bir sergiden bahsediyordunuz. Hem de Taksim’de. Ben kanserim. Kısıtlı zamanım kaldığını hissediyorum. Gitmeden önce gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var. Belki bana yardım edersiniz diye düşündüm. dedi.
Ressam sabırsızlandı.
-    Ayakta kalma, geç otur. Nasıl bir yardım istiyorsun? Diye sordu.
Kadın ressamın gösterdiği sandalyeye oturdu.
-    Ben her biri en çok üç sayfadan oluşan kısa öyküler yazıyorum. Anlatmak istediklerimi yalın ve net biçimde ortaya koymak benim için çok önemli. Çünkü isimler, tasvirler, gereksiz detaylar beni kavramlar ve olaylar kadar ilgilendirmiyor. Konuyu daha fazla dağıtmak istemiyorum. Özetle hayalim yazdığım kısa öyküleri çerçeveletip sergileyebilmek. Dedi.
Masada kıkırdamalar oldu. Sema hemen gülüşmelerin tercümanı oldu.
-    Bir yazıyı sergilemenin neresi ilgi çekici olabilir. İnsanlar yazıları kitap, bilgisayar gibi kaynaklardan okur ve tüketirler. Yazı çok fazla görsellik içeren bir şey değil. Yani öykülerin sergilik bir durumu yok. Dedi.
Kadının gözlerindeki pırıltı hiç azalmadı. Hala fikrinin arkasındaydı.
-    Tam tersi. Biliyorsunuz daktilo, bilgisayar yokken yazarlar el yazısı kullanıyorlardı. Herkesin el yazısı kişiye özel ve farklıdır. Şimdi ise bilgisayarda Arial, Times New Roman, Comic Sans gibi birçok farklı yazı karakteri arasından yazdığınız yazının içeriğine uygun olanı seçiyorsunuz. Yani yazının kendisi zaten görseldir. Dedi.
Dinleyicilerin hiçbiri bu konuşmadan tatmin olmamıştı. Halen öykülerin sergilenmesi fikri onlara saçma geliyordu. Kadın tepkilere aldırmadan konuşmasını sürdürdü.
-    Ancak benim asıl bahsedeceğim görsellik sadece yazı karakteriyle ilgili değil. Sayfa kenarlıklarıyla ilgili. Dedi.
İşte şimdi konuşma ilgi çekici bir hal almaya başlamıştı.
-    Sayfa kenarlığının sergiyle ilgisi nedir? Diye sordu ressam.
Kadın:
-    Anlatıyım. Aklımdaki düşünce şu. Ressam yazdığım öyküleri okur. Öykünün ona hissettirdiği hislerle her bir öyküye özgü bir kenarlık tasarlar. Öyküler sergilenmeden önce ressamın elinden çıkan kenarlıkla süslenir. Öykünün konusuna göre bir yazı karakteri belirlenir. Yazı sayfa kenarlığının içerisine yerleştirilir. Daha sonra mat bir camla çerçevelenip sergilenir. Dedi.
Tam Sema bir şeyler söyleyecekken, Hakan araya girdi.
-    Fikrinize saygı duyuyorum. Ama bunun için bir ressama neden ihtiyaç duyasınız ki. Sayfa kenarlığı basit bir şey. Bir sürü hazırda kullanabileceğiniz şablonlar var. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemezdim. Ancak hiçbir ressam böyle basit bir şeyle uğraşmak istemez. Kimse sayfa kenarlığına dikkat etmez ki. O sadece bir süstür. Hem o kadar ufak bir resim yapılması sizce mümkün mü? Kare veya dikdörtgen şeklindeki boyutunu bir düşünün. Bu sürekli aynı resmin tekrarlanmasını gerektirir. Çünkü öyle kare formda ortası boş bir kağıda küçücük bir resmi yatay ve dikey olarak çizemezsiniz. Onun içinde sayfa kenarlıkları aynı küçük sembolün tekrarları şeklindedir. Kısacası fikriniz orijinal ya da daha önce yapılmamış bir şey olsa da uygulamada bir ressamla çalışmanıza ihtiyaç olacağını düşünmüyorum. Aslında sıkı bir okur olarak böyle bir sergi beni ne ölçüde cezbeder, ondan bile emin değilim. Okumak genelde kitabımızla baş başa yaptığımız bir eylem. Dedi.
Herkes hem fikirdi. Kadın pes etmedi.
-    Büyüteçle hatta mikroskopla bakılan sanat eserlerini duymuş muydunuz? Şu an bu akımın ismi aklıma gelmiyor. Sanırım yabancı bir komedi söyleşi programında izlemiştim. Sanatçı çok enteresan, akla gelmeyecek minimal şeylerden gözle görülmeyen mikroskobik heykeller yapmıştı. Sunucu sanatçının yaptığını aynen sizin gibi karşıladı. Neden böyle bir şey yapıyorsun ki? Diye sordu. Adamın kolunda ünlü bir markaya ait bir saat vardı. Saatin içinde ise adamın kendi yaptığı üç boyutlu minik bir heykel tasarımı bulunuyordu. İşte o an hayran kaldım ve anladım. Kendini ifade biçimine asla sınır ve kural koyamazsınız. İnsanların alışkın olmadıkları bir yöntem kullanmanız size değer katar ve emeğinizi anlayacak birileri mutlaka vardır. Dedi.
Ressam kadına uzun uzun baktı.
-    Yanınızda herhangi bir öykünüz var mı? Diye sordu.
Kadın hemen sandalyesine astığı çantasından kitap görünümlü defterini çıkardı. Bir süre sayfalarını karıştırdıktan sonra bir yerde durdu.
-    “Şifacı” isimli öykümü okumanızı çok isterim. Zaten fazla vaktinizi almayacaktır. En kısa öykülerimden biridir. Dedi.
Ressam defteri eline alıp okumaya koyuldu. Öykü insanların ruhunu renklerle tedavi eden bir şifacıyı anlatıyordu. Maviyle insanları yatıştırıp sakinleştiriyor, kırmızıyla cinselliğini ateşliyor, sarıyla iyimserlik ve neşe veriyor, kahverengi ile mükemmelleştiriyor, yeşil ile dikkatini topluyor, siyah ile cazibe ve zarafet katıyor, beyazla özgürleştirip kötülüklerden temizliyor, pembe ile huzur veriyor, mor ile yaratıcılıklarını açığa çıkarıyor, gri ile ciddileştirip ehlileştiriyordu. Şifacı; çeşitli biçimlerde ve sistemler içinde renkler kullanılarak kişilerin sinir sistemlerini dengeliyor ve böylelikle bazı hastalıkların da önüne geçmeyi başarıyordu. Tedavinin ilk aşamasında hastadan farklı renklerle renklendirdiği bir resmi her gün belli bir süreliğine izlemesi isteniyordu. Süre bittiğinde hasta boş bir kağıda resmin onda uyandırdığı duyguları yazıyordu. Sonrasında kullandığı başlıca sistemler: hastaların giysilerinin rengini değiştirmek, pencerelerinde ayrı renklerde cam kullanmak, lambaların rengini farklılaştırmak, suyla belli renk birleşimi oluşturmaktı. Öykünün kötü bir sonu vardı. Bu tedavilerden birinde şifacı bir hastasının yazdıklarından çok etkilenmiş ve onun kişiliğine aşık olmuştu. Eğer onu iyileştirirse, onu kaybedeceğini düşündü. Bu yüzden de tedavi süresini uzatabildiği kadar uzattı. Ta ki; hastası intihar edene kadar.
Ressam öyküden çok etkilenmişti. İçinde hep kendisine sakladığı ve paylaşmadığı şeyler vardı. Her çiziminde gıdım gıdım ilerliyor ve birden tükenmekten çok korkuyordu. “Belki ben de yansıtmadığım şeyler yüzünden birçok kişiyi kaybetmişimdir. Belki de bir ressam olarak sorumluluğumu tam olarak yerine getiremiyorum.” diye düşündü.
Sema ressama aşıktı. Hem de tam dört yıldır. Gözünün önünde nerden geldiği belli olmayan bu kadının ressamı ele geçirmesini izleyecek hali yoktu.
-    Aşkım, daldın gittin. Okuduysan bir şey söyle. Sonuçta kızcağız amatör bir yazar. Eminim fikrini merak ediyordur. Dedi.
 Ressam, Sema’ya bakmadı bile. Yazara döndü ve sıcak bir ses tonuyla:
-    Beğendim. Hatta bu öykü ben de bir şeyler çizme isteği bile uyandırdı. Sizinle çalışmaya başlayabiliriz. Dedi.
Elindeki deftere cep telefonunu, resim atölyesinin adresini ve mail adresini yazıp yazara uzattı.
-    Sergilemek istediğiniz tüm öykülerinizi bana mail atmanızı istiyorum. Burada irtibat bilgilerim var. Çalışmalarımı görmek isterseniz istediğiniz zaman atölyeme gelebilirsiniz. Sergiyle ilgili detayları daha sonra değerlendiririz. Dedi.
Yazarda dahil olmak üzere masadaki herkes çok şaşırmıştı. Bu kadar çabuk bir etkiyi hiç kimse beklemiyordu. Sema hemen defteri eline aldı. Yüksek sesle okumaya başladığı sırada yazar durdurdu.
-    Semacım, acelesi yok. Sonra okursunuz. Ben kaçar. Siz keyfinizi bozmayın. Atölyeye dönüp biraz çalışacağım. Belki bu fikri önümüzdeki sergiye yetiştirebiliriz. Dedi.
Yazar büyük bir minnet duygusu içinde ressama teşekkür etti. Masadakilerle vedalaştıktan sonra gitmek için ayağa kalktı. Ressam yazara birlikte atölyesine gitmeyi teklif etse de yazar yorgun olduğunu söyleyip bu teklifi geri çevirdi. Sema hemen apar topar ressamın peşinden koşup, ona yetişti ve birlikte resim atölyesine gittiler.
Yazar evine geldiğinde bir hayli bitkindi. Bilgisayarını, mailini ve öykülerinin yer aldığı masaüstündeki dosyayı açtı. Göndereceği maile kısa öykülerini bir bir ekledi. Mailin konusuna “Öykü Sergisi Hk.” yazdı. Son olarak da mailin içeriğini hazırladı.
“Merhaba. Sizinle bugün taksimde tanışmıştık. Ben okuduğunuz şifacı öyküsünün yazarıyım. Ekte sergiye yakışacağını düşündüğüm kısa öyküler yer alıyor. Beni geri çevirmediniz. Dinleme nezaketinde bulundunuz. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Çalışmalarınız esnasında yanınızda olmayı çok isterdim. Ancak hastalığım yüzünden yorgunluğa gelemiyorum. Aşağıda cep telefonum ve adresim yer alıyor. Genelde evde oluyorum. Ne zaman isterseniz evime gelebilirsiniz. Sizi seve seve misafir ederim.” yazdı ve gönderdi.
Ressam ve Sema atölyeye çoktan ulaşmışlardı. Ressam 35x50 cm ebadındaki resim kağıdını masaya koydu. Kağıdı yatay konuma getirdi ve cetveli tam ortasına koyup kalemle çizerek iki bölüme ayırdı. Sonra da sağ ve sol tarafa sayfa kenarlığı olacak çerçeveleri çizdi. Sema’ya dönüp:
-    Aslında kağıdın ortasına güzel bir ayıraç bile tasarlayabilirim. Hiç bu kadar büyük bir kitap resmi çizmemiştim. dedi gülümseyerek.
Sema moralsiz bir tavırla:
-    Sergi için yaptığın birbirinden güzel çalışmalar ne olacak. Tanımadığın hayalperest bir kadının peşine mi takılacaksın? Ciddi olamazsın. Dedi.
Ressamın yüzü asıldı.
-    Bak Sema, o bir yazar. Aynı benim gibi sanatla uğraşıyor ve ürettiklerini paylaşma kaygısı taşıyor. Onu anlıyorum. Ayrıca sergide farklı bir şeyler yapmak için baya kıvranmıştım ama bulamadım. Bu fikir bana ilaç gibi geldi. Yapılan hiçbir çalışma boşa gitmez. Sergi için yaptığım resimleri sonraki sergide sergileriz ya da reklam kataloğuna basarız, satılır. Dedi.
Sema bu kez alttan aldı.
-    Haklı olabilirsin. Hem reklam çalışmalarında da bu konuyu sosyal sorumluluk projesi gibi yansıtabiliriz. Mesela; kadın kanser hastası bir hayranındır ve senden ölmeden önce bu sergiyi açmanı ister. Kanserle mücadele vakıflarına ve medyaya haber veririz. Böyle bir hikaye sosyal medyada da çok dikkat çeker. Ne dersin? Zaten olay hemen hemen böyle olmadı mı? Diye sordu.
Sema’nın sözleri ressamı rahatsız etti.
-    Hayır, öyle olmadı. Kadın benim hayranım falan değil. Muhtemelen beni tanımıyor bile. Sadece yardım istedi. Bu konuyu onunla konuşalım. Eğer o böyle bir şeye sıcak bakarsa olabilir. Hoş, ben sıcak bakacağını düşünmüyorum. Böyle bir şeye neden ihtiyaç duysun ki. Dedi.
Sema üstelemedi. Yazarın sözlerine karşı yalnızca başını sallamakla yetindi. Bu tatsız ortam düzelene kadar bir süre ortadan kaybolmasının iyi olacağını düşündü. 
-    Ben çıkıyorum. Halletmem gereken işlerim var. Akşam gelirken yiyecek, içecek bir şeyler alırım. Dedi ve atölyeden ayrıldı.
Ressam kalın dikiş iğnesi ve büyüteç yardımıyla bilmem kaçıncı resim kağıdı üzerinde uğraşıp durdu. Sema yemekten sonra sıkıntıdan duramadı ve evine döndü.
Ressam; sayfadaki dikdörtgen çerçevenin içerisine doğanın tüm güzel renklerini barındıran birbirinin devamı şeklinde manzara resimleri çizdi. Sayfanın üst kısmındaki çerçevenin içine güneş, bulutlar, gökkuşağı ve göçmen kuşlarla donanmış gökyüzü; alt kısmına ise çimenlerle, denizle, ağaçlarla, çiçek tarlalarıyla, kelebeklerle bezenmiş yeryüzü vardı. Sayfanın tam ortasında belli belirsiz çizilmiş, güneşe yüzünü dönmüş, ayakta duran bir insan silüeti vardı.  Avuçlarının arasında büyükçe bir kristal cam küre tutuyordu. Güneş ışınları bu küreden geçerek farklı renklere ayrışıp yeryüzüne ulaşıyordu. Sayfanın ortası karakalemle silik olarak çalışılmış, çerçevenin içerisi ise canlı renklerle renklendirilmişti.  Ressam bir ayna yardımıyla sağdaki ve soldaki sayfayı birbirinin yansıması şeklinde çizdi.
Gece boyunca çalışan ressam, sayfa kenarlığını sabaha doğru ancak tamamlayabildi.Uykusuzluğa yenik düşüp dinlenmek için evine döndü. Yatmadan önce internete girdiğinde yazarın mailini gördü. Uykusuz geçen geceye rağmen hazırlanıp, yazarın evine gitmek üzere yola çıktı. Yaptığı çalışmayı paylaşmak, bazı konulara yazarla birlikte karar vermek istiyordu. Yolda yazarı telefonla birkaç kez aradı ama telefona cevap veren olmadı. Yazarın evine yaklaştığı için uğramadan dönmek istemedi. Önce apartmanın girişindeki ambulansı gördü. Kısa bir süre sonra yazarı bir sedye üzerinde dışarı çıkardılar. Ölmüştü.

Hiç yorum yok: