Kadın
alışveriş yapmak için dükkana girdi. Kendisiyle ilgilenen kimse olmadı.
Sepetine aldığı ürünlerle birlikte kasiyer kızın yanına gitti. Kız, kadının
yüzüne bile bakmadan hızla geçirdi ürünleri ve toplam tutarı söyledi. Kadın
kredi kartını uzattı, şifresini girdi ve fişini aldı. Bir yandan ürünleri
poşete yerleştirirken, bir yandan da “Bu paspal kıyafetim pek saygı uyandırmadı
herhalde.” diye geçirdi içinden.
Kasiyer kız bir önceki gün arayıp izin istedi müdüründen. Annem hasta dedi. Aslında bu bir yalandı. Boşanma davası vardı. Bunu kimsenin bilmesini istemediği için böyle bir yalan uydurmuştu. Müdür son derece asabi bir ses tonuyla: “Hepimizin sorunları var ama sorumlulukları da var. Öyle her keresinde izin vermem mümkün değil.” Dedi. İzin alamayan kasiyer kız yine sabahın köründe kalktı, balık istifi metrobüse bindi ve işinin yolunu tuttu. Dalgın dalgın oturdu yerine. Mahkemeye gidememek ve çocuğunun velayeti ile ilgili anlaşmazlığı düşünürken tek tek geçirdi ürünleri kasadan.
Marketin müdürü ile patronlardan biri arasında kızılca bir kıyamet kopmuştu. Onca market arasında patron alışveriş için o marketi seçmişti. Sırada başlayan huzursuzluğa ve akabinde yaşanan tartışma ve şikayete birebir patron da şahit oldu. Müdürün her zaman haklı olması gereken müşteriden değil de kasiyerden taraf olduğunu gördü. Bunu görür görmez de velinimeti olan müşterisine yapılan davranışın hıncını müdürden fazlasıyla aldı.
Marketin patronu yönetim binasındaki koltuğunda oturuyordu. Eşi aradı. Yurt dışındaki kızının yanına giden eşi önce kısa bir hal, hatır sonrasında kendisinin ve kızının hesabına yüklü bir miktar para transferi yapılmasını istedi. Söylediğine göre giderken yanına aldığı harçlık giyim-kuşam alışverişine ancak yetmişti. Orada çok beğendikleri bir araba vardı. Koskoca patron kızı okula daha ne kadar süre metro ile gidebilirdi. Eşinin ve kızının müsrifliklerine sinirlenen patron, paltosunu alıp dışarı çıktı. Deniz havası almak için yolunu uzatıp, sahil yoluna saptı. Yol üzerinde market zincirlerinden bir tanesi dikkatini çekti, otoparkına park edip markete girdi.
Kızının yurt dışında rahat içinde yaşadığını, başarıyla okuduğunu düşünüyordu. Önce kızının ikinci dönemden itibaren artık yurda uğramadığını, sonra da dersleri takip etmediği için okulu 1 sene uzattığını öğrendi. Kadın yaşadığı şoku atlatır atlatmaz, topladığı parçaları birleştirip bulmacayı çözmeye çalıştı. Artık tek amacı kızına bir an evvel ulaşabilmekti. Kızının yurttaki oda arkadaşı burslu bir kızdı. Hemen onu bulup, ondan yardım istedi. Kızının sınıfındaki madde bağımlısı bir erkek öğrencinin peşine takıldığını ve onunla sefalet içerisinde bir hayat sürdüğünü öğrendi. Burslu kız ona kızının kaldığı evi gösterdi. Kadın kapıyı çaldı. Kapıyı açan kızını görünce gözyaşlarına boğuldu. Anne-kız olan biten her şeyi uzun uzun konuştular. Kadın kızını alıp bir rehabilitasyon merkezinin yolunu tuttu. Yolda para istemek için eşini aradı.
Genç
kız üniversiteyi Türkiye’de okumak istediğini defalarca söyledi. Ancak ne
babasına, ne annesine laf anlatamadı. Onun yurt dışında çok daha kaliteli bir
eğitim alacağını düşünüyorlardı. Kızsa hassas ve duygusal bir yapıya sahipti ve
arkadaşlarına çok bağlıydı. İş dolayısıyla annesini de, babasını da doğru
dürüst görememişti. Arkadaşları onun ailesi gibi olmuştu. Baskın bir karakter
olmadığı için ailesinin bu isteğine sonunda boyun eğdi. Yurt dışına
gittiklerinde onu üniversitenin yakınındaki bir yurda yerleştirdiler. Orada
burslu bir kızla birlikte kalmaya başladı. Zaman geçtikçe içinde bulunduğu
ortama alışıyor ve yeni çevreler ediniyordu. Burslu kızla birbirlerini ancak
yatmadan yatmaya görmeye başladılar. Bir süre sonra zengin kız yurda hiç
gelmemeye başladı. Okuldaki birkaç karşılaşmadan sonra bağlantıları tamamen
kesildi.
Kayseri’de
bir fakirhaneden çıkıp, liseyi amcasının yanında okuyup, İstanbul’da özel bir
üniversiteyi burslu olarak kazanan bir gençti bu kız. Yokluk ve cehalet
içindeki hayatını kendi tırnaklarıyla bir yerlere getirebilmişti. Gözleri zehir
gibi, sözleri tesirli, hayat felsefesi çalışmaktı. Yurt dışında okumak ve
kendisini farklı alanlarda geliştirebileceği eğitim programlarına katılmak
istiyordu. Bunun üzerine kendisine yatırım yapmak için sponsor olabilecek bir
iş adamı arayışına girişti. Dikkat çekip fark yaratmak için sosyal medyada
yazmadığı yazı, internetten başvurmadığı yer kalmadı. Sorduğu çarpıcı ve farklı
sorularla üniversitesinin düzenlediği kariyer günlerinin baş aktörü oldu.
Sonunda da tuttuğunu kopardı. Hemşerisi olan bir iş adamını uzun süre medyadan
yakinen takip etti. Aracı kurumlar vasıtasıyla kendisine ulaştı. Kendi
gayretiyle öğrendiği İngilizcesiyle iş adamına methiyeler dizdi. Artık onun
için İngiltere yolu açılmıştı. Gider gitmez önce ortamı analiz etti, insanları
inceledi. Kültür farkını gördü. “Ben özgürüm” havasına girip, hiçbir değerinden
taviz vermedi. Akıllı ve bilinçli bir olgunlukla etrafındaki gençlerin ibretlik
hallerini izledi. Yaşıtlarında beliren özenti menşeili ahlaki çöküntüye üzülse
de herkesin kendi hayatı diye düşündü. Ta ki bir anne gözyaşları içinde ondan
yardım isteyene kadar.
Büyük bir
şirketin grup başkanı olmak pek de kolay bir sorumluluk değildi. Bu zamana
kadar ki emek yoğun kariyer yolculuğu da sıfırdan başlamıştı. Maillerine göz
gezdirirken, “Fırsat Talebi hk.” konulu e-mail dikkatini çekti. Mailde şunlar
yazıyordu: “Sayın Başkanım, ben İstanbul’da özel bir üniversitenin işletme
fakültesi 2. Sınıf öğrencisiyim. “Öğrenci değişim programı” sayesinde eğitimime
yurt dışında devam etmekteyim. Ev hanımı bir anne ile işçi bir babanın kızıyım.
Sizi çok uzun süredir basından takip ediyorum. Hayat hikayenizi ve başarı
öykünüzü defalarca okudum. Sizin öykünüz geleceğim için bir umut ışığı oldu.
Ayrıca dinamik, yenilikçi ve girişken gençlere fırsat tanıyan, onların
ellerinden tutan babacan tavrınız bu maili yazmam için bana cesaret verdi.
Kendi kişisel yeteneğiyle, emeğiyle ve özellikleriyle bir yerlere gelen sizin
gibi idealist kişilerin işlerinde çok daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Her
şey hayal etmekle başlasa da, hayallerimi gerçekleştirebilmek için tetikleyici
bir güce, bir kıvılcıma ihtiyacım var. Bu fırsatı yurt dışında değil, kendi
ülkemde yakalamak niyetindeyim. Şirketiniz geleceğin en parlak sektörlerinden
biri olan enerji sektöründe faaliyet gösteriyor. Ben de sektöründe öncü olan
böyle bir şirketin uygun görülecek bir bölümünde staj yapmaktan onur duyarım.
Ekte öz geçmişimi tüm detayları ile bilginize sunarım. Değerli vaktinizi
ayırdığınız için teşekkür eder, saygılarımı arz ederim.” Başkan bu maili İnsan
Kaynakları müdürüne yönlendirdi, sonrasında müdürü arayarak gönderdiği e-mail
ile ilgilenmesini istedi. Müdür telefon gelmeden önce maili açmıştı bile.
Başkana “Bu hanım kızı tanıyorum, kariyer günlerinde tanıştık ve patronumuz
üniversitedeki vakıf vasıtasıyla kendisine burs veriyor.” Dedi.
İnsan
Kaynakları müdürü yorucu günün ardından gözü saatte mesai bitimini beklemeye
koyuldu. İK şefi içeriye girdi. Elindeki poşeti uzatarak “Beklediğiniz ilaçlar
gelmiş. Ben de istediğiniz dosyayı tamamlamışken bu poşeti de size teslim
edeyim diye düşündüm. Çok geçmiş olsun.” Dedi. Müdür gülümseyip, başını
salladı. Şef müdürün karşısındaki misafir koltuğuna oturdu. “Neyiniz var
müdürüm? Son zamanlarda renginiz çok solgun. Ciddi bir rahatsızlığınız yoktur
umarım. Benim yapabileceğim bir şey var mı? Diye sordu. Müdür, “İyiyim,
teşekkürler.” Demekle yetindi. Şef de karşılık bulamayınca daha fazla ısrar
etmedi. Kısa bir sessizlik sonunda Şef; “Dilerseniz bu hafta yapılacak rutin
toplantıya birimimizi temsilen ben katılabilirim. Hem zaten angarya bir iş.”
Diyerek söze girdi. Müdür; “Peki, uygundur.” Dedi. Sonra şefe uzun uzun
baktıktan sonra “Gençken ben de sizin gibi hırslıydım. Başarılı olmak için
hevesli ve azimliydim. Ancak insan belirli bir yaştan sonra bunların çoğunun
boş olduğunu, asıl olanın güzel anılar ve eserler bırakabilmek, kendinden iyi
söz ettirmek olduğunu anlıyor. Dilerim siz de bunu fark etmek için geç
kalmazsınız kızım. Ne zaman öleceğini kimse bilemez, her gün ölecek yaştayız”
Dedi. Şef beklemediği bu sözler karşısında birden toparlandı. Müsaade isteyip
alelacele odadan çıktı. Müdür de saatini kontrol ettikten sonra çıkmadan önce
son bir kez bilgisayarına gelen maillere göz gezdirdi.
Ofisteki
iki kafadar, yönetici asistanı ve İK şefi, karşılıklı kaş-göz işaretlerinin
ardından birlikte lavaboya gittiler. Önce tuvaletler yoklandı. Boş olduğundan
emin olununca başladılar fiskosa. Asistan “Ben sana söyleyeyim, geleceğin çok
parlak. Üç vakte kadar müdür bile olabilirsin. Müdürüme gelince bugün ilaçları
da geldi. Artık eminim. Kansermiş. İlaçlarına internetten baktım. Zaten bugün
hastanede randevusu da vardı. Doktor da sosyetenin tercih ettiği proflardan. Bu
durumu sır gibi saklıyorlar. Kemoterapi başlayınca saklayabilmeleri mümkün
değil. Bak bu bomba haberi bir tek sana söylüyorum. Biliyorum ki senden laf
çıkmaz. Ne de olsa bundan böyle belki de birlikte çalışıcaz. Koltuğun en
kuvvetli adayı sensin.” Dedi. O sırada içeriye giren satın alma uzmanını
görünce sesleri kesildi. Kıkırdayarak dışarı çıktılar ve yerlerine geçtiler.
5-10 dakika sonra şef elinde bir dosyayla asistanın yanına geldi. Asistandan aldığı
ilaç poşetiyle birlikte İK müdürünün odasına gitti.
Yönetici
asistanı önceleri son derece bilinen bir holdingde sekreter olarak çalışıyordu.
Sosyal olanakları ve holdingin itibarından bir hayli yararlanmıştı. Ancak
oradaki diğer sekreterlerle olan amansız kıskançlık çekişmeleri ve iş yerinin
eve uzak olması onu yeni arayışlara yöneltti. Tek elinde doğuştan gelen bir
engeli vardı. Bu engel onun gözünde bir fırsat demekti; çünkü firmaların
engelli personel istihdam etme zorunluluğu vardı. Kendisi de üniversite mezunu
bir engelli olduğundan yeni iş bulma şansı bir hayli yüksekti. Zaten öyle de
oldu. Yeni iş yeriyle birlikte pozisyonu sekreterlikten yönetici asistanlığına
yükseldi. Burası değiştirdiği 6. İş yeriydi. Artık bir yerde tutunmalıydı. Hem
yakın çevresi hem de eski iş arkadaşları onu uyumsuz, geçimsiz ilan etmişlerdi
bile. Yüzüne karşı direk söylemeseler de “Oradan da mı ayrıldın?”, “Güzelim,
her yer aynı sabretseydin.”, “Bu seferki yerin iyiymiş, kıymetini bil artık.”,
“Dilerim buradan memnun kalırsın da ayrılmazsın.” gibi sözlerle bunu belli
ediyorlardı. Asistanlık yaptığı İK Müdürü son derece babacan ve nazik bir
adamdı. Ancak adamın dalgın ve durgun halleri asistanı bir hayli tedirgin etti.
İş yeri nazarında deneme süresi içinde olduğundan adamın kendisinden memnun
olmadığını düşünüp, endişelendi. Sonra müdürün hastane ile ilgili randevu
işleri çıktı. Müdüre gelen hastane evraklarını okudu ve internetten araştırdı.
Adamın kanser olduğundan şüphelenmeye başladı. Üşenmeden iş çıkışı karşı yakada
oturan ablasına gitti. Ablası doktordu. Ona fotokopisini çektiği hastane
raporunu uzattı. Abla rapora şöyle bir baktıktan sonra “Müdürün kanser.” dedi.
Asistan bu duruma elbette çok şaşırmadı, hatta içinde emin olmanın verdiği
ferahlığı hissetti. Ablasından müsaade isteyip evine döndü. Kafasında kurduğu
planlar onu sabaha kadar uyutmadı. Sabah işe gider gitmez sabırsızlıkla İK
şefinin eğitimden dönmesini bekledi. Şef ancak mesai bitimine doğru yerine
geçebildi. Asistan şefi görür görmez telefonla aradı ve göz göze geldiler.
Doktor;
annesini küçük yaşta kaybetmişti. Babası ikinci bir evlilik yapmış, oradan da
yeni kardeşler edinmişti. Hayatın devam ediyor olması bir yana; doktor,
babasını tekrar evlendiği için hep suçladı. Yeni kardeşlerini ise hiçbir zaman kabullenemedi.
Bu kardeşler ona piyangodan çıkmıştı sanki, kendi soyadını başkalarında duymak
onu hep rahatsız etti. İkinci evliliğini görücü usulü yapan ikinci anne ise
doktorun gözünde anne olmak şöyle dursun, üvey anne bile olamadı. Hep bir
hizmetçi ya da bakıcı gibi davranıldı ona. Hep kıyaslandı, hep aşağılandı. Oysa
bu kadıncağızın da olan bitenle ilgisi yoktu. Eşinin ilk hanımının akciğer
kanseri sebebiyle vefatını ne o, ne de doğan çocukları planlamamıştı. Takdiri
ilahi böyleydi işte. Hiç tanımadığı bu kadın için gözyaşı bile dökmüştü. Gel
zaman, git zaman ikinci anne de vefat etti. Artık annesiz kalan bir değil, üç
çocuk vardı. Cenaze evinde ağlayan sadece son doğan iki çocuktu. Bu sağlaması
mümkün olmayan çıkarma işlemi, gözyaşlarının eklenmesiyle çözüldü. Kardeşler
tekrar görüşmeye başladılar. Kardeşlerden biri karşı yakada oturuyor ve bir
firmada yönetici asistanlığı yapıyordu. O akşam sağlıkla ilgili bir konuyu
danışmak için doktor ablasını ziyarete gelecekti.
Adam yedi
yaşında köyde çocuk bakıcılığı yaparak başladı çalışma hayatına. Anneler
çalışmak için tarlaya gidince küçük bebeler ona emanetti. Okula giden köy yolu
hem çetin, hem çamur hem de bir hayli uzundu. Bu zor koşullara rağmen okumaya
devam etti. Ortaokul ve lise dönemi de yoğun geçti. Sabah tarlada, öğlen
okulda, okul çıkışı yine tarlada… Üniversiteyi ise şehirde akrabalarının
yanında okudu. Gündüz okula gitti, akşamları ise taksi şoförlüğü yaptı. Ömrü
sıkı bir çalışma temposuyla geçti adamın. Ailesinin yükünü ömrü boyunca
omuzlarında taşıdı. İş hayatına başladığında yine o baktı annesine, babasına,
erkek kardeşine. Köyünde, yaşıtları arasında okuyup adam olan tek kişi
olmasıyla ün saldı. Evlenme çağı gelince beğendiği kızla evlendirdiler.
Karısını çok sevdi. İlk göz ağrısından ilk meyvesi olan kızını kucağına aldı.
Çocuk bakımı konusundaki tecrübesi çok işine yaradı. Kızının altını
değiştiriyor, mamasını yediriyor, gazını çıkarıyor, yıkayıp paklıyor ve bunları
büyük bir zevkle yapıyordu. Kızı biraz büyüyünce bir kızı daha dünyaya geldi ancak
bu tanışma faslı kısa sürdü. Küçücük bir tabutta yolladı bebeğini sonsuzluğa.
Zaman olayın üzüntüsünü az da olsa hafifletmeye başlamışken karısının kanser
olduğunu öğrendi. Tedavi süreci hep hastanelerde geçti. Adamın içindeki
kaybetme korkusu o kadar büyüdü ki hastalık gerçeğini kabullenemedi bir türlü.
Hiç ölmeyeceğini, iyileşeceğini düşündüğü eşi gözlerinin önünde eriyip son
nefesini verdiğinde yanında duran küçük kızıyla ortada kalakaldı.
Yukarıdaki
hayat öykülerini artık biliyorsunuz. Sizin öykünüz nedir? Peki ya karşı
pencerenizdekinin? Kendi öykünüzü kendi içinizde yaşıyorsunuz. Birileri de sizi
dışarıdan gözlemlediği kadarıyla, o an kadarıyla yorumluyor ve yargılıyor. Oysa
siz ve karşı pencereniz hayatta yaşadığınız tüm anların toplamından oluşuyorsunuz.
Bir dakikaya sığdırılamayacak kadar uzun, bir şekle sokulamayacak kadar duygulu
ve bakmakla anlaşılmayacak kadar derinsiniz. Yargılayan da siz, yargılanan da…
Karşı pencerede gördüğünüz ise yalnızca bir yansımadan ibaret. Hepsi bu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder