- sayın bayım;hem elinizin, hem ayağınızın altında olamam ki.ancak yanınızda olabilirim.o da size yetmez.en iyisi yormayın kendinizi...
- sayın bayım, su-i zan içerisinde geçti ömrünüz boşa, yazık.oysa hakkınızdakilere rağmen size sadece hüsn-i zan besledim ben sevgiden ötürü.
- sayın bayım, aşk bir grip değildir.öyle hemen gelip geçmez.siz hava değişimlerinden çabuk etkileniyorsunuz lakin aşkla gribi karıştırmayın.
- sayın bayım, mutluluk ve huzur sizin kalbinizde mevcut.yalnız kaldığınızda hissetmez misiniz? halinize şükretmez misiniz?
- sayın bayım,yaşadığınız güvensizlik buhranının temel sebebi iman ikliminde yaşanan kuraklaşmadır.
- sayın bayım, gündelik hayatınızın giderek sahteleşmesi sizi ümitsizliğe sevk etmesin.siz; en doğru kişi ile günü gelince karşılaşacaksınız.
- sayın bayım,sahip olduğumuz her şey bize emanettir.bizler emaneti kabul eden kişileriz.maddi ve manevi bunca emanetin taşıması zordur.
- sayın bayım, güzel ahlakınız size sebat verecektir ve her yerde değeriniz artacaktır.nadir bulunan her şey kıymetlidir efendim.
- sayın bayım,kalplerde hüküm süren hukuka ahlak denir.suçlar ve günahlar ancak kalpler fethedildiğinde biter.çünkü Allah her yerdedir.
- sayın bayım, Peygamberimiz aldatan bizden değildir diye buyuruyorlar.mümin korkak olabilir,cimri olabilir ama yalancı olamaz diyorlar.
- sayın bayım,ruhum sizin ruhunuzu tanıdı.Çünkü müminlerin ruhları birbirlerini tanırmış.Allah'a şükredelim.sizi dua ile hatırlayacağım.
- sayın bayım,yanımda olmadığınız yetmedi bir de eleştirdiniz.hadi tutunacak dal değildiniz,kolumdan kanadımdan ne istediniz?
- sayın bayım,adımı ağzınıza almadığınız gibi düşüncelerinize de almayın.kirletmeyin BENİ.bilgilerinizi ve gereğini rica ederim...
- sayın bayım,size o kadar çok benziyordumki; beni sevmek için önce kendinizi sevmeniz; bana güvenmek için önce kendinize güvenmeniz gerekiyordu.
- sayın bayım, gece uyuyamamışsınız.mahmursunuz bu sabah.gecenize gün doğmuş,gününüz aydın olmuş..
- sayın bayım,yalan sandığınız gerçekler bir bir karşınıza çıkacaklar.O zamana kadar cezanız yalnızlık hapsidir.bilginize...
- sayın bayım,O'nu ararken başladınız yazmaya. O sizi bulduğunda siz yazmaya devam ettiniz.O da sildi yazdıklarınızı.Bilginize...
- sayın bayım,affetmek geçmişe dönme isteği ya da keşke değildir; geçmişi kabul edip ondan ders almaktır.bilginize...
-sayın bayım,aşkın ete kemiğe bürünmüş halini aradım.sığınacak,yaslanacak bir dost aradım.meğer bir Allah varmış,gerisi boşmuş..
-sayın bayım,Rabbim size genç yaşta kutsal toprakları ziyaret etmeyi nasip etsin inşallah.gönlünüzün boş olan tüm odacıklarını doldursun.
-sayın bayım,neden cuma namazı dışında size farz olan namazlarınızı kılmıyorsunuz?Ne olur üzmeyin sizi sevenleri.namaz dinin direğidir.
-sayın bayım,adalet her iki tarafı da dinlemeyi,şahitliği gerektirir.fikir edinirken veyahut karar verirken adaletli olmaya özen gösteriniz.
-sayın bayım,benim dostluğum saman alevi gibi yanıp sönmez.sabun köpüğü gibi patlamaz.havadan nem kapmaz.ölene dek bakidir.emin olunuz.
-sayın bayım, dost sizi arkanızdan alaya alan değil, yüzünüze karşı uyarıda bulunandır.gerçek dost sizin hataya, yanlışa düşmenizi istemez.
-sayın bayım,ayrılık diye bir şey yoktur aslında.kişi her zaman sevdiği ile beraberdir.anlayamaz bunu çoğu insan.mesafeler ayırır sanar...
-sayın bayım,bilirsiniz ne asiydim,kimseye boyun eğmezdim.hiç kimseye müdanam yoktu.ta ki O'nu bilene kadar.O'na teslim oldum,boyun eğdim.
-sayın bayım,her an Allah'ın huzurundayız.O yaptığımız her şeyi gören ve bilendir.işte bizlerin unutmaması gereken budur.diğerlerini geçiniz.
-sayın bayım,şakadan bile olsa asla yalan söylemeyin.yalan öyle bir illettir ki, insanın kanına bir kere girer ve tüm bedenini ele geçirir.
-sayın bayım,duasız geçmesin bir gününüz.namazınızı,orucunuzu ihmal etmeyin.Kuran okuyun.Aradığınız mekan yeryüzünde değil cennettedir.
-sayın bayım,siz yalnız etrafınızdakileri dinlemeyin.oyunların parçası olmayın.Allah herkesi dinliyor.O'nun güzelliği burada.O'nu dinleyin.
-sayın bayım,değişiminiz hep iyiye güzele olsun.içinizdeki güzeli koruyun. elalemin lafına bakmayın.kıyamet günü hepsi kendi derdine düşecek.
-sayın bayım,dost edinme isteğim kabul oldu.yalnız kalmama isteğim kabul oldu.çok şükür.eğer sizler olmasaydınız bugün bunlara kavuşamazdım.
-sayın bayım,bir dost arkanızdan konuşmaz,dost sizin dahil olmadığınız işler çevirmez.dost size iftira etmez,yalan söylemez.dostunuzu seçin.
-sayın bayım,benim için dua edin olur mu?Allah sevdiğine kavuştursun diyin.Allah'ın sevdiği kulu olsun diyin.Allah'la kavuşsunlar diyin.
-sayın bayım,sakın haram olanı içmeyin.kirletmeyin hücrelerinizi.Allah'ın emir ve yasaklarına uyun ki O sizi çok sevsin.
-sayın bayım,canınız acıdığında Allah'a sığının,dua edin.Allah bize yeter.sevdiği kullarını imtihan eder.cevapları kalbinizde bulacaksınız.
-sayın bayım,bilirim ki kalbiniz güzeldir.bilirim ki hem dengeli,hem ağırbaşlı hem de güçlüsünüz.size inanırım.siz başarırsınız yaşamayı...
-sayın bayım,elbette değmez hiç kimse için üzülmeye.kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyin.peygamberimiz herkesi değerine indiriniz der.
-sayın bayım,siz yeniden başlayacaksınız.kırmızı kuşlar konacak pencerenize, doğan güneş gözünüzü alacak.mutlu uyanacaksınız yareninizle...
-sayın bayım,bu gereksiz kıskançlık yakışıyor mu hiç size?bana ve kendinize nasıl güvenmezsiniz?yapmayın bu haksızlığı kendinize.
-sayın bayım,sizi yoran bu ruhunuzdaki gelgitlerdir.savrulmayın her rüzgarla geçmişe.affedin kendinizi.ben sizi affettim bile.sizi anlıyorum.
-sayın bayım,size sahip olmak ne haddime.sizin ve benim tek sahibimiz Allah'tır.ben ancak yanınızda olabilirim.mutlu olmanızı dileyebilirim.
-sayın bayım,sadece görünmez bağ yok aramızda, bir de dua kalkanı var.sizi rabbim korusun diye dua ediyorum. Rabbim sizi iyilere eş etsin.
-sayın bayım,mesafeler yanınızda olmama engel olmadı hiçbir vakit.bizim ruhlarımız tanıştı çoktan.sizi görünmez bir bağla hissedebiliyorum.
-sayın bayım;yine sevin,yine güvenin,yine deneyin,yine yaşayın.Allah size her şeyin en güzelini verecektir.hayatı kendinize zindan etmeyin.
-sayın bayım, artık özgür bırakın ruhunuzu.ışığı (nuru) kovalayıp, yüzünüzü karanlığa dönüyorsunuz.niye kendinize eziyet ediyorsunuz?etmeyin.
-sayın bayım, olmayınca kızıyorsunuz.olmasınıysa zaten istemiyorsunuz.suçluyor, eleştiriyor, lanet yağdırıyorsunuz.kendinize eziyet etmeyin.
-sayın bayım,kurtarın kendinizi geçmişteki takıntılarınızdan, vesveselerinizden.sizi mutlu görmek için dua ediyorum hep.unutun,devam edin.
-sayın bayım; Allah nasip etmemiş demek ki deyin.Her işte bir hayır vardır deyin.Hakkınızda hayırlısı olsun, nasibiniz sizi bulacaktır...
"Fakir Edebiyatı" yapıyoruz. Kendimiz gibi bilgi, ilgi, sevgi, sezgi fakirleri için... Bize egosunu yenen gelsin. Toplumdaki yaralardan kopup, kabuğunda yaşayan entelleri severek okusak da; içimizde başını taşa koyup uyuyan bir sokak çocuğu var.
23 Haziran 2013 Pazar
5 Haziran 2013 Çarşamba
KARŞI PENCERE
Kadın
alışveriş yapmak için dükkana girdi. Kendisiyle ilgilenen kimse olmadı.
Sepetine aldığı ürünlerle birlikte kasiyer kızın yanına gitti. Kız, kadının
yüzüne bile bakmadan hızla geçirdi ürünleri ve toplam tutarı söyledi. Kadın
kredi kartını uzattı, şifresini girdi ve fişini aldı. Bir yandan ürünleri
poşete yerleştirirken, bir yandan da “Bu paspal kıyafetim pek saygı uyandırmadı
herhalde.” diye geçirdi içinden.
Kasiyer kız bir önceki gün arayıp izin istedi müdüründen. Annem hasta dedi. Aslında bu bir yalandı. Boşanma davası vardı. Bunu kimsenin bilmesini istemediği için böyle bir yalan uydurmuştu. Müdür son derece asabi bir ses tonuyla: “Hepimizin sorunları var ama sorumlulukları da var. Öyle her keresinde izin vermem mümkün değil.” Dedi. İzin alamayan kasiyer kız yine sabahın köründe kalktı, balık istifi metrobüse bindi ve işinin yolunu tuttu. Dalgın dalgın oturdu yerine. Mahkemeye gidememek ve çocuğunun velayeti ile ilgili anlaşmazlığı düşünürken tek tek geçirdi ürünleri kasadan.
Marketin müdürü ile patronlardan biri arasında kızılca bir kıyamet kopmuştu. Onca market arasında patron alışveriş için o marketi seçmişti. Sırada başlayan huzursuzluğa ve akabinde yaşanan tartışma ve şikayete birebir patron da şahit oldu. Müdürün her zaman haklı olması gereken müşteriden değil de kasiyerden taraf olduğunu gördü. Bunu görür görmez de velinimeti olan müşterisine yapılan davranışın hıncını müdürden fazlasıyla aldı.
Marketin patronu yönetim binasındaki koltuğunda oturuyordu. Eşi aradı. Yurt dışındaki kızının yanına giden eşi önce kısa bir hal, hatır sonrasında kendisinin ve kızının hesabına yüklü bir miktar para transferi yapılmasını istedi. Söylediğine göre giderken yanına aldığı harçlık giyim-kuşam alışverişine ancak yetmişti. Orada çok beğendikleri bir araba vardı. Koskoca patron kızı okula daha ne kadar süre metro ile gidebilirdi. Eşinin ve kızının müsrifliklerine sinirlenen patron, paltosunu alıp dışarı çıktı. Deniz havası almak için yolunu uzatıp, sahil yoluna saptı. Yol üzerinde market zincirlerinden bir tanesi dikkatini çekti, otoparkına park edip markete girdi.
Kızının yurt dışında rahat içinde yaşadığını, başarıyla okuduğunu düşünüyordu. Önce kızının ikinci dönemden itibaren artık yurda uğramadığını, sonra da dersleri takip etmediği için okulu 1 sene uzattığını öğrendi. Kadın yaşadığı şoku atlatır atlatmaz, topladığı parçaları birleştirip bulmacayı çözmeye çalıştı. Artık tek amacı kızına bir an evvel ulaşabilmekti. Kızının yurttaki oda arkadaşı burslu bir kızdı. Hemen onu bulup, ondan yardım istedi. Kızının sınıfındaki madde bağımlısı bir erkek öğrencinin peşine takıldığını ve onunla sefalet içerisinde bir hayat sürdüğünü öğrendi. Burslu kız ona kızının kaldığı evi gösterdi. Kadın kapıyı çaldı. Kapıyı açan kızını görünce gözyaşlarına boğuldu. Anne-kız olan biten her şeyi uzun uzun konuştular. Kadın kızını alıp bir rehabilitasyon merkezinin yolunu tuttu. Yolda para istemek için eşini aradı.
Genç
kız üniversiteyi Türkiye’de okumak istediğini defalarca söyledi. Ancak ne
babasına, ne annesine laf anlatamadı. Onun yurt dışında çok daha kaliteli bir
eğitim alacağını düşünüyorlardı. Kızsa hassas ve duygusal bir yapıya sahipti ve
arkadaşlarına çok bağlıydı. İş dolayısıyla annesini de, babasını da doğru
dürüst görememişti. Arkadaşları onun ailesi gibi olmuştu. Baskın bir karakter
olmadığı için ailesinin bu isteğine sonunda boyun eğdi. Yurt dışına
gittiklerinde onu üniversitenin yakınındaki bir yurda yerleştirdiler. Orada
burslu bir kızla birlikte kalmaya başladı. Zaman geçtikçe içinde bulunduğu
ortama alışıyor ve yeni çevreler ediniyordu. Burslu kızla birbirlerini ancak
yatmadan yatmaya görmeye başladılar. Bir süre sonra zengin kız yurda hiç
gelmemeye başladı. Okuldaki birkaç karşılaşmadan sonra bağlantıları tamamen
kesildi.
Kayseri’de
bir fakirhaneden çıkıp, liseyi amcasının yanında okuyup, İstanbul’da özel bir
üniversiteyi burslu olarak kazanan bir gençti bu kız. Yokluk ve cehalet
içindeki hayatını kendi tırnaklarıyla bir yerlere getirebilmişti. Gözleri zehir
gibi, sözleri tesirli, hayat felsefesi çalışmaktı. Yurt dışında okumak ve
kendisini farklı alanlarda geliştirebileceği eğitim programlarına katılmak
istiyordu. Bunun üzerine kendisine yatırım yapmak için sponsor olabilecek bir
iş adamı arayışına girişti. Dikkat çekip fark yaratmak için sosyal medyada
yazmadığı yazı, internetten başvurmadığı yer kalmadı. Sorduğu çarpıcı ve farklı
sorularla üniversitesinin düzenlediği kariyer günlerinin baş aktörü oldu.
Sonunda da tuttuğunu kopardı. Hemşerisi olan bir iş adamını uzun süre medyadan
yakinen takip etti. Aracı kurumlar vasıtasıyla kendisine ulaştı. Kendi
gayretiyle öğrendiği İngilizcesiyle iş adamına methiyeler dizdi. Artık onun
için İngiltere yolu açılmıştı. Gider gitmez önce ortamı analiz etti, insanları
inceledi. Kültür farkını gördü. “Ben özgürüm” havasına girip, hiçbir değerinden
taviz vermedi. Akıllı ve bilinçli bir olgunlukla etrafındaki gençlerin ibretlik
hallerini izledi. Yaşıtlarında beliren özenti menşeili ahlaki çöküntüye üzülse
de herkesin kendi hayatı diye düşündü. Ta ki bir anne gözyaşları içinde ondan
yardım isteyene kadar.
Büyük bir
şirketin grup başkanı olmak pek de kolay bir sorumluluk değildi. Bu zamana
kadar ki emek yoğun kariyer yolculuğu da sıfırdan başlamıştı. Maillerine göz
gezdirirken, “Fırsat Talebi hk.” konulu e-mail dikkatini çekti. Mailde şunlar
yazıyordu: “Sayın Başkanım, ben İstanbul’da özel bir üniversitenin işletme
fakültesi 2. Sınıf öğrencisiyim. “Öğrenci değişim programı” sayesinde eğitimime
yurt dışında devam etmekteyim. Ev hanımı bir anne ile işçi bir babanın kızıyım.
Sizi çok uzun süredir basından takip ediyorum. Hayat hikayenizi ve başarı
öykünüzü defalarca okudum. Sizin öykünüz geleceğim için bir umut ışığı oldu.
Ayrıca dinamik, yenilikçi ve girişken gençlere fırsat tanıyan, onların
ellerinden tutan babacan tavrınız bu maili yazmam için bana cesaret verdi.
Kendi kişisel yeteneğiyle, emeğiyle ve özellikleriyle bir yerlere gelen sizin
gibi idealist kişilerin işlerinde çok daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Her
şey hayal etmekle başlasa da, hayallerimi gerçekleştirebilmek için tetikleyici
bir güce, bir kıvılcıma ihtiyacım var. Bu fırsatı yurt dışında değil, kendi
ülkemde yakalamak niyetindeyim. Şirketiniz geleceğin en parlak sektörlerinden
biri olan enerji sektöründe faaliyet gösteriyor. Ben de sektöründe öncü olan
böyle bir şirketin uygun görülecek bir bölümünde staj yapmaktan onur duyarım.
Ekte öz geçmişimi tüm detayları ile bilginize sunarım. Değerli vaktinizi
ayırdığınız için teşekkür eder, saygılarımı arz ederim.” Başkan bu maili İnsan
Kaynakları müdürüne yönlendirdi, sonrasında müdürü arayarak gönderdiği e-mail
ile ilgilenmesini istedi. Müdür telefon gelmeden önce maili açmıştı bile.
Başkana “Bu hanım kızı tanıyorum, kariyer günlerinde tanıştık ve patronumuz
üniversitedeki vakıf vasıtasıyla kendisine burs veriyor.” Dedi.
İnsan
Kaynakları müdürü yorucu günün ardından gözü saatte mesai bitimini beklemeye
koyuldu. İK şefi içeriye girdi. Elindeki poşeti uzatarak “Beklediğiniz ilaçlar
gelmiş. Ben de istediğiniz dosyayı tamamlamışken bu poşeti de size teslim
edeyim diye düşündüm. Çok geçmiş olsun.” Dedi. Müdür gülümseyip, başını
salladı. Şef müdürün karşısındaki misafir koltuğuna oturdu. “Neyiniz var
müdürüm? Son zamanlarda renginiz çok solgun. Ciddi bir rahatsızlığınız yoktur
umarım. Benim yapabileceğim bir şey var mı? Diye sordu. Müdür, “İyiyim,
teşekkürler.” Demekle yetindi. Şef de karşılık bulamayınca daha fazla ısrar
etmedi. Kısa bir sessizlik sonunda Şef; “Dilerseniz bu hafta yapılacak rutin
toplantıya birimimizi temsilen ben katılabilirim. Hem zaten angarya bir iş.”
Diyerek söze girdi. Müdür; “Peki, uygundur.” Dedi. Sonra şefe uzun uzun
baktıktan sonra “Gençken ben de sizin gibi hırslıydım. Başarılı olmak için
hevesli ve azimliydim. Ancak insan belirli bir yaştan sonra bunların çoğunun
boş olduğunu, asıl olanın güzel anılar ve eserler bırakabilmek, kendinden iyi
söz ettirmek olduğunu anlıyor. Dilerim siz de bunu fark etmek için geç
kalmazsınız kızım. Ne zaman öleceğini kimse bilemez, her gün ölecek yaştayız”
Dedi. Şef beklemediği bu sözler karşısında birden toparlandı. Müsaade isteyip
alelacele odadan çıktı. Müdür de saatini kontrol ettikten sonra çıkmadan önce
son bir kez bilgisayarına gelen maillere göz gezdirdi.
Ofisteki
iki kafadar, yönetici asistanı ve İK şefi, karşılıklı kaş-göz işaretlerinin
ardından birlikte lavaboya gittiler. Önce tuvaletler yoklandı. Boş olduğundan
emin olununca başladılar fiskosa. Asistan “Ben sana söyleyeyim, geleceğin çok
parlak. Üç vakte kadar müdür bile olabilirsin. Müdürüme gelince bugün ilaçları
da geldi. Artık eminim. Kansermiş. İlaçlarına internetten baktım. Zaten bugün
hastanede randevusu da vardı. Doktor da sosyetenin tercih ettiği proflardan. Bu
durumu sır gibi saklıyorlar. Kemoterapi başlayınca saklayabilmeleri mümkün
değil. Bak bu bomba haberi bir tek sana söylüyorum. Biliyorum ki senden laf
çıkmaz. Ne de olsa bundan böyle belki de birlikte çalışıcaz. Koltuğun en
kuvvetli adayı sensin.” Dedi. O sırada içeriye giren satın alma uzmanını
görünce sesleri kesildi. Kıkırdayarak dışarı çıktılar ve yerlerine geçtiler.
5-10 dakika sonra şef elinde bir dosyayla asistanın yanına geldi. Asistandan aldığı
ilaç poşetiyle birlikte İK müdürünün odasına gitti.
Yönetici
asistanı önceleri son derece bilinen bir holdingde sekreter olarak çalışıyordu.
Sosyal olanakları ve holdingin itibarından bir hayli yararlanmıştı. Ancak
oradaki diğer sekreterlerle olan amansız kıskançlık çekişmeleri ve iş yerinin
eve uzak olması onu yeni arayışlara yöneltti. Tek elinde doğuştan gelen bir
engeli vardı. Bu engel onun gözünde bir fırsat demekti; çünkü firmaların
engelli personel istihdam etme zorunluluğu vardı. Kendisi de üniversite mezunu
bir engelli olduğundan yeni iş bulma şansı bir hayli yüksekti. Zaten öyle de
oldu. Yeni iş yeriyle birlikte pozisyonu sekreterlikten yönetici asistanlığına
yükseldi. Burası değiştirdiği 6. İş yeriydi. Artık bir yerde tutunmalıydı. Hem
yakın çevresi hem de eski iş arkadaşları onu uyumsuz, geçimsiz ilan etmişlerdi
bile. Yüzüne karşı direk söylemeseler de “Oradan da mı ayrıldın?”, “Güzelim,
her yer aynı sabretseydin.”, “Bu seferki yerin iyiymiş, kıymetini bil artık.”,
“Dilerim buradan memnun kalırsın da ayrılmazsın.” gibi sözlerle bunu belli
ediyorlardı. Asistanlık yaptığı İK Müdürü son derece babacan ve nazik bir
adamdı. Ancak adamın dalgın ve durgun halleri asistanı bir hayli tedirgin etti.
İş yeri nazarında deneme süresi içinde olduğundan adamın kendisinden memnun
olmadığını düşünüp, endişelendi. Sonra müdürün hastane ile ilgili randevu
işleri çıktı. Müdüre gelen hastane evraklarını okudu ve internetten araştırdı.
Adamın kanser olduğundan şüphelenmeye başladı. Üşenmeden iş çıkışı karşı yakada
oturan ablasına gitti. Ablası doktordu. Ona fotokopisini çektiği hastane
raporunu uzattı. Abla rapora şöyle bir baktıktan sonra “Müdürün kanser.” dedi.
Asistan bu duruma elbette çok şaşırmadı, hatta içinde emin olmanın verdiği
ferahlığı hissetti. Ablasından müsaade isteyip evine döndü. Kafasında kurduğu
planlar onu sabaha kadar uyutmadı. Sabah işe gider gitmez sabırsızlıkla İK
şefinin eğitimden dönmesini bekledi. Şef ancak mesai bitimine doğru yerine
geçebildi. Asistan şefi görür görmez telefonla aradı ve göz göze geldiler.
Doktor;
annesini küçük yaşta kaybetmişti. Babası ikinci bir evlilik yapmış, oradan da
yeni kardeşler edinmişti. Hayatın devam ediyor olması bir yana; doktor,
babasını tekrar evlendiği için hep suçladı. Yeni kardeşlerini ise hiçbir zaman kabullenemedi.
Bu kardeşler ona piyangodan çıkmıştı sanki, kendi soyadını başkalarında duymak
onu hep rahatsız etti. İkinci evliliğini görücü usulü yapan ikinci anne ise
doktorun gözünde anne olmak şöyle dursun, üvey anne bile olamadı. Hep bir
hizmetçi ya da bakıcı gibi davranıldı ona. Hep kıyaslandı, hep aşağılandı. Oysa
bu kadıncağızın da olan bitenle ilgisi yoktu. Eşinin ilk hanımının akciğer
kanseri sebebiyle vefatını ne o, ne de doğan çocukları planlamamıştı. Takdiri
ilahi böyleydi işte. Hiç tanımadığı bu kadın için gözyaşı bile dökmüştü. Gel
zaman, git zaman ikinci anne de vefat etti. Artık annesiz kalan bir değil, üç
çocuk vardı. Cenaze evinde ağlayan sadece son doğan iki çocuktu. Bu sağlaması
mümkün olmayan çıkarma işlemi, gözyaşlarının eklenmesiyle çözüldü. Kardeşler
tekrar görüşmeye başladılar. Kardeşlerden biri karşı yakada oturuyor ve bir
firmada yönetici asistanlığı yapıyordu. O akşam sağlıkla ilgili bir konuyu
danışmak için doktor ablasını ziyarete gelecekti.
Adam yedi
yaşında köyde çocuk bakıcılığı yaparak başladı çalışma hayatına. Anneler
çalışmak için tarlaya gidince küçük bebeler ona emanetti. Okula giden köy yolu
hem çetin, hem çamur hem de bir hayli uzundu. Bu zor koşullara rağmen okumaya
devam etti. Ortaokul ve lise dönemi de yoğun geçti. Sabah tarlada, öğlen
okulda, okul çıkışı yine tarlada… Üniversiteyi ise şehirde akrabalarının
yanında okudu. Gündüz okula gitti, akşamları ise taksi şoförlüğü yaptı. Ömrü
sıkı bir çalışma temposuyla geçti adamın. Ailesinin yükünü ömrü boyunca
omuzlarında taşıdı. İş hayatına başladığında yine o baktı annesine, babasına,
erkek kardeşine. Köyünde, yaşıtları arasında okuyup adam olan tek kişi
olmasıyla ün saldı. Evlenme çağı gelince beğendiği kızla evlendirdiler.
Karısını çok sevdi. İlk göz ağrısından ilk meyvesi olan kızını kucağına aldı.
Çocuk bakımı konusundaki tecrübesi çok işine yaradı. Kızının altını
değiştiriyor, mamasını yediriyor, gazını çıkarıyor, yıkayıp paklıyor ve bunları
büyük bir zevkle yapıyordu. Kızı biraz büyüyünce bir kızı daha dünyaya geldi ancak
bu tanışma faslı kısa sürdü. Küçücük bir tabutta yolladı bebeğini sonsuzluğa.
Zaman olayın üzüntüsünü az da olsa hafifletmeye başlamışken karısının kanser
olduğunu öğrendi. Tedavi süreci hep hastanelerde geçti. Adamın içindeki
kaybetme korkusu o kadar büyüdü ki hastalık gerçeğini kabullenemedi bir türlü.
Hiç ölmeyeceğini, iyileşeceğini düşündüğü eşi gözlerinin önünde eriyip son
nefesini verdiğinde yanında duran küçük kızıyla ortada kalakaldı.
Yukarıdaki
hayat öykülerini artık biliyorsunuz. Sizin öykünüz nedir? Peki ya karşı
pencerenizdekinin? Kendi öykünüzü kendi içinizde yaşıyorsunuz. Birileri de sizi
dışarıdan gözlemlediği kadarıyla, o an kadarıyla yorumluyor ve yargılıyor. Oysa
siz ve karşı pencereniz hayatta yaşadığınız tüm anların toplamından oluşuyorsunuz.
Bir dakikaya sığdırılamayacak kadar uzun, bir şekle sokulamayacak kadar duygulu
ve bakmakla anlaşılmayacak kadar derinsiniz. Yargılayan da siz, yargılanan da…
Karşı pencerede gördüğünüz ise yalnızca bir yansımadan ibaret. Hepsi bu…
FARKLI TAS, FARKLI HAMAM
Kahraman dik başlı, cesur ve kararlıydı. Omuzlarında hem
ülkenin köklü tarihinin, hem de halkının sorumluluğunu taşıyordu. Bu ağır yükün
altından kalkarken, ülke dışındaki görünmez ellerin yanı sıra ülke içinde kendisini
sırtından bıçaklamaya çalışan bürütüslerle de birçok cephede mücadele etmesi
gerekiyordu.
En önemli ve baskın brütüs; emperyal güçlerin ülkedeki
piyonu olan para baronlarıydı. Bu baronlar ülkedeki her bir insanın etinden,
sütünden yararlanıyor; geçmişte hortumladığı kurumlarla, üreterek değil paradan
para kazanarak desteklediği sıcak para ve faiz politikalarıyla gününü
kurtarmış, halkı sömürebildiği kadar sömürmüştü. Elbette rahat yaşama, bol
paraya, neredeyse tekelleşen şirketlere sahip olan bu grup ülkede serbest
ekonominin kurulmasını istemiyor, rekabet ortamının oluşmasına engel olabilmek
için canları istediğinde hükümete her türlü baskıyı yapıyordu. Bunu yaparken en
çok kullandıkları araçlar ise kartel medyalarıydı. Kendileri patron
olduklarından olayların tezgahlanmasında yalnızca iş veren rolü oynarlar,
düğmeye basar, sergilenen oyunu koltuklarından büyük bir keyifle izlerlerdi.
Her oynanan dizide senaryo bazen ülke insanlarının dini görüşleri, bazen ideolojik
görüşleri, bazen kişisel özgürlükler, bazen demokrasi, bazense etnik kimlik
gibi meseleler üzerine kurulurdu. Bu duygusal konuları tamamen duygusal (!)
düşünerek sömüren baronlar ülkeyi kaosa sürüklerler; finansal araçlar vasıtasıyla
(inen-çıkan borsa, faiz oranları, döviz vb.) bir gecede paralarına para katarlardı.
Böylece zenginin malı ancak züğürdün çenesini yorduğuyla kalırdı.
Diğer önemli bürütüs ise azınlığın çoğunluğu yönetmesini
isteyen asker, bürokrat, yazar, akademisyen,sanatçı vb. gibi kesimlerde bulunan ideolojik
burjuvalardı. Bunlar ülkenin halkından kopmuş ve kendi fanusunda yaşayan güruhlarıydı.
Çoğunluğunun maddi durumu iyiydi. Çünkü emperyal güçlerle aynı doğrultuda
hareket edip, ülkenin kalkınmasına bilerek ya da bilmeyerek engel olduklarından görünmez
bir dokunulmazlıkları vardı. İstediklerini yaparlar, kimse bunların kuyruğuna basıp
durduramazdı. Loncaları tarafından işleri garanti edilir, yolları açılır, itibarları
pekiştirilirdi. Bunların gözünde halkın çoğu cahildi. Halk aynı zamanda yüksek egolarını
tatmin ettikleri bir eğlence aracıydı. Halkla kedinin fareyle oynadığı gibi
oynarlardı. Bu “kral ve soytarısı”, “parayı veren düdüğü çalar” tavırları zamanla
iyice keskinleşti. Elde ettikleri zenginlik ve batıya duydukları hayranlıkla birlikte
halkın kültüründen ve güzel ahlak anlayışından tamamen uzaklaştılar. Televizyon programlarında
halkın içinden paraya muhtaç olanlarını eğlenmek için ekranlara çıkarmaya
başladılar. En sonunda canlı yayın esnasında bir tane zavallının pantolonunu
indirerek edepsizlikte zirve yapmayı başardılar. Halkın çoğunluğuna “aptal”,
“göbeğini kaşıyan adam” gibi yakıştırmalar yaptılar. Kendilerini halktan
soyutlayıp sırça köşklerinde otururlar, asilzade-köle tavırları ile monşerlik
makamının hakkını layıkıyla verirlerdi. Onlara göre bu asalet anlayışı babadan
oğula geçerdi.Halktan birini aralarına kabul etmezler, halk ancak onların
hizmetkarı olabilirdi. Onlara göre halk kendi için doğru olanı bilemez ve seçemezdi.İçinde
bulundukları halka söz hakkı vermez, farklı görüşleri dinlemeye tahammül dahi edemezlerdi.
Cesur kahraman;ülke çıkarları adına onlarında kuyruğuna bastı. Kuyruğuna
basılan bu insanlar zamanla iyice çirkefleşti; böylece özlerinde değil,
sözlerinde asil olduklarını kanıtladılar. Kendi yaptıkları zulüm ve haksızlıklar
onlarda bir korku psikolojisi yarattı. Halkın onlardan intikam alacağını
düşünmeye başladılar. Korkularla yaşayan bu insanlar, korkunun kaynağının kendi
gölgeleri ve vicdanları olduğunu anlayamadılar. Kahramana göre ise asil olan
halktı. Halk onun değil, o halkın hizmetkarıydı. Halk da düşünülenin aksine
kendisine değer veren ve fırsat tanıyanı ayırt edemeyecek kadar aptal değildi.
Bu azınlığın halkı dışlayarak yaptıkları hesaplar tutmadı. Kahramanın dik
duruşu sayesinde bu güruh pastada sahip olduğu payın bir kısmını halkla paylaşmak
zorunda kaldı.Böylelikle her sosyal alanda, hastanede, eğitim kurumunda hakir
gördükleri halkla burun buruna geldiler.
Diğer birbürütüs kahramanın içinden çıktığı bir grup siyasi
ve dini kesimdi. Bu görüşün mensupları ülkenin durumunu ve kahramanın
muhafazakar çizgisini çok iyi bilirdi. Aman vay efendim “sen daha dünkü çocuktun”,
“sen bizim elimizde büyüdün” düşünceleri gölgesinde kahramanın hızlı
yükselişini bir türlü kabullenemediler. Kahramanın kendi çizgisi doğrultusunda
yaptığı olumlu girişimleri ve uygulamaları bile takdir etmeye dilleri varmadı.
Bu kıskançlık, hırs ve koltuk sevdası onları bir türlü istedikleri başarıya ulaştırmadı;
çünkü islam dinine göre kişi bu dünyada en çok sevdiği şeyle imtihan edilirdi.
Bu kesimler ülkedeki farklı görüşleri, onlara dini hükümleri zorla kabul
ettiremeyeceklerini ve zaten dinimizde de zorlama olmadığını en iyi bilenlerdi.
Kendi dinini yıllarca baskı altında yaşamak zorunda kalan, kendini gizleyerek
okuyup çalışabilen, çalışma hayatından dışlanarak itibarsızlaştırılan, dini
terimleri bile söylemekten imtina eden, başörtüsü yüzünden zulüm ve haksızlığa
uğrayan kesimi çok iyi tanırlardı. Ülkede mevcut bir kısım zihniyetin ne kadar
uçta, gözü kara ve saldırgan olduklarını, geçmişte darbelerle ülkeyi
sürükledikleri kaos ortamlarını da görmüşlerdi. Hatta kendileri de sırf can
yanmasın diye bu zihniyete zamanında boyun eğmişti. Ancak tüm bunlara rağmen
kahramanın gerçekleştirdiği bu kararlı duruşu desteklemediler, ona sahip
çıkmadılar. Kahraman ise çıkış noktasını, yani geçmişini hiç unutmadı ve onlara karşı
hep saygılı davrandı, hürmet etti.
Bir diğeri,etnik grupların kurduğu terör örgütleri ve onların
karşısında yer alan ülkedeki milliyetçi unsurlardı.Unutmamalıdır ki; her unsur
kendi zıttı ile var olabilir. Milliyetçilik ve ırkçılık arasında çok ince bir
çizgi vardır. Bu kavramlar doğuştan seçilemeyen, Allah’ın bahşettiği
özelliklerdir. Siz bir milliyettensiniz ve bununla gurur duymaya başladınız, milli
değerlerinize sahip çıkıyorsunuz; milliyetçisiniz. Bir tık ileri gittiniz ve
bunu dillendire dillendire, ballandıra ballandıra anlatırken üstünlük iddiasına
girdiniz, artık ırkçısınız=ulusalcısınız. Kendi seçiminiz olmayan bir şeyle
övüneyim derken;çizgiyi aşıp bir kesimi aşağılarken, ötekileştirirken
bulabilirsiniz kendinizi. Bu yeri gelir: Türk müsün? Kürt müsün? sorusuna
dönüşüverir. Böylece bir bakmışsın ayrışma
başlamış, “kendi değerlerimi korurum” anlayışı birden karşı tarafı tehdit olarak
görmeye dönüşmüş. İşte bu noktaya gelen ülke bu durumu bertaraf etmek için; yok
sayma, kısıtlama, engelleme, şiddetle bastırma gibi politikalar uyguladı. Ülke
bir bölgede olağanüstü hal ilan etti, eğitim ve sağlık alanlarında o bölgede doğru
düzgün hizmet verilemedi.Eğitim alamamış, devletin varlığını hissedememiş,
istihdamı sağlanamamış halk; terör örgütlerinin eline teslim edildi. Devlet
orada yalnızca operasyon yapmak için askeri düzeyde vardı. Böylece halkına
yabancılaştı ve aradaki mesafe arttı. Terör örgütü zamanla gerillaya dönüştü. Bu
arada batı bu konuda o ülkeden çok daha ilerideydi. Terör örgütüyle çıkarları
doğrultusunda çoktan bağlantısını kurmuş, onlara maddi-manevi desteğini
vermişti. Halk ise kendilerine dağıtılan uyku haplarının etkisiyle derin bir
uykudaydı. Bu mesele hem batının Ortadoğu projesinin bir parçası, hem de
geçmişten gelen ülkenin iç işlerine karışma geleneğinin bir ürünüydü.Kahramanı
bir türlü paketlerine sığdırıp, kontrol altına alamamanın huzursuzluğunu
yaşayan görünmez eller;ülke düz yolda ilerlerken her gaza bastığında önüne terör
barikatı kurdu; ülkenin her duruşunda masum canlar bir planın parçasını
gerçekleştirmek için kurban edildi. Kahraman başkasının planının parçası
olmaktansa kendi planını yapmaya karar verdi. Ülkenin köklü tarih birikimini ve
tecrübesini referans aldı, halkıyla barış ilan edip, çözüm sürecini başlattı.
Halk zaten bu topraklarda yıllarca iç içe birlikte yaşamaktaydı. Bu toprakları
en iyi bilen iki kardeş kucaklaştı. Artık kendi acılarının daha fazla katmerlenmesini
istemiyorlardı. Bu sebeple kan davası gütmek yerine karşılıklı olarak
birbirlerini affetmeyi tercih ettiler. Bu planın sonunda amaç ülkenin korku ve
kaygılardan arınarak özgürleşmesiydi.
Dünya yaratılışından itibaren müthiş bir bilgi birikimi ve
bilgi kirliliği ile var olmaya devam ediyor. Şu dünyada ne söylenmemiş bir söz,
ne oynanmamış bir oyun kalmadı. Ülke;günümüz koşullarında
yaşayan bir organizasyon olarak öğrenerek sürekli kendini değiştiriyor ve
geliştiriyor. Ne hamam ne de tas artık aynı değil.“Tarih tekerrürden ibaret”
görüşü ancak yaşananlardan ders alamayan veya tarihten bir haber yaşayan
ülkeler için geçerli olabilir.Darağacında sallandıra sallandıra, kişisel
özgürlükleri yasaklaya yasaklaya, hükümetleri devire devire demokrasi ve
özgürlük olamaz. Bunlarla hangi görüşte olursa olsun halkı hizaya
getiremezsiniz. Çünkü demokrasi ve özgürlük belli grupların tekeline
giremeyecek kadar geniş ve olgun kavramlardır, halkın tamamını kucaklar. Herkesin
birbirinin iradesine, seçimlerine saygılı ve hoşgörülü olması gerektiğini
bilmesi yetmez, bu bilinci kendi yaşamında hayata geçirmesi gerekir. Azınlığın
çoğunluğu yönettiği seçimsiz bir sistem ancak monarşi ya da diktatörlük rejiminde
mümkün olabilir. Ülke daha önce de baskı altında sözde demokrasiyle yönetilmeye
çalışılmış ancak uzun vadede başarı sağlanamamıştır. Demokratik çerçevede
alınan her kararın, yapılan her uygulamanın memnun etmeyeceği bir kesim mutlaka
olacaktır. Daha önce seçilebilmek adına etliye sütlüye karışmayan, kimseye
dokunmayan, yerleşik derin düzenlere yaranmaya çalışan bir siyaset de izlenmiş;
ancak bu yaklaşım ülkenin uzun yıllar yerinde saymasına, ekonomik krizlerle dışarıya
bağımlı hale gelmesine neden olmuş, sonunda kendi kendini yok etmiştir.Artık halkı
yönetmek isteyenlerin tek şansı halkın gönlünü fethetmektir. Halkın çoğu,edindiği
onca demokrasi tecrübesi sonunda;sözlerinde tutarlı, karizmatik lider, iyi
hatip, tarih bilgisine hakim, çalışkan ve istikrarlı olan; ayrıca radikal değişim
kararları alabilen, kendi söyleyemediklerini cesaretle söyleyebilen
kahramanları desteklemektedir.
Ormanın kralı olan bir aslanı ancak birleşen çakal sürüsü parçalayabilirdi.
İçerideki bürütüsler ve dış güçler bunu gerçekleştirebilmek için iş birliği
yaptılar ve her fırsatta kahramanda bir yara açmaya çalıştılar. Kahramana
yaklaşabilmek ve ölümcül darbeyi vurabilmek için halkın arasına saklandılar.
Çünkü kahramanının en zayıf karnının kendi halkı olduğunu biliyorlardı. Halk
senaryoyu okudu ve bu tehlikeli oyunda figüran olmayı kabul etmedi. Günlük
çıkarları uğruna gelecek nesillerden çalan bürütüsler, sağduyulu halkın zekice tutumu
sayesinde devre dışı kalmış oldu. Allah’tan başka bir şeyden korkmayan birini
uzaktan kumanda etmek imkansızdı. Geniş bir halk kitlesinin iradesini temsil
eden öykü kahramanı her zaman“Biz yola kefenimizle çıktık.” dedi. O öldüğünde bu
topraklara elbette başka halk kahramanları da doğacaktır. Ancak kim bilir ne
zaman?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)