Kordondaki uzun yürüyüşün sonunda bir hayli yorulmuştum. Denize nazır bankların hepsi doluydu. Bir bankta yalnız başına oturan adam dikkatimi çekti. Adamın yanında sevimli bir golden retriever vardı. İnsanlarla iletişim kurmakta zorlanmayan bir geveze olduğumdan çekinmeden adamın yanına gittim. Hem biraz dinlenirim, hem de köpekle oyalanırım diye düşündüm.
- Merhaba, ben Aydan. diyerek başladım.
Adam hafif gülümseyerek:
- Merhaba. dedi.
Gülümsemesini fırsat bilip:
- Boşsa oturabilir miyim? diye sordum.
Adam sıcak bir tavırla:
- Elbette. dedi.
Emellerime ulaşmıştım. Köpekle oynamaya başladım. Bir süre sonra gevezelik genim beni tekrar dürtmeye başladı.
- Ne işle meşgulsünüz? diye sordum.
Adam bana dönüp:
- Çevirmenim. diye kısa net bir cevap verdi.
Siyah camlı güneş gözlüklerinden adamın gözlerini göremiyordum. Konuştuğum insanların yüzüne baktığımda gözlerini görememek beni hep rahatsız ederdi. İçimden “Daha güneş etkisini bile göstermedi. Niye bu gözlükleri takmış ki?” dedim. Söyleyemediğim şeyleri içimde seslendirmek sık sık yaptığım bir şeydi.
- Ben de öğretmenim. Anaokulu öğretmeniyim. dedim.
Çevirmen bu kez yüzünü denize döndü.
- Ne kadar güzel. Ben de öğretmen olabilmeyi çok isterdim. Aslında kalbimden geçen bir sürü farklı meslek vardı. Ama içinde bulunduğum ortam, koşullar izin vermedi. Liseyi ve üniversiteyi dışardan bitirmek zorunda kaldım. Neyse ki şimdi teknoloji ve bilgisayarlar var artık. İstediğiniz her şey olabiliyorsunuz. dedi.
Çevirmenin beni tanımadığı halde yakın görüp açılması beni memnun etmişti. İçimden “Demek ki ailesinin durumu iyi değildi. İmkansızlıktan okuyamadı.” dedim.
Bir süre sessizlik oldu.
- Buraya sık gelir misiniz? deyip sessizliği bozdum.
Çevirmen:
- Elbette geliyorum. Her hafta sonu buradayım. Burası yürüyüş yapmak için güvenli bir yer. Ama maalesef ülkemiz sürprizlerle ve risklerle dolu. Mesela dar kaldırımlarımız. Birçoğunda güvenlik önlemi alınmadan yapım çalışmaları sürdürülüyor. Araçlar kaldırımlara park ediyor. Ağaçların, trafik levhalarının ve elektrik direklerinin dikilmesinde hiçbir standart gözetilmemiş. Kapağı açık çukurlar, kanalizasyonlar bile var. Bizi muhtaç hale getiren esas bu düzensizlik. Dedi.
Aklıma bir şey geldi ve birden gülmeye başladım.
- Pardon. Çok haklısınız. Bu aslında hem trajik hem de komik bir durum. Güldüğüme bakmayın. Aklıma ünlü bir komedi programındaki skeç geldi. Adamın biri karanlıkta evine giderken yoldaki çukuru görmeyip içine düşüyor. Bir güzel elektrik akımına maruz kalıyor. Hastanedeyken devlet ona elektrik faturasını gönderiyor. Devletin elektriğini boşa harcadığı için bir de ceza kesiyorlardı. dedim.
Çevirmen de bana katıldı ve birlikte gülmeye başladık. Tekrar bir süre sessiz kaldık.
Bu kez sessizliği bozan çevirmen oldu.
- Peki engelli çocuklar kayıt olabiliyor mu çalıştığınız okula? Diye sordu.
Bu benim beklemediğim bir soruydu. Bu kez içimdeki sesi dışa vurdum ve düşündüğümü olduğu gibi söyledim.
- Elbette hayır. Onlar için özel okullar var. Orada okumalılar. Öğretmenleri özel olmalı falan yani. Öyle şey mi olur? dedim.
Adam gözlüklerini çıkardı. Kördü. Durumu anlayamamış olmanın ve pot kırmış olmanın paniği içerisindeydim.
- Özür dilerim. Anlayamadım kör olduğunuzu. dedim.
Adamın yüzü asılmıştı. Ciddi bir ifadeyle:
- Sonuçta bakmak ve görmek ayrı şeyler. Gördüğünüz gibi bizlerin sizlerden bir farkı yok. Yani bizi toplumdan soyutlamanıza gerek yok. Belki de sorun bizlerle iç içe yaşamayı başaramamanızdır. Belki bu sizin bir engelinizdir. dedi.
Çok bozulmuştum. Ne diyeceğimi şaşırdım. Haklı olduğunu düşünüyordum ama bu sözler bana biraz ağır gelmişti. İçimden “Bütün bunların sorumlusu tek başıma ben değildim her halde.” diye geçirdim.
Kekeleyerek:
- Ben, ben…Öyle demek istemedim. diyebildim.
Adam ses tonumu duyunca yumuşadı.
- Ben de özür dilerim. Bu konuda çok doluyum. Bizler için özel okullar açılmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Sadece toplumun bu konuda bilinçlenmesi yeterli. Sırf okuldaki arkadaşlarının davranışları yüzünden okula gitmek istemeyen engelli çocuklar tanıyorum. Kısacası sözleriniz yarama tuz basmış oldu, hepsi bu. dedi.
Konuyu değiştirmedeki ustalığımı kullanma vakti gelmişti. Bir umut ve hevesle:
- Geçen gün bir haberde okumuştum. Kök hücre tedavisiyle körlük tarihe karışıyor yazıyordu. Bence pes etmemelisiniz. Tıpta umut verici gelişmeler oluyor. dedim.
Çevirmen:
- Ben doğuştan körüm. Benim için şimdilik pek umut verici değil. Ama yine de teşekkürler. Halimden memnunum. dedi.
Doğuştan kör olmanın nasıl bir şey olduğunu hep merak ederdim. Böyle özel biriyle tanışmışken aklımdaki soruları bir bir sormak istedim.
- Peki karanlıkta mı yaşıyorsunuz? Hiç renk algınız yok mu? Cisimleri hayal gücünüzde mi canlandırıyorsunuz? Diye sordum.
Çevirmen benim çocuksu merakımı gayet olgunlukla karşıladı.
- Aşık Veysel’in resmini çizmişler ve ona gösterip, “Bak” demişler. O da “Güzel olmuş ama gözlerimi kapalı çizmişsiniz.” demiş. Siz gözünüzü kapattığınızda karanlıkta kalıyorsunuz. Çünkü görsel imgeleri daha önce ışıkla tecrübe ettiniz. Formlarını görerek algıladınız. Biz hiçbir şey görmeyiz. Aydınlık ve zıttı karanlık kavramları bizim için yoktur. Bunun yerine diğer duyularımız daha hassas çalışırlar. Kısaca gelişmiş sensörlerimiz olduğunu söyleyebilirim. Dedi.
Bu güzel cevabın üzerine söylenecek bir söz kalmamıştı. Ertesi gün aynı yerde buluşmak üzere ayrıldık. Sonraki hafta ve sonraki hafta… Şimdi ise çevirmenle olan dostluğumuz birçok arkadaşımla geçirdiğim zamanların çok daha ötesine geçti. Bu dostluk bana engelli olmanın bir uzvun eksikliğinden değil, insanlığın eksiklikliğinden kaynaklandığını anlattı.Meğer bunca zaman şekle takılıp, özü kaçırmışım...
"Fakir Edebiyatı" yapıyoruz. Kendimiz gibi bilgi, ilgi, sevgi, sezgi fakirleri için... Bize egosunu yenen gelsin. Toplumdaki yaralardan kopup, kabuğunda yaşayan entelleri severek okusak da; içimizde başını taşa koyup uyuyan bir sokak çocuğu var.
22 Aralık 2012 Cumartesi
17 Aralık 2012 Pazartesi
REKLAM BANKASI
Hikayemiz hayatını reklamcılık
yaparak kazanan genç bir adamla ilgili. Genç adam bir zamanlar işten eve, evden
işe giden bir bankacıydı. Sonra yaşadığı bir dizi absürt olay neticesinde
kendini aranan reklamcılar arasında buldu.
Önce bankacıyken yaşadığı sakin
(!) günlere şöyle bir göz atalım. Genç adam bankada gişe memuru olarak çalışıyordu.
Disiplinli ve sert bir yöneticisi vardı. Yönetici mümkün olabilse yerlerinden
kalkmamaları için gişede çalışanların altına bez bağlayacaktı. Gün içerisinde
yemek saatleri ve tuvalet ihtiyaçları dışında pek yerlerinden
kıpırdayamıyorlardı. Bu yetmezmiş gibi nerede enteresan ve sorunlu bir müşteri
profili varsa genelde adamı bulurdu. Elindeki parayı doğru düzgün sayamayıp,
eksik para verdiğini iddia edenler. Söylediklerini bir türlü anlamayan yaşlı
teyzeler, amcalar. Kimliği yanında olmadan, hesap numarasını bilmeden işlem yaptırmaya
çalışanlar. Sahte para ve sahte kimlikle gelen dolandırıcılar. Bu da yetmezmiş gibi müşteri şikayeti olması halinde yöneticisinden bir güzel temiz fırça yerdi.
Eve geldiğinde eşi onu pek de güler yüzle karşılamazdı. Aldığı üç kuruşun
masraflarını karşılamadığı telkinini yaptıktan sonra, isteyip de alamadığı
şeyleri sıralardı. Sonra yemek yapacak vakti olmadığını, dışarıda yiyecek
halleri olmadığına göre annesigile gitmek istediğini söylerdi. Adam yorgun
argın olmasına rağmen kadınla beraber kaynanasına giderdi. Kaynana akşam boyu
adama kibarca laf sokar, yöneticisinin gözüne girmesi konusunda ona nasihatte
bulunurdu. Analı-kızlı adamın en kısa zamanda terfi etmesi gerektiğine karar
vermişlerdi. Level atlayıp çocuk sahibi olma aşamasına geçmeyi, bu koşula bağlamışlardı. Adam söylenenleri kuzu kuzu dinledikten sonra başını sallayıp tasdik
ederdi. Kadının annesine gitmedikleri zamanlardaysa standart menü olan
çorbalarını içtikten sonra televizyonun karşısındaki koltukta konuşmadan otururlardı.
Çünkü kadın sevdiği diziyi izlerken hipnotize olmuş gibi televizyona kilitlenirdi.
Her gün mutlaka sevdiği bir dizi olurdu. Adam genelde sevmediği bu saçma sapan dizilere
dayanamaz ve koltukta uyuyakalırdı. Kadın kocasını uyandırma zahmetine
girmediğinden adam çoğu zaman gözünü koltukta açar, bir telaşla hazırlanıp işe
giderdi. İşte adamın bir günü hemen hemen böyle geçerdi.
Şimdi de her şeye sebep olan o
garip güne gidelim. Adam yine koltukta uyandı. Giyinip hazırlandı ama bu kez
servise yetişemedi. Otobüse binmek için durağa yöneldi. Otobüs balık istifi
dolmuştu. Hemen önünde dikilen bayan adama ters ters bakmaya başladı. Zavallı
adamın kıpırdayabilecek kadar bile alanı yoktu. Bayanın yol boyunca yaptığı
sapık muamelesine maruz kaldıktan sonra dayanamayıp birkaç durak öncesinde
indi. İndiği durak bir mezarlığın önündeydi. Adam “Hiçbir şey boşuna değildir.”
diye düşündü ve mezarlığa yöneldi. İşe zaten baya gecikmişti. Gişedeki
arkadaşını aradı. Trafiğe takıldığı için işe yetişemediğini, yolda olduğunu
söyledi. Uzun zamandır mezarlık ziyareti yapmamıştı. Bu ziyaretin sefil
hayatını biraz olsun şirin göstereceğini düşündü. Hafta içine denk geldiği için
mezarlık bir hayli tenhaydı. Yürüyüşüne devam etti. Yürürken bir yandan da
mezarlıkta yatan tanımadığı merhumlara dua ediyordu. Kendini daha iyi
hissetmeye başlamıştı. “Çok şükür yaşıyorum, sağlıklıyım.” diye düşündü. Az
ileride ellerini havaya kaldırmış bir kadın gördü. Bir anlam veremedi. Daha
yakına gelince kadının etrafındaki tinerci çocukları gördü. Bir tanesinin
elinde bıçak vardı. Tinerci bıçağını tam kadına saplayacağı sırada adam birden
“Kıpırdama, polis!” diye bağırdı. Tinerci çocuk kadını ittirdikten sonra
arkadaşlarıyla birlikte olay yerinden hızla topukladı. Kadın başını mezar
taşına çarpıp, bayıldı. Adam koşarak kadının yanına geldi. Telefonuyla olayı
polise ve acil servise haber verdi. Başına bela almamak için mezarlıkta uzak bir
yere saklandı. Ambulans geldi ve kadını apar topar hastaneye kaldırdılar. Adam
kadınla birlikte hastaneye gitmek istese de işe dönmek zorundaydı. İşe
döndüğünde yönetici biraz homurdandı ama pek de bir şey demedi. Adam iş çıkışı
hemen hastaneye gitti. Doktor kadının bir gün daha gözetim altında kalmasına
karar vermişti. Polisler yanı başında pür dikkat kadının anlattıklarını dinliyordu. Kadın adamı görünce hemen tanıdı ve parmağıyla polislere
işaret etti. İki göbekli polis kapının önünde duran adama doğru yürüdü. İfadesini alacaklarını ve olayla
ilgili tanıklık etmesi gerektiğini söylediler. Karakola gittiğinde olaydan
sonra yakalanan iki zanlıyı birden teşhis etti. Sonra eve gitmek istemediğinden
tekrar hastaneye döndü. Kadın, adamı görünce sevgi dolu gülümsedi. İlk sözleri:
-
Teşekkür ederim. Siz benim kahramanımsınız. oldu.
Adam:
-
Rica ederim. İnsanlık göreviydi. Dedi.
Sonra aralarında koyu bir sohbet
başladı. Sohbet o kadar koyuydu ki adam o gün eve gitmedi. Sabah olunca
otobüsle direk işine gitti. Aynı hengameyle geçen bir iş gününün ardından yeni
arkadaşına kavuşmak için hastanenin yolunu tuttu. Yolda kaynanası aradı. Eşinin
onu merak ettiğini, eve gitmesi gerektiğini söyledi. Oysa onu çok merak eden eşi bu
süre zarfında hiç aramamıştı. Telefonda kaynanasının uzun konuşmasını sakince
dinledi. Ona iş arkadaşının kaza geçirdiğini ve hastanede ona refakat etmesi
gerektiğini söyledi. Kaynanası bu geçerli sebebi makul buldu. Artık adamın
özgür olduğu bir akşamı daha vardı. Neşeyle kadının kaldığı hasta odasına girdi.
Yatak boştu, çünkü kadın taburcu olmuştu. Adam duruma çok bozuldu. Onca
konuşmuşlardı ama ortada bir telefon numarası bile yoktu. Derken içeri giren
hemşire, adama kadının notunu iletti. Kadın; bir kağıda telefon numarasını ve
çalıştığı şirketin adresini yazmıştı. Adam kağıdı ceketinin cebine koyup, evine
gitti. Karısı adamı kapıda güler yüzle karşıladı. Onu çok merak ettiğini ve
özlediğini söyledi. Adam şaşkınlık içinde kadına bakakaldı. Kadın yemek için
güzel bir sofra donatmıştı. Birlikte oturup afiyetle yediler. Sonrasında kadın adama
arkadaşının durumunu sordu. Son derece ilgili ve içten davranıyordu. Adam
“Acaba ölmek üzereyim de haberim mi yok?” diye düşündü. Uzun bir süreden sonra
ilk kez beraber uyudular.
Belki mezarlıktaki kadının reklamcılıkla
ilgisini tahmin etmişsinizdir. Kadın ünlü bir reklam firmasında çalışıyordu. Her
reklamcı gibi biraz uçuk kaçık, biraz sanatçı, biraz çocuktu. Onun için
annesinin mezarını ziyarete öyle elini kolunu sallayarak, olası tehlikeleri
düşünmeden tek başına gitmişti. Kötü tesadüfler eseri tanıştığı adamı pek sevmişti.
Tabi şimdi aklınızdan neler geçirdiğinizi tahmin edebiliyorum; “Yeni bir aşk mı
doğuyor?” diyorsunuz. Ama peşinen söylemeliyim ki; düşündüğünüz gibi değil. Kadın
adamı sohbetinin uyduğu kafa bir arkadaş olarak, adamsa kadını mutsuz hayatından bir süre uzaklaşabildiği bir
sığınak olarak görüyordu.
Kadın hemşireye telefonunu ve
şirketinin adresini verirken adamın gelebileceğini pek de düşünmemişti. Ama
öyle olmadı. Ertesi gün adam kadınla görüşmek için kapıda bekliyordu. İki
arkadaş kaldıkları yerden sohbet etmeye devam ettiler. Adam laf arasında iş
hayatından ne kadar mutsuz olduğunu söyledi.
Kadın gayet ciddi bir yüz
ifadesiyle:
-
O zaman bugünlük bizimle çalışmayı dene. dedi.
Adam bu teklifi hemen kabul etti.
Ne de olsa kaynanasını hastaneye götürme bahanesiyle bir günlük izin koparmıştı.
Beraber yandaki odaya geçtiler. Kadın önce iş akış şemalarını çizdi ve uzun
uzun anlattı. Sonra adama bir paket nevresim takımı ile beraber bir adet rüzgar
türbini, çamaşır makinası ve bir plaza maketi uzattı.
- Şimdi gördüğün üzere sana birbiriyle ilgisi
olmayan bir sürü ürün verdim. Bir holdingle anlaştık. Bu holdingin bünyesinde; tekstil,
gayrimenkul, beyaz eşya, enerji alanlarında faaliyet gösteren şirketler var.
Elindeki her bir ürün grubu için slogan hazırlayıp, reklam metni yazmamız
gerekiyor. Bu projenin bir son teslim tarihi var. dedi.
Son olarak da kalın bir dosya
uzattı.
- İşte bu dosyanın içinde şirketin beklentileri
yer alıyor. İçinde benim de notlarım var. İncele. Bir ay vaktin var. Dilersen
evde de çalışabilirsin. Nasıl rahat edeceksen. Sormak istediğin her soruyu
çekinmeden telefonla sorabilirsin. Dedi.
Adam teşekkür etti. Maketlerle ve
kalın dosyayla beraber şirketten ayrıldı. Eve geldiğinde karısı ağlıyordu.
-
Belli etmesem de seni sevdiğimi biliyorsun.
Söyle bana kim o? Beni kiminle aldatıyorsun? Diye sordu.
Adam ne olduğunu anlayamadı.
-
Seni aldatmıyorum. Bunu da nereden çıkardın?
Diye sordu.
Kadın, adamın eve gelmemesinden
şüphelendiği için iş yerini aramıştı. Adamın kaza geçiren bir iş arkadaşı
olmadığını ve bugün izinli olduğunu öğrenmişti. Adam olan biteni anlatıp
elindeki dosyaları gösterdi. Bunun üzerine kadın müthiş bir hışımla dosyayı
yere fırlattı. İçindeki tüm kağıtlar yere saçıldı.
Adam evlilikleri boyunca ilk kez
çok sinirlendi.
- Bence izlediğin diziler senin beynini sulandırmış.
Artık gerçek hayatla ilgini koparmışsın. O kafanda kurduğun entrikalar anca dizilerde
olur. Diye bağırdı.
“Bu sözlerden sonra kapıyı çarptı
gitti” dememi beklersiniz belki ama gidecek başka yeri olmayan kahramanımız
kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp eşinden sesini yükselttiği için özür
diledi. Aldatılmadığını anlayan karısı kısa sürede normal rutinine döndü. Her
akşam eskisi gibi ya dizi izliyor ya da annesine gidiyordu. Adamsa artık eskisi
gibi değildi. Her akşam aldığı dosyayı karıştırıp, ürünleri inceliyordu. Kadın
diziyi izliyor, o da aralardaki reklamları izliyordu. Artık adamı hayata
bağlayan bir hobisi vardı. Hayatına bambaşka bir renk gelmişti.
Aradan geçen bir hafta sonunda
adam çalışmalarıyla beraber reklamcılık firmasının yolunu tuttu. Tüm ürünler
için hem slogan hem de reklam metni yazmıştı.
Belki bu acemi reklamcının
hazırladıklarını merak etmişsinizdir. O zaman başlıklar halinde hazırladığı
çalışmaların şöyle bir özetini geçelim.
NEVRESİM TAKIMI
Slogan:
“Kışkırtıcı moda”
Reklam Metni:
"Bu tekstil markası reytingi
yüksek bir çok diziye sponsor oldu, olmaya da devam ediyor. Dizilerde onun
ürünleri kullanılıyor. Önce ürün yerleştirme yapılan bu dizilerden kısa kısa
kesitler alınır. Böylelikle nevresim modellerini içeren hızlı nostaljik bir
geçit töreni yapılmış olacak. Sonra da “Modayı yakalayın” vurgusuyla yeni güncel
tasarımlar sunulur."
RÜZGAR TRİBÜNÜ MAKETİ
Rüzgar Tribünleri doğa dostu
yenilenebilir enerji kaynaklarından bir tanesi.
Slogan:
“En Güzel Miras”
Reklam Metni:
"Önce ekranda rüzgar tribünleri
görünür. Sonra bir anda çocuklar ellerindeki rüzgar gülleriyle tribüne doğru
koşarlar. Bu sırada tok bir ses şu sözleri söyler:
- Ekonomik açıklar birbirimizden,
ekolojik açıklar ise gelecek nesillerden çaldıklarımızdır. Gelecek nesillere
temiz bir doğa bırakma idealinizde sizinleyiz.”
PLAZA MAKETİ
Slogan:
“İkinci eviniz”
Reklam Metni:
"İşyerlerinin bulunacağı bu
plazanın önünde müthiş bir insan kuyruğu oluşur. Bu insan kalabalığını haber
yapmak için gelen muhabir birkaç kişiye neden burada toplandıklarını sorar."
Biri:
-
Burası İstanbul’un kalbi. Her yere yakın, ulaşım
rahat. Böyle bir yerde çalışmak istiyorum. Der.
Diğeri:
-
Manzarasını görmüyor musunuz? Günümün büyük
çoğunluğu işte geçiyor. Böyle bir yerde geçse bu hiç de sorun olmazdı. Der.
Bir diğeri:
- Önceki çalıştığım yer, isim vermeyim, bodrum katta
bulunan havasız bir ofisti. Yanlış anlamayın. Şirket çok bilindik, büyük bir
şirket. Hatta yeri de çok merkeziydi. Ama arkadaşlarımı iş yerime davet etmeye
utanıyordum. Eğer kabul edilirsem, böyle bir yerde çalıştığımı arkadaşlarıma
gururla söyleyebilirim. Der.
Muhabir kameraya döner ve:
- Gördüğünüz gibi bugün bu kalabalık işine gitmek
yerine şansını denemek için buraya geldi. Çünkü arkamda gördüğünüz plazada
çalışabilmek bir statü göstergesi olarak görülüyor. Bize de bu adaylara görüşmelerinde
başarılar dilemek kalıyor. Gelişmeleri bildirmeye devam edeceğiz. der.
Çamaşır Makinesi:
Slogan:
“Zaman size kalsın”
Reklam Metni:
Zaten bu şirketin kullandığı
kendi markasıyla özdeşleşmiş transformers şeklinde robotlar var. Bence burada vurgulamak gereken
en önemli şey geri getirilemeyecek zaman. Bu reklam şirketin tüm beyaz
eşyalarını kapsayabilir.
"Bir çocuk annesiyle oyun oynamak
için yanına tek tek oyuncaklarını getirir. Anne bir dakika oğlum der. Hemen
ekranın altında kronometre işlemeye başlar. Banyoya gidip çamaşır makinasının
düğmesine basar, mutfağa gidip bulaşık makinasının düğmesine basar, fırına
gidip düğmesine basar, bilgisayarının yanına gidip kapama düğmesine basıp
döndüğünde bir dakikası dolmuştur. O çocuğuyla oyun oynarken içeride robotlar
harekete geçerler ve işleri yapmaya başlarlar. Ekranın altında “Çocuğunuzla
oynayacağınız zaman size kalsın.” yazar."
Sonraki reklamlarda; “Eşinize ayıracağınız
zaman size kalsın.”, “Arkadaşlarınızla sohbet edeceğiniz zaman size kalsın.”
gibi sloganlarla yeni reklam metinleri yazılabilir.
Kadın; adamın bir haftada bitirip
getirmesine çok şaşırmıştı. “Acemi cesareti.” Diye düşündü.
Adama:
-
Ben çalışmalarını bir inceleyim. Sonra seni
ararım. Dedi.
Adam büyük bir heyecanla
beklemeye başladı. Birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün derken tam bir hafta
sonra kadın aradı.
- Çalışmalarını beğendik. Maşallah reklam bankası
gibi çalışmışsın. Çok umutlanmanı istemiyorum. Bazı düzeltmeler ve eklemeler
yapıp fikirlerini şirketin onayına sunduk. dedi.
Adam çok sevindi. Kadının
sözlerine aldırış etmeden umutlandı. Aradan bir hafta daha geçti. Holding adamın iki reklam fikrini onayladı. Reklam çekimleri
yapıldı. Tahmin
edeceğiniz üzere kadın patronuyla görüştü ve adamı iş görüşmesi için çağırdılar.
Sonraki süreçte adam bir gişe memurundan bir reklamcıya dönüştü. Daha çok para
kazandı ve bu durum eşini çok mutlu etti. Belki iletişimsizlikleri hiç değişmemişti
ama artık hiç tartışmıyorlardı. Kaynanası ona laf çakmıyordu. En önemlisi eşine
aşık olmasa da, aşık olduğu bir işi vardı.
E-DİYALOG
Gazeteci; e-ticaret özel ödülüne
layık görülen genç girişimciyle röportaj yapmak için onun ofisine geldi. Gazeteciyi
önce bekleme salonunda kahve eşliğinde ağırladılar. Tam buluşma saatinde
sekreter onu kadının ofisine yönlendirdi. Kadın gazeteciyi gülümseyerek kapıda
karşıladı.
-
Hoşgeldiniz. Burada olmanızdan memnuniyet
duyuyoruz. Derginizi severek okuyoruz. Dedi.
Gazeteci iltifatlara bir hayli
memnun oldu. Teşekkür edip, kadının gösterdiği yere oturdu. Oturur oturmazda röportaj
için yanında getirdiği kayıt cihazını çıkarıp masanın üzerine koydu.
-
Eğer sizin için de uygunsa hemen başlayabiliriz.
Dedi.
Hazırlıklar tamamlandı. Her ikisi
de gözleriyle birbirini onayladıkları an röportaj başladı.
Gazeteci: Öncelikle ofisinize
hayran kaldığımı söylemek isterim. Çok şık dekore edilmiş ve çalışanlarınız da
oldukça profesyonel davranıyorlar. İçeriye girdiğiniz an o kurumsal havayı
hissedebiliyorsunuz. Şirketinizle ilgili bize biraz bilgi verebilir misiniz? E-Diyalog
nasıl bir şirket?
Kadın: Teşekkürler. Aslında
ofisimiz en kalabalık günlerinden birini yaşıyor çünkü tüm arkadaşlar sizi görebilmek
için bir bahaneyle ofise geldiler. Muhtemelen onlar da sizinle röportaj yapmak
isteyecekler. Umarım çıkışta sohbet edecek vaktiniz vardır.
Gazeteci: Elbette, memnun olurum.
Kadın: Biz home-office çalışan
bir şirketiz. Yani esnek çalışma saatlerine sahibiz. Belli bir kıyafet
yönetmeliğimiz yok. Yalnızca yaptığı iş gereği gelmek zorunda olanlar ofise
geliyorlar. Zaten herkesin görev tanımı ve sınırları net biçimde belli olduğu
için pek toplantı yapma gereği duymuyoruz. Tabi bunun bir dezavantajı herkesin
her an ulaşılabilir olmasını bekliyoruz. Herkesin elinde cep telefonları ve
bilgisayarları var. Telefonları hep açık ve online olarak ulaşılabilir
durumdalar. Bir toplantı odamız var. Acil olarak bir araya gelinmesi gerekirse tele-konferans
veya video-konferans metodunu uyguluyoruz. Bu yöntem iş için seyahatte olan
arkadaşlarımızın da aktif katılımını sağlıyor. Yani toplantıdan yırtamıyorlar. Mesela Sibel
Hanım arkasındaki iki afacan ikiziyle evden toplantıya katılabiliyor. Ev
halleri baya eğlenceli oluyor. Ofistekiler ve dışındakiler arasında tatlı
atışmalar oluyor. İşin şaka tarafı bir yana; biz başarılıyız ve işlerimiz tıkır
tıkır işliyor çünkü oturmuş bir sistemimiz var. Bilgi akışımız hızlı ve kesintisiz
olarak işliyor. Bu nedenle çalışanlarımız da yaptıkları işten keyif alıyorlar
ve sorumluluklarını kendilerine verilen zaman dilimi içinde rahatlıkla yerine
getiriyorlar. Yatay bir organizasyon şemasına sahibiz. Herkes kendi projelerinden
sorumlu ve kendi işinin amiri konumunda. Aynı zamanda birlikte çalıştığı ekip
arkadaşlarına da destek oluyor, ihtiyaç olması durumunda onların yerine
geçiyor. Her işimizi “Söz uçar, yazı kalır.” prensibine bağlı kalarak yazarak yapmaya
alıştığımızdan, kimseyi zan altında bırakmıyoruz. Bir aksaklık olması durumunda
hemen yazışmalara göz atıyoruz.Bunun dışında anlık ve aylık raporlar bizler
için çok önemli. Sürekli yaptığımız işleri raporluyoruz. Zaten bir ERP paket
programı ile çalıştığımız için sisteme gerekli verilerin girilmesi raporlama
yapmak için yeterli oluyor. Bu raporları arkadaşlarım isteğim dahilinde günlük
ve aylık olarak sistemden çekiyorlar. Ben bu raporlara çok değer veriyorum
çünkü veri olmalarının yanı sıra çalışanlarımın ve şirketimin performansını da
sayısal olarak yansıtıyorlar. Şirket olarak hassas olduğumuz bir diğer konu
elimizdeki kaynakları sonuna kadar etkin olarak kullanmak. Mesela ERP paket
programının tüm modüllerini tüm birimler etkin olarak kullanıyorlar. Aynı şekilde
cep telefonlarının ve bilgisayarların da tüm özelliklerinden, ben buna teknolojinin
nimetleri diyorum, sonuna kadar istifade ediyoruz. Bir eğitim aldıysak,
meyvelerini yani uygulamalarını planlayarak hayata geçiriyoruz. Kısacası bizimle
çalışmayı düşünenler sürekli kendini geliştirmek ve yenilemek zorunda.
Gazeteci: Bir girişimci olarak
böyle bir işi kurmaya nasıl karar verdiniz? İş fikrinin doğuş hikayesini
bizlerle paylaşır mısınız?
Kadın: Ben aslında bir boşanma
avukatıyım. Çiftlerin ortak bir paydada buluşarak boşanmalarını sağlıyordum.
İşim gereği çok sayı ve çeşitte boşanma vakasıyla karşılaştım. Bu çeşitlilik piyasada
deneyim kazanarak profesyonelleşmemi sağladı. Artık diğer rakiplerim gibi
takvimimin çok yoğun olduğu bahanesini uydurup, kalite göstergem olarak müşterilere
yüksek fiyatlar çekmeye başlamıştım. Birkaç ünlünün boşanma davasına ücret almadan
baktım ve şanım yürüdü. Oyunu
kurallarına göre oynadığım için işimde başarılıydım ama mutsuzdum. Ben yıkıcı
değil, yapıcı bir şeyler yapmak istiyordum. Yaptığım iş beni tatmin etmiyordu. Karar
aldım ve iş hayatıma kendi istediğim şekilde devam ettim. Davasını almış
olduğum çiftlerden birçoğunu barıştırdım. Kendimi özgür kılmam varoluş amacımı
ortaya çıkarmıştı. O günden sonra yenilikçi bir iş fikri olarak “e-diyalog”u hayata
geçirmeye karar verdim. Şimdi gördüğünüz gibi hayallerim gerçek oldu. Biz
şirket olarak; insanları, toplulukları, şirketleri uzlaştırmak için varız.
Tartışmalara olumlu çözümler üretiyoruz. Bu işin mutfağında; konusunda uzman
bir araştırma kadrosu var. Her karşılaştığımız vaka bizim için yeni bir soluk,
yeni bir tecrübe demek.
Gazeteci: Biraz boşanma konusunu
kurcalamak istiyorum. Bir boşanma avukatı ve arabulucu olarak sizce boşanma
olayları ülkemizde neden bu kadar yaygın?
Kadın: Her bir boşanma talebinin
ardında çiftlerin kendine özgü karakteristik özellikleri yatar. Sonuçta hepimiz
farklı bireyleriz. Duygularımız, beklentilerimiz, tepkilerimiz, değerlerimiz,
algıladıklarımız, vb. birbirinden farklı. Ancak ben bilimsel araştırmalara ve
istatistiklere de itibar ederim. İstatistikler bize yaşanan sorunların kök
nedenleri hakkında fikir verebilir. Ben ülkemizde çiftleri boşanmaya götüren
başlıca yanlışlardan kısaca bahsedeyim. En sık rastlanan yanlış; kadının erkekten,
erkeğin kadından rol çalması. Kadın, erkeğin yapması gereken işleri yapmasın.
Aciz olun, pasif olun demiyorum. Ama lütfen bilseniz hatta yapmaktan keyif
alsanız bile erkeğin sorumluluğunda olan şeyleri yapmayın. Mesela; alışveriş,
tamir işleri, hesap ödeme gibi. Araba kullanmayı çok sevseniz bile o
yanınızdayken kullanmayı tercih etmeyin. Erkeklere gelince; temizlik ve mutfak
işlerine dahil olmayın. Tabi eşiniz hastaysa, yorgunsa, vb. o başka. Elbette
birbirinize ihtiyaç olduğunda yardım edeceksiniz ama aranızda sınırları belli
olan bir iş bölümünün olması çok önemli. Bir diğeri; evlendikten sonra
kendinizi salmayın. Mesela kilo almak, giyimine dikkat etmemek, sporu bırakmak,
asosyalleşmek vb. bunların bazı göstergeleridir. Bizde kültürümüzün etkisiyle
oluşmuş bir cefakar, vefakar anne modeli var. Ama biz bunu biraz abartıyoruz.
Çocuklar doğunca kadın tamamen bir adanmışlık duygusu içine giriyor, neredeyse
kendini unutuyor. Kendinize göstereceğiniz özen; sadece eşinize değil, aynı
zamanda kendinize duyduğunuz saygınının bir gereğidir. Çocuklarınız bir gün
kendi hayatlarını kurduğunda eşinizle ve kendinizle baş başa kalacaksınız. Bir
diğeri; her iki taraf da iyi günde kötü günde; hastalıkta sağlıkta klişesini
lafta bırakmamalıdır. Kötü günlerde birbirinizin yanında olabilmeniz,
birbirinize destek olabilmeniz aranızdaki güven bağını kuvvetlendirir. Mesela maddi
durumunuz henüz iyi değil ya da bir hastalığınız var ya da ideallerinizin
peşinde sürüklendiğiniz bir dönemdesiniz. İşte böyle zor zamanlarda kişi sizinle
beraberse, sizi destekliyorsa, size katlanıyorsa o kişi sizin için doğru
kişidir. Aynı şey sizin için de geçerli. Eğer karşınızdakine olan sevginizde
samimi iseniz; doğru kişi olabilmek için sabretmeyi bilmeli ve elinizden geleni
yapmalısınız. İnsan doğası gereği emek harcamadığı hiçbir şeyin kıymetini bilmez.
Son olarak; birbirinize hareket alanı tanıyın. Kadının da erkeğin de kendine
ait özel bir hareket alanı olmalı. Eşinizin üzerinde baskı kurmayın. Onu
sürekli kontrolünüz altında tutmaya çalışmayın. Kısacası birbirinizi
bunaltmayın. Mesela; eşler kendi arkadaşlarıyla buluşmak için haftanın belirli
günlerinde birbirlerine izin versinler. Tersi bir durumda oldukça sıkıntılı.
İlgisizlik de toplumumuzda sık görülen boşanma sebeplerinden bir tanesi. Her
konuda olduğu gibi ilgi konusunda da “Azı karar, çoğu zarar.” diyebiliriz. Bu konular
benim uzmanlık alanım olduğu için açıklama biraz uzadı. Daha söylenebilecek çok
şey var, ama sanıyorum ki şimdilik bu kadarı yeterli.
Gazeteci: Bu kadar bir açıklama
bile evli biri olarak beni baya aydınlattı. Samimi açıklamanız için kendi adıma
ve okurlarımız adına size teşekkür ederim. Peki, bize biraz da arabuluculuğu
anlatır mısınız?
Kadın: Arabuluculuk, sistematik
teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları
bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini
kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını
gerçekleştiren, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü
kişinin katılımıyla ve ihitiyari olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemini
ifade eder. Bu literatürdeki uzun ve ağdalı resmi tanımı. Bana göre arabuluculuk
kısaca; tarafları barıştırmaya çalışmak demek.
Gazeteci: Peki E-Diyalog ne iş
yapıyor? Sizden hizmet almak için kimler başvurabilir?
Kadın: Yaptığımız işi daha
anlaşılır hale getirmek için bir benzetme yapmak istiyorum. Eskiden aile hekimliği
uygulaması yokken, öksürsek kulak burun boğaz uzmanına gidiyorduk ve onu boş
yere meşgul ediyorduk. Aile hekiminin hastaları muayene ederek, yalnızca durumu
ciddi olanları uzman hekime yönlendirmesi hem zaman hem iş gücü tasarrufu sağladı.
Biz de arabulucu bir firma olarak; hukuk ve adalet sistemine yansıyabilecek
küçük sorunları büyümeden çözen katalizörleriz. Şu aşamada; boşanma davaları,
trafik kazaları, kat mülkiyeti gibi özel hukuk alanındaki konuların yanı sıra
şirketlere yönelik yurt içi ve yurt dışı sözleşme konularında da hizmet
verebiliyoruz. İleriki dönemlerde bu konuları genişletmeyi hedefliyoruz. Şirketimiz
aynı zamanda Adalet Bakanlığı tarafından lisanslanmış bir eğitim kurumu. Bu
eğitimleri anlaşmalı olduğumuz bir üniversiteyle birlikte düzenliyoruz. Bilgi
birikimimizi ve tecrübelerimizi seve seve paylaşıyoruz. Arabuluculuk, hukuk
sistemi gelişmiş olan ülkelerde bir hayli yaygın olan bir uygulamadır. Biz de
bu uygulamanın öncülerinden biri olmaktan gurur duyuyoruz. Ailelerle ilgili aile
danışma merkezimizde bir çağrı merkezi de mevcut. Aileler çağrı merkezimizi
arayarak çatışma ve anlaşmazlıklarını aile terapistimize anlatıyorlar. Terapistlerimiz
bu doğrultuda müşterilerimizin ön kayıtlarını sistemimizde oluşturuyor. Başvuru
için şahıslar, şirketler ve aileler internet sitemizdeki formlarımızı da
doldurabilirler. Sunduğumuz hizmetin sonunda tarafların anlaşıp anlaşmadıkları
yani arabuluculuk faaliyetinin nasıl sonuçlandığı sistemimizde kayıt altına
alınıyor ve bir tutanakla yetkili mercilere bildiriliyor. Taraflar,
arabuluculuk sürecinin sonunda bir anlaşmaya varırlarsa, anlaşmayı icra
mahkemesine ibraz edip icra edilebilirliğine ilişkin bir şerh verilmesini talep
edebilirler. Bu şerhi içeren anlaşma, ilam niteliğinde belge sayılır.
Gazete: Arabuluculuk yapacağınız
tarafları nasıl bir araya getirebiliyorsunuz? Bu biraz zor olsa gerek. Bir de
taraflar şüphe duymadan sizinle her şeyi paylaşabiliyor mu? Bunun bir riski var
mı?
Kadın: Bazen zorlanıyoruz.
Özellikle de her iki taraf iki yanında avukatlarıyla beraber gardlarını alarak geldiğinde
baya zor oluyor. Çünkü maalesef bazı meslektaşlarım
menfaatleri gereği işi yokuşa sürüyorlar. Biz gücümüzü gelecek odaklı
olmamızdan, hizmetimiz sonunda tarafların ilişkilerini devam ettirerek mutluluk
ve başarı sağlamalarından alıyoruz. Objektiflik ilkemiz gereği önce ayrı ayrı tarafların istek
ve beklentilerini dinliyoruz. Bizim en önemli özelliğimiz bağımsız olmak yani
bir taraf olmamak. Müşterilerimizi dinledikten sonra her iki tarafın menfaatine
olabilecek orta bir noktada buluşmalarını sağlıyoruz. Bize gelen insanların da
bu bilinç düzeyinde gelmesi bizim işimizi kolaylaştırıyor. Böylelikle her iki
tarafı da sıkıntıya sokan süreç kısa sürede çözümlenmiş oluyor. Uyguladığımız
bazı yöntemlerin başında tarafların birbirlerini daha iyi anlamalarını
sağlayacak yönlendirici olmayan sorular sormak geliyor. Sorduğumuz sorular her
iki taraf da farkında olmadan bizi sorunun kaynağına oradan da çözüme
götürüyor. Sonraki aşama soruna yönelik çözüm önerilerinin hazırlanarak
taraflara sunulmasıdır. Taraflar bu çözüm önerilerini değerlendirerek bizlere
olumlu/olumsuz geri bildirimde bulunurlar. Bu esnada kendi çözüm önerilerini de
bizlerle paylaşabilirler. Anlaşma sağlanamaması durumunda taraflar bir kez daha
bizim gözetimimizde bir araya getirilir. Her hangi bir anlaşmanın gerçekleşmemesi
durumunda her iki tarafın uğrayabileceği muhtemel zararlar taraflara uzmanımız
tarafından hatırlatılır. Görüşme sonunda alternatif çözüm önerileri sunularak
taraflara süre tanınır. Tabi uzlaşma sağlanana kadar olan süreçte tarafların
fiili olarak bir araya gelmeleri şart değil. Tüm bu süreci daha önce de
bahsettiğim gibi sanal ortamdaki ortak platformumuzda geçekleştiriyoruz. Bu da
yüz yüze gelindiğinde yaşanabilecek tatsız durumların önüne geçilmesini
sağlıyor. Diğer sorunuza da cevap vereyim. Çünkü sorunuz birçok kişinin kafasındaki
soru işaretlerini gidermek açısından çok önemli. Arabuluculuk müzakereleri aksi
kararlaştırılmadıkça gizlidir. Yaptığımız görüşmeleri ne biz ne de taraflar
açıklayamazlar. Müzakerelerde elde edilen bilgi ve belgeler daha sonra açılması
muhtemel bir davada delil olarak kullanılamaz. Aksi tutum ve davranışların
cezai müeyyideleri var. Tabi bunlar işin teknik boyutuydu. Şirket olarak en
güzel güven göstergemiz temiz sicilimiz, müşterilerimizin referansları. Çalışanlarımızı
korumak amacıyla veri depolama sistemimizi güvenlik altına aldık. Bize
ulaştırılan belgeler taranarak, resim formatında sistemimize kaydediliyor. Hiçbir
evrak şirket dışına çıkarılamıyor. Her arkadaşımız ERP sistemimize yalnızca
kendisine verdiğimiz bilgisayar ve cep telefonundan parmak iziyle giriş
yapabiliyor. Kendi çalıştığı dosyalar dışındaki dosyalara ulaşma yetkisi
bulunmuyor. Bunun gibi bir dizi güvenlik önlemimiz daha var. Bizim sonuca
ulaşabilmemiz ancak müşterilerimizin bizimle açık bir iletişim kurmasıyla
mümkün olabilir. Bunun bilincindeyiz.
Gazeteci: Sizi çok etkileyen bir
olay yaşadınız mı? Gizlilikten bahsettik ama kabaca okurlarımızla paylaşmanız
mümkün mü? İşiniz gereği muhtemelen birçok dramla karşılaşıyorsunuzdur.
Kadın: Bir kadın olduğum için
mizacım gereği zaten duygusal bir yapıya sahibim. Barışma anları hem çok
dramatik hem çok neşeli olabiliyor. Hepimiz o anlarda karmaşık duygular
yaşıyoruz. Ben boşanma avukatı olduğum için boşanma ile ilgili bir örnek vermek
istiyorum. Bize şiddetli geçimsizlik sebebiyle başvuran genç bir çiftimiz oldu.
Çiftin herhangi bir maddi sıkıntısı yoktu. Birbirlerini severek evlenmişlerdi.
Ancak zaman geçtikçe çağımızın hastalığı olan “birbirini dinlememe” hastalığına
yakalanmışlardı. Terapistlerimizin seanslarda kullandığı online sohbet odaları
var. Bu odalarda terapistimizin gözetiminde katılımcılardan biri diğerine soru
soruyor ve cevap veren taraf tekrar soru sorma hakkını elde ediyor. Bu oyunu oynamaya
başladığımızda çiftimiz önce oyuna adapte olamadı. Sonra aynı fikirde oldukları
konularda bile tartıştıklarının farkına vardılar. Çünkü çiftimiz birbirlerini
dinlemiyorlardı. Uzman terapistimiz onlara beraber yapacakları bazı görevler
verdi ve her iki taraf zaman içerisinde uzlaşmaya vardı. Şimdi bir de dünya
tatlısı çocukları var.
Gazeteci: Mutlu sonla biten güzel
bir hikaye anlattınız. Ben dergim ve okurlarım adına bizlere zaman ayırdığınız
için çok teşekkür ederim. Bundan sonraki işlerinizde bol kazançlar ve başarılar
diliyorum.
Kadın: Ben teşekkür ederim. Ayağınıza
sağlık.
Böylelikle röportajın sonuna
gelindi. Çaylar söylendi ve keyifli sohbet diğer çalışanların da katılımıyla kayıt
dışı olarak devam etti.
14 Aralık 2012 Cuma
ŞİFACI
Ressam günlerce açacağı yeni sergi için hazırlanmıştı. Sergileyeceği kara kalem çalışmalarını gözden geçirirken bir yandan da içindeki boşluk duygusuna anlam vermeye çalıştı. Bu seferkinin diğer sergilerinden farklı, marjinal bir şey olmasını istemişti. Ancak sanki şu dünyada yapılmamış, düşünülmemiş hiç bir fikir kalmamıştı. Aklına ne zaman yeni bir fikir gelse internetten araştırıyor, ülkesinde olmasa da dünyada bir yerlerde daha önce yapılmış olduğunu görüyordu. Serginin farkının eserleri olacağı fikriyle avuttu kendini ve çılgınlık arayışından vazgeçti.
Sergi öncesinde eserlerini dostlarına görücüye çıkaracaktı. Bu buluşmayı açık havada yapmaya karar verdiler. Ressam, çantasını hazırlayıp buluşma noktasına doğru yola koyuldu. Taksimde her zamanki mekanlarında toplandılar. Selamlaşma faslından sonra resimler çantadan bir bir çıktı. Herkes hislerini, yorumlarını kattı. Onlar koyu sohbetteyken masaya soluk yüzlü bir kadın yaklaştı. Herkes kadına odaklandı. Kadının saçları tamamen kazınmıştı. Yüzü; düz kaşlar, badem gözler, fındık gibi bir burun, kalemle çizilmiş gibi düzgün ve dolgun dudaklardan oluşuyordu. Yüzünde hiçbir makyaj yoktu. Tek süsü sol kulağında sallanan ucunda “No” yazan zincir bir küpeydi. Badem gözleri solgun yüzüyle tezat oluşturacak derecede parlak ve ışıltılıydı. Ressam kadını tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Kadının kıyafeti; uzun kollu siyah dar bir tişört, onun üzerinde dizinin altında kalan haki renkte kapşonlu ince bir ceket, dar siyah bir pantolon, bağcıkları çıkarılmış haki renkte bir çift bottan oluşuyordu. Ressam kadının doğal duruşundan ve tarzından çok etkilenmişti. İçinde anlam veremediği bir heyecan hissetti. “Ne güzel bir çizim.” diye düşündü.
Kadın kısık bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
- Oturabilir miyim? diye sordu.
Ressamın hayran bakışlarını sezen Sema huzursuzlandı.
- Sizi tanıyor muyuz? diye karşılık verdi.
Kadın:
- Hayır. Size kulak misafiri oldum. Bir sergiden bahsediyordunuz. Hem de Taksim’de. Ben kanserim. Kısıtlı zamanım kaldığını hissediyorum. Gitmeden önce gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var. Belki bana yardım edersiniz diye düşündüm. dedi.
Ressam sabırsızlandı.
- Ayakta kalma, geç otur. Nasıl bir yardım istiyorsun? Diye sordu.
Kadın ressamın gösterdiği sandalyeye oturdu.
- Ben her biri en çok üç sayfadan oluşan kısa öyküler yazıyorum. Anlatmak istediklerimi yalın ve net biçimde ortaya koymak benim için çok önemli. Çünkü isimler, tasvirler, gereksiz detaylar beni kavramlar ve olaylar kadar ilgilendirmiyor. Konuyu daha fazla dağıtmak istemiyorum. Özetle hayalim yazdığım kısa öyküleri çerçeveletip sergileyebilmek. Dedi.
Masada kıkırdamalar oldu. Sema hemen gülüşmelerin tercümanı oldu.
- Bir yazıyı sergilemenin neresi ilgi çekici olabilir. İnsanlar yazıları kitap, bilgisayar gibi kaynaklardan okur ve tüketirler. Yazı çok fazla görsellik içeren bir şey değil. Yani öykülerin sergilik bir durumu yok. Dedi.
Kadının gözlerindeki pırıltı hiç azalmadı. Hala fikrinin arkasındaydı.
- Tam tersi. Biliyorsunuz daktilo, bilgisayar yokken yazarlar el yazısı kullanıyorlardı. Herkesin el yazısı kişiye özel ve farklıdır. Şimdi ise bilgisayarda Arial, Times New Roman, Comic Sans gibi birçok farklı yazı karakteri arasından yazdığınız yazının içeriğine uygun olanı seçiyorsunuz. Yani yazının kendisi zaten görseldir. Dedi.
Dinleyicilerin hiçbiri bu konuşmadan tatmin olmamıştı. Halen öykülerin sergilenmesi fikri onlara saçma geliyordu. Kadın tepkilere aldırmadan konuşmasını sürdürdü.
- Ancak benim asıl bahsedeceğim görsellik sadece yazı karakteriyle ilgili değil. Sayfa kenarlıklarıyla ilgili. Dedi.
İşte şimdi konuşma ilgi çekici bir hal almaya başlamıştı.
- Sayfa kenarlığının sergiyle ilgisi nedir? Diye sordu ressam.
Kadın:
- Anlatıyım. Aklımdaki düşünce şu. Ressam yazdığım öyküleri okur. Öykünün ona hissettirdiği hislerle her bir öyküye özgü bir kenarlık tasarlar. Öyküler sergilenmeden önce ressamın elinden çıkan kenarlıkla süslenir. Öykünün konusuna göre bir yazı karakteri belirlenir. Yazı sayfa kenarlığının içerisine yerleştirilir. Daha sonra mat bir camla çerçevelenip sergilenir. Dedi.
Tam Sema bir şeyler söyleyecekken, Hakan araya girdi.
- Fikrinize saygı duyuyorum. Ama bunun için bir ressama neden ihtiyaç duyasınız ki. Sayfa kenarlığı basit bir şey. Bir sürü hazırda kullanabileceğiniz şablonlar var. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemezdim. Ancak hiçbir ressam böyle basit bir şeyle uğraşmak istemez. Kimse sayfa kenarlığına dikkat etmez ki. O sadece bir süstür. Hem o kadar ufak bir resim yapılması sizce mümkün mü? Kare veya dikdörtgen şeklindeki boyutunu bir düşünün. Bu sürekli aynı resmin tekrarlanmasını gerektirir. Çünkü öyle kare formda ortası boş bir kağıda küçücük bir resmi yatay ve dikey olarak çizemezsiniz. Onun içinde sayfa kenarlıkları aynı küçük sembolün tekrarları şeklindedir. Kısacası fikriniz orijinal ya da daha önce yapılmamış bir şey olsa da uygulamada bir ressamla çalışmanıza ihtiyaç olacağını düşünmüyorum. Aslında sıkı bir okur olarak böyle bir sergi beni ne ölçüde cezbeder, ondan bile emin değilim. Okumak genelde kitabımızla baş başa yaptığımız bir eylem. Dedi.
Herkes hem fikirdi. Kadın pes etmedi.
- Büyüteçle hatta mikroskopla bakılan sanat eserlerini duymuş muydunuz? Şu an bu akımın ismi aklıma gelmiyor. Sanırım yabancı bir komedi söyleşi programında izlemiştim. Sanatçı çok enteresan, akla gelmeyecek minimal şeylerden gözle görülmeyen mikroskobik heykeller yapmıştı. Sunucu sanatçının yaptığını aynen sizin gibi karşıladı. Neden böyle bir şey yapıyorsun ki? Diye sordu. Adamın kolunda ünlü bir markaya ait bir saat vardı. Saatin içinde ise adamın kendi yaptığı üç boyutlu minik bir heykel tasarımı bulunuyordu. İşte o an hayran kaldım ve anladım. Kendini ifade biçimine asla sınır ve kural koyamazsınız. İnsanların alışkın olmadıkları bir yöntem kullanmanız size değer katar ve emeğinizi anlayacak birileri mutlaka vardır. Dedi.
Ressam kadına uzun uzun baktı.
- Yanınızda herhangi bir öykünüz var mı? Diye sordu.
Kadın hemen sandalyesine astığı çantasından kitap görünümlü defterini çıkardı. Bir süre sayfalarını karıştırdıktan sonra bir yerde durdu.
- “Şifacı” isimli öykümü okumanızı çok isterim. Zaten fazla vaktinizi almayacaktır. En kısa öykülerimden biridir. Dedi.
Ressam defteri eline alıp okumaya koyuldu. Öykü insanların ruhunu renklerle tedavi eden bir şifacıyı anlatıyordu. Maviyle insanları yatıştırıp sakinleştiriyor, kırmızıyla cinselliğini ateşliyor, sarıyla iyimserlik ve neşe veriyor, kahverengi ile mükemmelleştiriyor, yeşil ile dikkatini topluyor, siyah ile cazibe ve zarafet katıyor, beyazla özgürleştirip kötülüklerden temizliyor, pembe ile huzur veriyor, mor ile yaratıcılıklarını açığa çıkarıyor, gri ile ciddileştirip ehlileştiriyordu. Şifacı; çeşitli biçimlerde ve sistemler içinde renkler kullanılarak kişilerin sinir sistemlerini dengeliyor ve böylelikle bazı hastalıkların da önüne geçmeyi başarıyordu. Tedavinin ilk aşamasında hastadan farklı renklerle renklendirdiği bir resmi her gün belli bir süreliğine izlemesi isteniyordu. Süre bittiğinde hasta boş bir kağıda resmin onda uyandırdığı duyguları yazıyordu. Sonrasında kullandığı başlıca sistemler: hastaların giysilerinin rengini değiştirmek, pencerelerinde ayrı renklerde cam kullanmak, lambaların rengini farklılaştırmak, suyla belli renk birleşimi oluşturmaktı. Öykünün kötü bir sonu vardı. Bu tedavilerden birinde şifacı bir hastasının yazdıklarından çok etkilenmiş ve onun kişiliğine aşık olmuştu. Eğer onu iyileştirirse, onu kaybedeceğini düşündü. Bu yüzden de tedavi süresini uzatabildiği kadar uzattı. Ta ki; hastası intihar edene kadar.
Ressam öyküden çok etkilenmişti. İçinde hep kendisine sakladığı ve paylaşmadığı şeyler vardı. Her çiziminde gıdım gıdım ilerliyor ve birden tükenmekten çok korkuyordu. “Belki ben de yansıtmadığım şeyler yüzünden birçok kişiyi kaybetmişimdir. Belki de bir ressam olarak sorumluluğumu tam olarak yerine getiremiyorum.” diye düşündü.
Sema ressama aşıktı. Hem de tam dört yıldır. Gözünün önünde nerden geldiği belli olmayan bu kadının ressamı ele geçirmesini izleyecek hali yoktu.
- Aşkım, daldın gittin. Okuduysan bir şey söyle. Sonuçta kızcağız amatör bir yazar. Eminim fikrini merak ediyordur. Dedi.
Ressam, Sema’ya bakmadı bile. Yazara döndü ve sıcak bir ses tonuyla:
- Beğendim. Hatta bu öykü ben de bir şeyler çizme isteği bile uyandırdı. Sizinle çalışmaya başlayabiliriz. Dedi.
Elindeki deftere cep telefonunu, resim atölyesinin adresini ve mail adresini yazıp yazara uzattı.
- Sergilemek istediğiniz tüm öykülerinizi bana mail atmanızı istiyorum. Burada irtibat bilgilerim var. Çalışmalarımı görmek isterseniz istediğiniz zaman atölyeme gelebilirsiniz. Sergiyle ilgili detayları daha sonra değerlendiririz. Dedi.
Yazarda dahil olmak üzere masadaki herkes çok şaşırmıştı. Bu kadar çabuk bir etkiyi hiç kimse beklemiyordu. Sema hemen defteri eline aldı. Yüksek sesle okumaya başladığı sırada yazar durdurdu.
- Semacım, acelesi yok. Sonra okursunuz. Ben kaçar. Siz keyfinizi bozmayın. Atölyeye dönüp biraz çalışacağım. Belki bu fikri önümüzdeki sergiye yetiştirebiliriz. Dedi.
Yazar büyük bir minnet duygusu içinde ressama teşekkür etti. Masadakilerle vedalaştıktan sonra gitmek için ayağa kalktı. Ressam yazara birlikte atölyesine gitmeyi teklif etse de yazar yorgun olduğunu söyleyip bu teklifi geri çevirdi. Sema hemen apar topar ressamın peşinden koşup, ona yetişti ve birlikte resim atölyesine gittiler.
Yazar evine geldiğinde bir hayli bitkindi. Bilgisayarını, mailini ve öykülerinin yer aldığı masaüstündeki dosyayı açtı. Göndereceği maile kısa öykülerini bir bir ekledi. Mailin konusuna “Öykü Sergisi Hk.” yazdı. Son olarak da mailin içeriğini hazırladı.
“Merhaba. Sizinle bugün taksimde tanışmıştık. Ben okuduğunuz şifacı öyküsünün yazarıyım. Ekte sergiye yakışacağını düşündüğüm kısa öyküler yer alıyor. Beni geri çevirmediniz. Dinleme nezaketinde bulundunuz. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Çalışmalarınız esnasında yanınızda olmayı çok isterdim. Ancak hastalığım yüzünden yorgunluğa gelemiyorum. Aşağıda cep telefonum ve adresim yer alıyor. Genelde evde oluyorum. Ne zaman isterseniz evime gelebilirsiniz. Sizi seve seve misafir ederim.” yazdı ve gönderdi.
Ressam ve Sema atölyeye çoktan ulaşmışlardı. Ressam 35x50 cm ebadındaki resim kağıdını masaya koydu. Kağıdı yatay konuma getirdi ve cetveli tam ortasına koyup kalemle çizerek iki bölüme ayırdı. Sonra da sağ ve sol tarafa sayfa kenarlığı olacak çerçeveleri çizdi. Sema’ya dönüp:
- Aslında kağıdın ortasına güzel bir ayıraç bile tasarlayabilirim. Hiç bu kadar büyük bir kitap resmi çizmemiştim. dedi gülümseyerek.
Sema moralsiz bir tavırla:
- Sergi için yaptığın birbirinden güzel çalışmalar ne olacak. Tanımadığın hayalperest bir kadının peşine mi takılacaksın? Ciddi olamazsın. Dedi.
Ressamın yüzü asıldı.
- Bak Sema, o bir yazar. Aynı benim gibi sanatla uğraşıyor ve ürettiklerini paylaşma kaygısı taşıyor. Onu anlıyorum. Ayrıca sergide farklı bir şeyler yapmak için baya kıvranmıştım ama bulamadım. Bu fikir bana ilaç gibi geldi. Yapılan hiçbir çalışma boşa gitmez. Sergi için yaptığım resimleri sonraki sergide sergileriz ya da reklam kataloğuna basarız, satılır. Dedi.
Sema bu kez alttan aldı.
- Haklı olabilirsin. Hem reklam çalışmalarında da bu konuyu sosyal sorumluluk projesi gibi yansıtabiliriz. Mesela; kadın kanser hastası bir hayranındır ve senden ölmeden önce bu sergiyi açmanı ister. Kanserle mücadele vakıflarına ve medyaya haber veririz. Böyle bir hikaye sosyal medyada da çok dikkat çeker. Ne dersin? Zaten olay hemen hemen böyle olmadı mı? Diye sordu.
Sema’nın sözleri ressamı rahatsız etti.
- Hayır, öyle olmadı. Kadın benim hayranım falan değil. Muhtemelen beni tanımıyor bile. Sadece yardım istedi. Bu konuyu onunla konuşalım. Eğer o böyle bir şeye sıcak bakarsa olabilir. Hoş, ben sıcak bakacağını düşünmüyorum. Böyle bir şeye neden ihtiyaç duysun ki. Dedi.
Sema üstelemedi. Yazarın sözlerine karşı yalnızca başını sallamakla yetindi. Bu tatsız ortam düzelene kadar bir süre ortadan kaybolmasının iyi olacağını düşündü.
- Ben çıkıyorum. Halletmem gereken işlerim var. Akşam gelirken yiyecek, içecek bir şeyler alırım. Dedi ve atölyeden ayrıldı.
Ressam kalın dikiş iğnesi ve büyüteç yardımıyla bilmem kaçıncı resim kağıdı üzerinde uğraşıp durdu. Sema yemekten sonra sıkıntıdan duramadı ve evine döndü.
Ressam; sayfadaki dikdörtgen çerçevenin içerisine doğanın tüm güzel renklerini barındıran birbirinin devamı şeklinde manzara resimleri çizdi. Sayfanın üst kısmındaki çerçevenin içine güneş, bulutlar, gökkuşağı ve göçmen kuşlarla donanmış gökyüzü; alt kısmına ise çimenlerle, denizle, ağaçlarla, çiçek tarlalarıyla, kelebeklerle bezenmiş yeryüzü vardı. Sayfanın tam ortasında belli belirsiz çizilmiş, güneşe yüzünü dönmüş, ayakta duran bir insan silüeti vardı. Avuçlarının arasında büyükçe bir kristal cam küre tutuyordu. Güneş ışınları bu küreden geçerek farklı renklere ayrışıp yeryüzüne ulaşıyordu. Sayfanın ortası karakalemle silik olarak çalışılmış, çerçevenin içerisi ise canlı renklerle renklendirilmişti. Ressam bir ayna yardımıyla sağdaki ve soldaki sayfayı birbirinin yansıması şeklinde çizdi.
Gece boyunca çalışan ressam, sayfa kenarlığını sabaha doğru ancak tamamlayabildi.Uykusuzluğa yenik düşüp dinlenmek için evine döndü. Yatmadan önce internete girdiğinde yazarın mailini gördü. Uykusuz geçen geceye rağmen hazırlanıp, yazarın evine gitmek üzere yola çıktı. Yaptığı çalışmayı paylaşmak, bazı konulara yazarla birlikte karar vermek istiyordu. Yolda yazarı telefonla birkaç kez aradı ama telefona cevap veren olmadı. Yazarın evine yaklaştığı için uğramadan dönmek istemedi. Önce apartmanın girişindeki ambulansı gördü. Kısa bir süre sonra yazarı bir sedye üzerinde dışarı çıkardılar. Ölmüştü.
Sergi öncesinde eserlerini dostlarına görücüye çıkaracaktı. Bu buluşmayı açık havada yapmaya karar verdiler. Ressam, çantasını hazırlayıp buluşma noktasına doğru yola koyuldu. Taksimde her zamanki mekanlarında toplandılar. Selamlaşma faslından sonra resimler çantadan bir bir çıktı. Herkes hislerini, yorumlarını kattı. Onlar koyu sohbetteyken masaya soluk yüzlü bir kadın yaklaştı. Herkes kadına odaklandı. Kadının saçları tamamen kazınmıştı. Yüzü; düz kaşlar, badem gözler, fındık gibi bir burun, kalemle çizilmiş gibi düzgün ve dolgun dudaklardan oluşuyordu. Yüzünde hiçbir makyaj yoktu. Tek süsü sol kulağında sallanan ucunda “No” yazan zincir bir küpeydi. Badem gözleri solgun yüzüyle tezat oluşturacak derecede parlak ve ışıltılıydı. Ressam kadını tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Kadının kıyafeti; uzun kollu siyah dar bir tişört, onun üzerinde dizinin altında kalan haki renkte kapşonlu ince bir ceket, dar siyah bir pantolon, bağcıkları çıkarılmış haki renkte bir çift bottan oluşuyordu. Ressam kadının doğal duruşundan ve tarzından çok etkilenmişti. İçinde anlam veremediği bir heyecan hissetti. “Ne güzel bir çizim.” diye düşündü.
Kadın kısık bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
- Oturabilir miyim? diye sordu.
Ressamın hayran bakışlarını sezen Sema huzursuzlandı.
- Sizi tanıyor muyuz? diye karşılık verdi.
Kadın:
- Hayır. Size kulak misafiri oldum. Bir sergiden bahsediyordunuz. Hem de Taksim’de. Ben kanserim. Kısıtlı zamanım kaldığını hissediyorum. Gitmeden önce gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var. Belki bana yardım edersiniz diye düşündüm. dedi.
Ressam sabırsızlandı.
- Ayakta kalma, geç otur. Nasıl bir yardım istiyorsun? Diye sordu.
Kadın ressamın gösterdiği sandalyeye oturdu.
- Ben her biri en çok üç sayfadan oluşan kısa öyküler yazıyorum. Anlatmak istediklerimi yalın ve net biçimde ortaya koymak benim için çok önemli. Çünkü isimler, tasvirler, gereksiz detaylar beni kavramlar ve olaylar kadar ilgilendirmiyor. Konuyu daha fazla dağıtmak istemiyorum. Özetle hayalim yazdığım kısa öyküleri çerçeveletip sergileyebilmek. Dedi.
Masada kıkırdamalar oldu. Sema hemen gülüşmelerin tercümanı oldu.
- Bir yazıyı sergilemenin neresi ilgi çekici olabilir. İnsanlar yazıları kitap, bilgisayar gibi kaynaklardan okur ve tüketirler. Yazı çok fazla görsellik içeren bir şey değil. Yani öykülerin sergilik bir durumu yok. Dedi.
Kadının gözlerindeki pırıltı hiç azalmadı. Hala fikrinin arkasındaydı.
- Tam tersi. Biliyorsunuz daktilo, bilgisayar yokken yazarlar el yazısı kullanıyorlardı. Herkesin el yazısı kişiye özel ve farklıdır. Şimdi ise bilgisayarda Arial, Times New Roman, Comic Sans gibi birçok farklı yazı karakteri arasından yazdığınız yazının içeriğine uygun olanı seçiyorsunuz. Yani yazının kendisi zaten görseldir. Dedi.
Dinleyicilerin hiçbiri bu konuşmadan tatmin olmamıştı. Halen öykülerin sergilenmesi fikri onlara saçma geliyordu. Kadın tepkilere aldırmadan konuşmasını sürdürdü.
- Ancak benim asıl bahsedeceğim görsellik sadece yazı karakteriyle ilgili değil. Sayfa kenarlıklarıyla ilgili. Dedi.
İşte şimdi konuşma ilgi çekici bir hal almaya başlamıştı.
- Sayfa kenarlığının sergiyle ilgisi nedir? Diye sordu ressam.
Kadın:
- Anlatıyım. Aklımdaki düşünce şu. Ressam yazdığım öyküleri okur. Öykünün ona hissettirdiği hislerle her bir öyküye özgü bir kenarlık tasarlar. Öyküler sergilenmeden önce ressamın elinden çıkan kenarlıkla süslenir. Öykünün konusuna göre bir yazı karakteri belirlenir. Yazı sayfa kenarlığının içerisine yerleştirilir. Daha sonra mat bir camla çerçevelenip sergilenir. Dedi.
Tam Sema bir şeyler söyleyecekken, Hakan araya girdi.
- Fikrinize saygı duyuyorum. Ama bunun için bir ressama neden ihtiyaç duyasınız ki. Sayfa kenarlığı basit bir şey. Bir sürü hazırda kullanabileceğiniz şablonlar var. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemezdim. Ancak hiçbir ressam böyle basit bir şeyle uğraşmak istemez. Kimse sayfa kenarlığına dikkat etmez ki. O sadece bir süstür. Hem o kadar ufak bir resim yapılması sizce mümkün mü? Kare veya dikdörtgen şeklindeki boyutunu bir düşünün. Bu sürekli aynı resmin tekrarlanmasını gerektirir. Çünkü öyle kare formda ortası boş bir kağıda küçücük bir resmi yatay ve dikey olarak çizemezsiniz. Onun içinde sayfa kenarlıkları aynı küçük sembolün tekrarları şeklindedir. Kısacası fikriniz orijinal ya da daha önce yapılmamış bir şey olsa da uygulamada bir ressamla çalışmanıza ihtiyaç olacağını düşünmüyorum. Aslında sıkı bir okur olarak böyle bir sergi beni ne ölçüde cezbeder, ondan bile emin değilim. Okumak genelde kitabımızla baş başa yaptığımız bir eylem. Dedi.
Herkes hem fikirdi. Kadın pes etmedi.
- Büyüteçle hatta mikroskopla bakılan sanat eserlerini duymuş muydunuz? Şu an bu akımın ismi aklıma gelmiyor. Sanırım yabancı bir komedi söyleşi programında izlemiştim. Sanatçı çok enteresan, akla gelmeyecek minimal şeylerden gözle görülmeyen mikroskobik heykeller yapmıştı. Sunucu sanatçının yaptığını aynen sizin gibi karşıladı. Neden böyle bir şey yapıyorsun ki? Diye sordu. Adamın kolunda ünlü bir markaya ait bir saat vardı. Saatin içinde ise adamın kendi yaptığı üç boyutlu minik bir heykel tasarımı bulunuyordu. İşte o an hayran kaldım ve anladım. Kendini ifade biçimine asla sınır ve kural koyamazsınız. İnsanların alışkın olmadıkları bir yöntem kullanmanız size değer katar ve emeğinizi anlayacak birileri mutlaka vardır. Dedi.
Ressam kadına uzun uzun baktı.
- Yanınızda herhangi bir öykünüz var mı? Diye sordu.
Kadın hemen sandalyesine astığı çantasından kitap görünümlü defterini çıkardı. Bir süre sayfalarını karıştırdıktan sonra bir yerde durdu.
- “Şifacı” isimli öykümü okumanızı çok isterim. Zaten fazla vaktinizi almayacaktır. En kısa öykülerimden biridir. Dedi.
Ressam defteri eline alıp okumaya koyuldu. Öykü insanların ruhunu renklerle tedavi eden bir şifacıyı anlatıyordu. Maviyle insanları yatıştırıp sakinleştiriyor, kırmızıyla cinselliğini ateşliyor, sarıyla iyimserlik ve neşe veriyor, kahverengi ile mükemmelleştiriyor, yeşil ile dikkatini topluyor, siyah ile cazibe ve zarafet katıyor, beyazla özgürleştirip kötülüklerden temizliyor, pembe ile huzur veriyor, mor ile yaratıcılıklarını açığa çıkarıyor, gri ile ciddileştirip ehlileştiriyordu. Şifacı; çeşitli biçimlerde ve sistemler içinde renkler kullanılarak kişilerin sinir sistemlerini dengeliyor ve böylelikle bazı hastalıkların da önüne geçmeyi başarıyordu. Tedavinin ilk aşamasında hastadan farklı renklerle renklendirdiği bir resmi her gün belli bir süreliğine izlemesi isteniyordu. Süre bittiğinde hasta boş bir kağıda resmin onda uyandırdığı duyguları yazıyordu. Sonrasında kullandığı başlıca sistemler: hastaların giysilerinin rengini değiştirmek, pencerelerinde ayrı renklerde cam kullanmak, lambaların rengini farklılaştırmak, suyla belli renk birleşimi oluşturmaktı. Öykünün kötü bir sonu vardı. Bu tedavilerden birinde şifacı bir hastasının yazdıklarından çok etkilenmiş ve onun kişiliğine aşık olmuştu. Eğer onu iyileştirirse, onu kaybedeceğini düşündü. Bu yüzden de tedavi süresini uzatabildiği kadar uzattı. Ta ki; hastası intihar edene kadar.
Ressam öyküden çok etkilenmişti. İçinde hep kendisine sakladığı ve paylaşmadığı şeyler vardı. Her çiziminde gıdım gıdım ilerliyor ve birden tükenmekten çok korkuyordu. “Belki ben de yansıtmadığım şeyler yüzünden birçok kişiyi kaybetmişimdir. Belki de bir ressam olarak sorumluluğumu tam olarak yerine getiremiyorum.” diye düşündü.
Sema ressama aşıktı. Hem de tam dört yıldır. Gözünün önünde nerden geldiği belli olmayan bu kadının ressamı ele geçirmesini izleyecek hali yoktu.
- Aşkım, daldın gittin. Okuduysan bir şey söyle. Sonuçta kızcağız amatör bir yazar. Eminim fikrini merak ediyordur. Dedi.
Ressam, Sema’ya bakmadı bile. Yazara döndü ve sıcak bir ses tonuyla:
- Beğendim. Hatta bu öykü ben de bir şeyler çizme isteği bile uyandırdı. Sizinle çalışmaya başlayabiliriz. Dedi.
Elindeki deftere cep telefonunu, resim atölyesinin adresini ve mail adresini yazıp yazara uzattı.
- Sergilemek istediğiniz tüm öykülerinizi bana mail atmanızı istiyorum. Burada irtibat bilgilerim var. Çalışmalarımı görmek isterseniz istediğiniz zaman atölyeme gelebilirsiniz. Sergiyle ilgili detayları daha sonra değerlendiririz. Dedi.
Yazarda dahil olmak üzere masadaki herkes çok şaşırmıştı. Bu kadar çabuk bir etkiyi hiç kimse beklemiyordu. Sema hemen defteri eline aldı. Yüksek sesle okumaya başladığı sırada yazar durdurdu.
- Semacım, acelesi yok. Sonra okursunuz. Ben kaçar. Siz keyfinizi bozmayın. Atölyeye dönüp biraz çalışacağım. Belki bu fikri önümüzdeki sergiye yetiştirebiliriz. Dedi.
Yazar büyük bir minnet duygusu içinde ressama teşekkür etti. Masadakilerle vedalaştıktan sonra gitmek için ayağa kalktı. Ressam yazara birlikte atölyesine gitmeyi teklif etse de yazar yorgun olduğunu söyleyip bu teklifi geri çevirdi. Sema hemen apar topar ressamın peşinden koşup, ona yetişti ve birlikte resim atölyesine gittiler.
Yazar evine geldiğinde bir hayli bitkindi. Bilgisayarını, mailini ve öykülerinin yer aldığı masaüstündeki dosyayı açtı. Göndereceği maile kısa öykülerini bir bir ekledi. Mailin konusuna “Öykü Sergisi Hk.” yazdı. Son olarak da mailin içeriğini hazırladı.
“Merhaba. Sizinle bugün taksimde tanışmıştık. Ben okuduğunuz şifacı öyküsünün yazarıyım. Ekte sergiye yakışacağını düşündüğüm kısa öyküler yer alıyor. Beni geri çevirmediniz. Dinleme nezaketinde bulundunuz. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Çalışmalarınız esnasında yanınızda olmayı çok isterdim. Ancak hastalığım yüzünden yorgunluğa gelemiyorum. Aşağıda cep telefonum ve adresim yer alıyor. Genelde evde oluyorum. Ne zaman isterseniz evime gelebilirsiniz. Sizi seve seve misafir ederim.” yazdı ve gönderdi.
Ressam ve Sema atölyeye çoktan ulaşmışlardı. Ressam 35x50 cm ebadındaki resim kağıdını masaya koydu. Kağıdı yatay konuma getirdi ve cetveli tam ortasına koyup kalemle çizerek iki bölüme ayırdı. Sonra da sağ ve sol tarafa sayfa kenarlığı olacak çerçeveleri çizdi. Sema’ya dönüp:
- Aslında kağıdın ortasına güzel bir ayıraç bile tasarlayabilirim. Hiç bu kadar büyük bir kitap resmi çizmemiştim. dedi gülümseyerek.
Sema moralsiz bir tavırla:
- Sergi için yaptığın birbirinden güzel çalışmalar ne olacak. Tanımadığın hayalperest bir kadının peşine mi takılacaksın? Ciddi olamazsın. Dedi.
Ressamın yüzü asıldı.
- Bak Sema, o bir yazar. Aynı benim gibi sanatla uğraşıyor ve ürettiklerini paylaşma kaygısı taşıyor. Onu anlıyorum. Ayrıca sergide farklı bir şeyler yapmak için baya kıvranmıştım ama bulamadım. Bu fikir bana ilaç gibi geldi. Yapılan hiçbir çalışma boşa gitmez. Sergi için yaptığım resimleri sonraki sergide sergileriz ya da reklam kataloğuna basarız, satılır. Dedi.
Sema bu kez alttan aldı.
- Haklı olabilirsin. Hem reklam çalışmalarında da bu konuyu sosyal sorumluluk projesi gibi yansıtabiliriz. Mesela; kadın kanser hastası bir hayranındır ve senden ölmeden önce bu sergiyi açmanı ister. Kanserle mücadele vakıflarına ve medyaya haber veririz. Böyle bir hikaye sosyal medyada da çok dikkat çeker. Ne dersin? Zaten olay hemen hemen böyle olmadı mı? Diye sordu.
Sema’nın sözleri ressamı rahatsız etti.
- Hayır, öyle olmadı. Kadın benim hayranım falan değil. Muhtemelen beni tanımıyor bile. Sadece yardım istedi. Bu konuyu onunla konuşalım. Eğer o böyle bir şeye sıcak bakarsa olabilir. Hoş, ben sıcak bakacağını düşünmüyorum. Böyle bir şeye neden ihtiyaç duysun ki. Dedi.
Sema üstelemedi. Yazarın sözlerine karşı yalnızca başını sallamakla yetindi. Bu tatsız ortam düzelene kadar bir süre ortadan kaybolmasının iyi olacağını düşündü.
- Ben çıkıyorum. Halletmem gereken işlerim var. Akşam gelirken yiyecek, içecek bir şeyler alırım. Dedi ve atölyeden ayrıldı.
Ressam kalın dikiş iğnesi ve büyüteç yardımıyla bilmem kaçıncı resim kağıdı üzerinde uğraşıp durdu. Sema yemekten sonra sıkıntıdan duramadı ve evine döndü.
Ressam; sayfadaki dikdörtgen çerçevenin içerisine doğanın tüm güzel renklerini barındıran birbirinin devamı şeklinde manzara resimleri çizdi. Sayfanın üst kısmındaki çerçevenin içine güneş, bulutlar, gökkuşağı ve göçmen kuşlarla donanmış gökyüzü; alt kısmına ise çimenlerle, denizle, ağaçlarla, çiçek tarlalarıyla, kelebeklerle bezenmiş yeryüzü vardı. Sayfanın tam ortasında belli belirsiz çizilmiş, güneşe yüzünü dönmüş, ayakta duran bir insan silüeti vardı. Avuçlarının arasında büyükçe bir kristal cam küre tutuyordu. Güneş ışınları bu küreden geçerek farklı renklere ayrışıp yeryüzüne ulaşıyordu. Sayfanın ortası karakalemle silik olarak çalışılmış, çerçevenin içerisi ise canlı renklerle renklendirilmişti. Ressam bir ayna yardımıyla sağdaki ve soldaki sayfayı birbirinin yansıması şeklinde çizdi.
Gece boyunca çalışan ressam, sayfa kenarlığını sabaha doğru ancak tamamlayabildi.Uykusuzluğa yenik düşüp dinlenmek için evine döndü. Yatmadan önce internete girdiğinde yazarın mailini gördü. Uykusuz geçen geceye rağmen hazırlanıp, yazarın evine gitmek üzere yola çıktı. Yaptığı çalışmayı paylaşmak, bazı konulara yazarla birlikte karar vermek istiyordu. Yolda yazarı telefonla birkaç kez aradı ama telefona cevap veren olmadı. Yazarın evine yaklaştığı için uğramadan dönmek istemedi. Önce apartmanın girişindeki ambulansı gördü. Kısa bir süre sonra yazarı bir sedye üzerinde dışarı çıkardılar. Ölmüştü.
SANAL GERÇEK
Kadın tatile çıkmak için hazırlanıyordu. Bu tatil onun için tüm yılın iş yorgunluğunu atma fırsatı demekti. Bütün yıl bu tatile kavuşmanın hayaliyle çalışmıştı. Ama önce alışveriş yapmalıydı. Bu yıl çok yoğun ve stresli geçmişti. Geçen yılda iş yoğunluğundan izin alamamıştı. Tatilsiz geçen bu iki yıl içerisinde tam beş kilo almış olduğundan, eski kıyafetlerinin içerisine girmesi pek mümkün görünmüyordu. Zaten bedenine uygun olsalar bile, moda her geçen yıl değişiyordu. Kadının moda renkler ve modeller üzerine internetten acilen bir fizibilite çalışması yapması gerekiyordu. Tatil için yapacağı ana harcamaları (Konaklama, ulaşım masrafları) gözden geçirmeliydi. Çünkü geçmişten devreden kredi kartı borçları, ev kiraları, aidat, arabanın masrafları, vergiler, faturalar kadının kabusu olmaya devam ediyorlardı. Bu senede maaşına beklediği zammı alamadı. Kredi kartlarına verdiği otomatik ödeme talimatlarının kontrolü gittikçe zorlaşıyordu. Belki de tek kart kullanıp, diğerlerini iptal etmeliyim diye düşündü. Karar veremedi. İnternet bankacılığına girdi. Gelecek dönem ödemelerine, son hesap kesim tarihine şöyle bir göz attı. Bireysel emeklilik, elektrik, su, doğalgaz, telefon ve kredi kartıyla yapılan diğer harcamalar. Bir kaçı dışında hepsi hesabından kesilmişti. Henüz maaşının yatmasına on beş gün olmasına rağmen eksilere düşmüş, ek hesabı kullanmaya başlamıştı bile. Bu tablo karşısında morali bozuldu. Alışveriş öncesinde internetten yapacağı fizibilite çalışmasını boş verdi. En yakın AVM’ye gitmek için giyinip, hazırlandı. Yarın mesaiye kalacağı için alışverişe bugün çıkmaya karar vermişti. Aslında moralinin bozuk olmasının da bunda etkisi vardı. Evde yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Evden çıkmadan buzdolabına şöyle bir göz gezdirdi. Kendini bir hafta kadar idare edecek yiyecek malzemelerini bir kağıda listeledi. Yarın temizlik için gündelikçi kadın gelecekti. Hemen listeye temizlik malzemeleri ile çamaşır ve bulaşık deterjanını da ilave etti. Hazır eli değmişken kabaca tatil için alması gerekenleri de listelemeye karar verdi. Mayo, güneş kremi, güneş sonrası bakım kremi, plaj çantası, şort, terlik, gece giyeceği şık bir elbise, vb. Elindeki kağıt parçası yetmedi. Bir tane daha aldı. Güneş gözlüğü yazdı. Aslında şık, marka dört çift güneş gözlüğü vardı. Yine de yenisini almak zorundayım diye düşündü. Çünkü geçen sene moda olan iri, taşlı “arı maya” güneş gözlükleri artık bu sene moda değildi. Ayakkabıyı da ekledi. Sonra birkaç makyaj ürünü, parfüm, merak ettiği birkaç kitap ismi yazdı. “Çok fazla zaman kaybettim. Diğer ihtiyaçları gördükçe hatırlarım.” Diye düşündü. Kapıya yöneldi. Arabasının yanına geldiğinde, arabanın anahtarını bulmak için çantasını karıştırmaya başladı. Bebek mezarı ebatlı çantada bir şeyler bulmak baya zordu. “Neyse ki bu çantaların modası geçti.” Diye düşündü. Anahtarı ararken küpesini düşürdü. Eğilip yerden alırken “Altın dışındakilere alerjim olduğundan muhtemelen takı alamayacağım.” Diye düşündü. Çantayı salladı. Anahtarlar şıkırdadı. Bir kez daha elini daldırdı çantaya ve derinlerde bir yerden anahtarları çekti çıkardı. Arabasına binip, yola koyuldu. AVM’nin otoparkı her zamanki gibi oldukça kalabalıktı. Otoparkta attığı üç turun sonunda kenarda bir yerde pusuya yatmaya karar verdi. Kısa bir bekleyiş sonunda alışverişini tamamlamış evli bir çift ellerinde poşetlerle arabalarına doğru yaklaştılar. Evli çiftten boşalan park yerine güzelce park etti. AVM’ye girdinde oldukça kararsızdı. Yaklaşık 15 dakika öylece dolaştı. Sonunda listesini çıkardı ve nereden başlayacağına karar verdi. “Önce akşam için şık bir elbise alırım. Ayakkabı ve çantayı da ona uygun olarak seçerim.” Diye düşündü. Aklında belirlediği bir model olmadan, vitrini gözüne hoş görünen bir mağazaya girdi. Elbiselerin olduğu reyona yöneldi. Elbiselere tek tek, tekrar tekrar baktı, ama ilgisini çeken bir şeyler bulamadı. Güler yüzlü satış elemanı kadının yanına yaklaştı. Satış elemanı hoş giyimli, keskin yüz hatlarına sahip, yakışıklı, atletik vücutlu genç bir adamdı.
- Yardımcı olabilir miyim? Diye sordu.
Kadın bir yandan elbiselere göz gezdirmeye devam ederken:
- Aslında ne aradığımı ben de bilmiyorum. Şöyle bir göz atıyordum. Gece giyebileceğim yazlık şık bir elbise olabilir. Dedi.
Adam hemen atıldı.
- Ben size yardımcı olabilirim. Yeni sezon yazlık elbise modellerimiz arka tarafta. Bunlar eski sezon indirimdeki giysiler. Dilerseniz o tarafa doğru gidelim. Yeni modellerimizi çok beğeneceğinize eminim. Dedi.
O tarafa geçer geçmez, eliyle koymuş gibi mor ve lila renklerden oluşan saten, içi diz kapağına kadar astarlı düz tül bir elbise çıkardı. Elbisenin beli kulplarla daraltılmış, sırt kısmı ve göğüs kısmı dekolte, alt kısmı kalem etek şeklindeydi. Elbise askıda biraz biçimsiz ve tuhaf görünüyordu.
Adam kadının yüzündeki ifadeyi hemen anladı ve:
- Askıda duruşu sizi yanıltmasın, üzerinize deneyince modelini daha iyi göreceksiniz. Dedi.
Kadın adama gülümseyerek:
- Tamam, ama izninizle farklı kıyafetlerde seçmek isterim. Vakit kaybetmek istemiyorum. Kabinde hepsini aynı anda deneyeceğim. Dedi.
Sonrasında yeni sezon elbiseleri karıştırmaya başladı. Satış elemanı bu esnada yakınlarında bulunan birkaç müşteriyle daha ilgilendi. Kadın denemek için üç elbise daha beğendi ve soyunma kabinin yolunu tuttu. Kadın ilk önce satış elemanının önerdiği mor elbiseyi denedi. Bedeni tam olmuştu. Elbise kadının basenlerini olduğundan fazla göstermiş, boyunu kısaltmıştı. Sırt ve göğüs dekoltesi bir hayli rahatsız edici geldi. Bu elbise kadının tarzına hiç uygun değildi. Aynaya bakınca kendini sıradan ve basit hissetti. Hemen çıkardı. Diğer seçimlerini de tek tek denedi. Denediği elbiseler içinde kadına en çok yakışan açık krem renkli olan elbiseydi. Rengi kadının çikolata tenine uyum sağlamıştı. Elbisenin üst kısmı belden oturan, ön ve arkası V yaka, kolsuz, kalın askılı olarak tasarlanmıştı. Alt kısmındaki eteği dizine kadar bol ve dökümlü duruyordu. Elbisenin rengi, saf ve masum duruşu, dekoltesinin ölçülü olması kadına çok yakışmıştı. Kadın kabinin içinde etrafında şöyle bir döndükten sonra “Bu elbise benim için dikilmiş.” Diye düşündü. Beğendiği elbiseye bir de dışarıda bakmak için kabinden çıktı. Satış elemanıyla göz göze geldiler.
- Size verdiğim mor elbiseyi denemediniz mi? Diye sordu.
Kadın:
- Denedim. Ancak pek beğenmedim. Sanki bol oldu biraz. Pek beni yansıtmadı. Dedi.
Adam hemen atıldı.
- O elbisenin birkaç püf noktası var. Kemerini elbisenin içinden büzerek ayarlayabiliyorsunuz. Astarı da ayarlanabiliyor. Üzerinizdeki eski model bir elbise, muhtemelen indirimdeki ürünlerden sezon ürünleri arasına karıştırılmış. Sizden ricam mor olanı tekrar denemeniz. Sizi buradan eski moda bir tasarımla göndermek istemem. Dedi.
Kadın satış elemanının yoğun ısrarına dayanamadı. Gönülsüz olarak kabine döndü. Mor elbiseyi giyip çıktı kabinden.
Adam:
- Bir de bol olmuş demiştiniz. Oysa size tam olmuş. Bu elbise çok yakıştı size. Önceki elbise sizi çok kapatmıştı. Bu elbise sizi ve hatlarınızı ortaya çıkardı. Bence güzelliğinizi sergilemekten kaçınmamalısınız. Çok masum bir yüzünüz var. Yüzünüzün masumiyeti ne giyseniz kaldırır. Dedi.
Kadın, aynaya bir kere daha baktı. Bir şey söylemeden kabine dönüp kendi kıyafetini giydi. Her iki elbisenin etiketine baktı. Mor elbisenin fiyatı beğendiği elbiseninkinin iki katıydı. “İkisinden birini seçmeliyim.” Diye düşündü. Kendi kıyafetlerini giyip, kabinden çıktı.
Satış elemanı:
- Karar verebildiniz mi? Diye sordu.
Kadın:
- Evet. Size güveniyorum. Mor olan elbiseyi alacağım. Dedi.
Birlikte kasanın yolunu tuttular. Kadın ödemesini kredi kartıyla gerçekleştirdikten sonra, mağazadan ayrıldı. Hemen müdavimi olduğu ayakkabı mağazasına girdi. Elbisesine uyabilecek birkaç çift ayakkabıyı denedi. Mağazanın vitrini ve reyonları bu senenin modası olan çivili ayakkabılarla doluydu. Bunların arasında ince topuklu ve platform ayakkabı modelleri de varlıklarını sürdürmekteydiler. Bu kez gözdesi olan bu markada aradığını bulamadı. Hemen bir alt kattaki ikinci tercihine yöneldi. Burada özellikle çivili olmayan iki ayakkabı modeli seçti. Bir tanesinde karar kıldı. Hemen ona uygun bir çanta seçti. Çantaların yanında aynı parçalardan yapılmış deri bileklikler vardı. Onlardan da üç tane aldı. Böylece aldığı elbiseyi kombine etme işi tamamlanmış oldu. Oradan hemen yanındaki gözlükçüye girdi. Güneş gözlüğü modellerine baktı. Bu arada dereceli gözlüğünü de çantasından çıkardı. Hem dereceli gözlüğü için mıknatıslı çerçeve, hem de güneş gözlüğünü seçti. Şort ve tişörtü almak için bir spor mağazasına girdi. Deniz kıyısında rahatça kullanabileceği bol, mini bir şort seçti. Tişört yerine ise dar, gök mavisi şık bir keten gömlek aldı. O sırada spor ayakkabılara gözü takıldı. Yürüyüş ayakkabıları bir hayli eskimişti. Hemen çok beğendiği bir tanesini denedi. Bayıldı ve onu da alarak kasanın yolunu tuttu. Ödemeyi yaptıktan sonra, alışveriş maratonundaki sonraki durağı olan kozmetik mağazasına girdi. Satış elemanı kız, kadını çok iyi tanıyordu. Kapıda güler yüzle karşılandı. Kendisine hemen biten eski parfümünden bir tane verildi. Kadın ayrıca parfümünün deodorantını da istedi. Sonra güneş için gündüz, gece kremleri alındı. Ayrıca yeni gelen yaşlanma karşıtı kremler tanıtıldı. Hemen onlardan bir set kadına satıldı. Makyaj ürünlerinden bu kez yalnızca biten ruj ve allıktan alındı. Kredi kartı, kasa sesi, slip ve ödeme tamamlandı. Kadın bu arada listeye tekrar şöyle bir göz attı. Esas alması gereken mayoyu seçmek için bir mağazaya girdi. Orada yaklaşık bir saat oyalanıp, yaklaşık on farklı mayo giydikten sonra, mutsuz bir şekilde kabinden çıktı.
Tezgahtar kıza üzgün bir yüz ifadesiyle.
- Biraz kilo almışım sanırım. Pek olmadı. Dedi.
Hemen başka bir mağazaya girdi. Bu kez ikinci giydiği mayoyu beğenerek sepete attı. Tam çıkacağı sırada çok şık görünen uyku bantlarına gözü takıldı. Ondan da bir tane sepete koydu. Sonra üç adet süper ince çorabı, birkaç parça muhtelif renklerde iç çamaşırını da ekledi. Kasaya gitti. Kredi kartı limiti dolmuştu. Hemen diğer kartını uzattı. Bu sefer çekim işlemi başarılı oldu. Elindekiler çok birikmişti. Arabaya koymak için otoparka yöneldi. Geri döndüğünde acıktığını hissetti. Hemen alışveriş merkezinde bulunan meşhur köfteciye oturdu. Yemeğini yedikten sonra, aynı kattaki kitapçıya girdi. Oraya sadece iki kitap almak için girmişti. Ancak toplam beş kitap, iki dergi, bir yap-boz alarak ayrıldı. Market alışverişine geçti. Alıveriş listesindeki ürünleri bir bir topladıktan sonra, her zamanki gibi kasaya geldi. Bu kez ikinci uzattığı kartı da dolduğu anlaşılınca, üçüncü kartını uzattı. “Battı balık yan gider. Aman kırk yılda bir alışveriş yaptık işte.” Diye düşündü.
Yorgun argın aldıklarını aracına taşıdı. Bagaj dolduğundan geri kalanları arka koltuğa yerleştirdi. Tam rahatlayıp şoför koltuğuna oturduğu sırada cep telefonu çaldı.
- Efendim Betül. Diyerek açtı.
Betül, kadının kız kardeşiydi. Arama konusunda zamanlaması pek de iyi olmayan Betül, genelde pazar günleri aramazdı. Kadın biraz şaşırdı. “Kesin bir şey isteyecek.” Diye düşündü.
- Abla, sana kötü bir haberim olacak. Sakin olmaya çalış tamam mı? Dedi.
Kadının beyninden bir anda kaynar sular döküldü. Dondu kaldı. Daha önce babasının kaza haberini aldığında da böyle donup kalmıştı. Babasının kendi iş yeri vardı. Ancak yaşanan bir dizi talihsizlik sonucunda işyeri iflas etmişti. Babası, o dönemde dikkatsizlik sonucu trafik kazası yapmış ve vefat etmişti.
- Alo! Abla, orda mısın? Dedi Betül.
Kadın kendini toparladı.
- Ne oldu? Annem iyi mi? Diyebildi.
Betül:
- Pek iyi değil. Birden fenalaştı. Şimdi hastanedeyiz. Acilen ameliyata aldılar. Önemli bir şeyi yok. Paraya ihtiyacımız olacak. Hemen buraya gelebilir misin? Dedi.
Kadın:
- Nesi var Betül? Neredesiniz? Bana adresi mesaj at hemen geliyorum. Dedi.
Betül:
- Apandisit ameliyatı dediler. Hemen mesaj atıyorum adresi. Bekliyoruz. Dedi.
Babası kadına miras olarak sadece iflas borçlarını bırakmıştı. Ölümüyle beraber kadının üzerine büyük bir yük binmişti. Her ay annesine ve kız kardeşine para gönderiyor, iki eve birden bakıyordu. Hiç parası kalmamıştı. Dikiz aynasından arkadaki poşetlere baktı. “Eğer bu konuşma sabah saatlerinde olsaydı bunların hiçbirini almazdım. Sadece bunlara harcadığım para bile bugünümü kurtarırdı.” Diye düşündü. Müthiş bir pişmanlık hissetti. Onca para harcadığı gereksiz şey, annesinin hastalığı karşısında değerini yitirmişti.
Bu düşünceler içerisinde gidip gelirken kız kardeşinin gönderdiği mesajın sesiyle sıçradı. Gelen adresi navigasyona girdi ve yola koyuldu.
Uzunca bir trafik çilesinden sonra hastaneye ulaştı. Otoparktayken Betül’ü aradı. Kız kardeşi bekleme salonunda annesinin ameliyattan çıkmasını bekliyordu. Kapıdan telefon görüşmesi yapacağını işaret etti kardeşine. Hastanenin bahçesine çıktı ve hummalı telefon trafiği böylece başladı.
- Alo, Sibel. Merhaba Nasılsın?
- İyidir sağ ol canım. Sen?
- Hiç sorma. Annem şu an ameliyatta. Çok acil paraya ihtiyacım var. Yardımcı olabilir misin?
- Tatlım, çok geçmiş olsun. Ama biliyorsun bizde de borç harç çok. Arabayı yeni değiştirdik. Durumumuz pek müsait değil bu aralar. Kusuruma bakma olur mu?
- Tamam. Sorun değil. Görüşürüz.
İkinci deneme.
- Alo, Burak. Naber?
- İyilik, sağlık. Bildiğin gibi aynı tas, aynı hamam. Senden?
- Şu an hastanedeyiz kardeşimle. Annemi acilen ameliyata aldılar. Hemen sadede gelicem. Paraya ihtiyacım var.
- Hacı, bugün Pazar. Nasıl gönderebilirim ki?
- Yarın da olur.
- Ben şehir dışındayım. Haftaya ancak dönerim. Orada olsam sana kesin destek çıkardım.
- Tamam. Sağ ol. Kapatmalıyım.
Üçüncü deneme.
- Amca merhaba.
- Hayırsız kızım benim. Napıyorsunuz bakalım? Annen, kardeşin nasıllar?
- Amca biz kardeşimle iyiyiz. Ama annem şu an ameliyatta. Paraya ihtiyacımız var. Buraya gelebilir misin?
- Kızım ben ustabaşıyım. Kendi ailemi zor geçindiriyorum. Sen bir şirkette şefsin. Benden para istemen biraz garip kaçmadı mı? Hiç mi birikimin falan yok?
- Amca, tamam. İnan şu an nasihat dinleyecek vaktim yok. İhtiyacım olmasa aramazdım.
Dördüncü ve son deneme.
- Enes Bey, merhaba efendim.
- Merhabalar.
- Tatilde olduğunuzu biliyorum. Ama inanın aciliyeti olmasa sizi rahatsız etmezdim.
- Sizi dinliyorum.
- Annem şu an ameliyatta. Paraya ihtiyacım oldu. Yarın onayınız olursa, kasadan bir miktar avans alabilir miyim?
- Maaşlar yatalı henüz on beş gün oldu. Şirket politikamız bu konularda çok katı. Size böyle bir tolerans verirsek, diğer arkadaşlarda isteyecektir. Üzgünüm. Onay veremem.
- Haklısınız efendim. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Kadın iyice ümidini kaybetmişti. Paraya dönüştürebileceği şeyleri düşündü. Altın takıları geldi aklına. Biraz rahatladı. Yerine oturduğunda Betül’ün şaşkın bakışlarıyla karşılaştı.
Betül:
- Abla, bir şey mi oldu? Baya uzun konuştun telefonla. Dedi.
Kadın:
- Yok bir şey. Senin gibi annem için endişeliyim. İşle ilgili bir şeyler sordular. Bilirsin bizim tatilimiz pek olmuyor. Hep iş, hep iş. Dedi.
Ameliyat başarıyla gerçekleştirildi ve annesinin sağlık durumu da gayet iyiydi. Ama kadın yine de durgun ve düşünceliydi. Aldığı giysiler, ayakkabılar, çantalar, kitaplar, vb. artık odasından dışarı taşıyordu. Mutluluğunu alışverişe bağladığını fark etti. Bir şeyler alabildiği sürece mutluydu. Alışveriş yapmak; ihtiyaçlarını karşılama amacının ötesine geçmiş, bağımlılık haline gelmişti. Her gün daha yenisini almak için araştırıyor, yarışıyor ve pek tabi sürekli tüketiyordu. Ne kadar tedbirsiz yaşadığını, geleceğe dönük hiçbir garantisinin olmadığını düşündü. Bu düşüncelerin ışığında güzellik uykusundan uyandı (!) O günden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı. Kadın bir daha hiç bir şeyin kendi güzelliğinin önüne geçmesine izin vermedi. Sahip olduklarıyla mutlu olmayı öğrendi ve en güzeli de yaptığı her harcamayı ihtiyaçlarını gözeterek dengeledi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)