Mektubumun giriş bölümünde size Kuran’ı Kerim’de yer alan
Bel’am B. Baura kıssasını hatırlatmak isterim. Zira Hz. Ali der ki; “Geçmiş
ümmetlerin Kuran’da haber verilen kıssalarından ibret al. Dünyanın geçmiş
olduğunu gördüğün günlerinden gelecek günleri kıyas eyle.” İsmail Hakkı Bursevi Hazretlerinin Ruhu’l
Beyan isimli tefsirinde Araf Suresinin 175.ayetinde söz konusu kıssa şöyle
anlatılır. Bel’am B. Baura İsrailoğullarının abidlerinden biriydi ve Musa
(a.s.)’ın fethetmek istediği şehirde oturmaktaydı. Bu şehrin halkı kafirdi. Bu
adam, Allah’ın ism-i a’zamını biliyordu. Bu sebeple o şehrin kralı adamdan ism-i
azam ile Musa (a.s.)’a beddua etmesini ve böylece onun şehri ele geçirmekten
vazgeçmesini sağlamasını istedi. Adam: “Musa’nın ve benim dinim aynıdır.
İstediğin şeyi yapmam mümkün değildir. O, Allah’ın peygamberi olduğu ve yanında
müminler ve melekler bulunduğu halde nasıl olur da ben ona beddua edebilirim?
Ben bildiklerimi Allah’ın öğretmesiyle biliyorum. Şayet istediğini yerine
getirirsem dünyamı ve ahiretimi kaybederim.”dedi. Fakat adamın peşini
bırakmadılar, mal ve hediyeler ile onu aldatmaya çalıştılar. Nitekim bunda da
başarılı oldular. Denildiğine göre Belam’ın çok sevdiği ve hiç kırmadığı bir
hanımı vardı. Kavmi büyük hediyeler hazırlayarak hanımına takdim ettiler, o da
bunları kabul etti. Bunun üzerine ona: “Gördüğün gibi başımıza bir musibet
geldi. Bunun defi için Belam ile konuşsan olmaz mı? Dediler. Kadın Belam’a
vararak “Bu insanların senin üzerinde komşuluk ve diğer hakları var. Senin gibi
birine, zorluk ve musibet anında komşularını böyle çaresiz bırakmak yakışmaz.
Üstelik onlar sana iyilik de ederlerdi. Dolayısıyla onların yaptıklarına güzel
bir karşılık vermen ve isteklerine önem vermen uygun düşer.” Dedi. Belam söyle
cevap verdi: “Eğer ben, Musa’nın bu şehri fethetme isteğinin, Allah’ın bir emri
olduğunu bilmemiş olsaydım muhakkak kavmimin isteklerini yerine getirirdim.”
Fakat hanımı, onu fikrinden caydırmak için teşebbüslerine devam etti ve sonunda
muvaffak oldu. Belam eski düşüncesinden vazgeçerek kendine ait bir merkebe
bindi ve Musa (a.s.)’a beddua etmek üzere yakındaki dağa yöneldi. Birkaç adım
yürüdükten sonra merkep çöktü. Belam, merkebi öldüresiye dövdü. Sonra merkep
tekrar ayağa kalktı. Belam üzerine biner binmez yeniden çöktü ve Belam eşeği
yine dövdü. Bunun üzerine Allah Teala’nın izniyle dile gelen merkep şöyle dedi:
”Ey Belam, acırım sana, nereye gidiyorsun? Beni gitmekten engelleyen önümdeki
şu melekleri görmüyor musun? Ben bu haldeyken senin Allah’ın peygamberine ve
müminlere beddua etmek üzere gitmeni nasıl isteyebilirim? Bunun üzerine Belam,
merkebi serbest bırakıp yürüyerek dağa vardı ve dua etmeye başladı. Yaptığı bedduaları
Allah Teala, kendi kavminin aleyhine; yaptığı hayır duaları ise Musa (a.s.)’ın
lehine döndürüyordu. Kavmi: “Ey Belam, sen bizim kötülüğümüze, Musa’nın ise
iyiliğine dua ediyorsun.” Dediler. Belam: “Allah’a yemin ederim ki; bunları
bana Allah söyletti.” Dedi. Sonra dili, göğsüne ulaşana kadar uzadı. Bunun
üzerine Belam: “İşte şimdi hem dünyam
hem de ahiretim elden gitti. Artık onları defetmek için hile ve tuzaktan başka
bir yol kalmadı. Şimdi size, sonuç verecek bir hile söyleyeceğim. Kadınları
güzelce süsleyip kokulayın ve onları Musa’nın askerlerinin konakladıkları yere
gönderin. Kadınlara, kendileriyle aşk yapmak isteyen erkeklere mani
olmamalarını emredin. Eğer Musa’nın askerlerinden biri zina ederse, onların
perişan olmalarına yeter.” Dedi. Belam’ın teklif ettiği hileyi aynen yaptılar.
Kadınlar kışlaya girince onlardan biri, İsrailoğulları’nın önde gelenlerinden
bir adamla karşılaştı. Adam ona doğru yöneldi ve güzelliği pek hoşuna gidince
elini tuttu. Sonra kadını Musa (a.s.)’ın yanına getirip ona: “Sanırım ki sen,
bunun haram olduğunu söyleyeceksin.” Dedi. Musa (a.s.): “Evet, o sana haramdır.
Sakın ona yaklaşma.” Buyurdu. Adam, bu konuda Musa’ya itaat etmeyeceğini
söyledikten sonra kadını gizli bir yere alarak onunla zina etti. Bunun üzerine
Allah Teala, İsrailoğulları’na taunu (vebayı) gönderdi. İsrailoğulları içinde,
Musa (a.s.)’ın dava arkadaşı Elazar oğlu Pinehas isminde bir adam vardı. Gayet
iri yapılı ve kuvvetliydi. O; adam kadınla yaptığı işi yaptığı sırada başka bir
yerdeydi. Geldiğinde İsrailoğulları arasında veba kol geziyordu. Olanlar
kendisine haber verilince her tarafı demirden olan mızrağını alıp onların
oldukları yere girdi. Zina eden adamla kadını sarmaş dolaş yatar halde buldu.
İkisini de şişleyip mızrağına geçirdi. Sonra onları kaldırıp mızrağıyla
yüklenerek dışarı çıkardı. Şöyle demeye başladı: “Allah’ım, sana isyan edenlere
işte biz böyle yaparız.” O zaman İsrailoğulları’ndan veba kaldırıldı. Sonra
Musa (a.s.) ve hizmetçisi Yuşa b. Nun, Belam’ın bulunduğu bölgenin halkıyla
savaştı ve onları mağlup ettiler. Bazılarını öldürüp, bir kısmını da esir
ettiler. Belam da esirler arasındaydı, o da öldürüldü. Onun kabul ettiği birçok
hediyeyi getirdiler ve ganimet olarak aldılar.
Mektubumun gelişme bölümünde neden bu kıssayı paylaştığımı
ve günümüzle nasıl benzerlikler gösterdiğini paylaşmak isterim. Her dönem
olduğu gibi günümüzde de en büyük zaaflarımız dünya sevgisi ile beraber hesap
gününün unutulmasıyla başlıyor. Yalan dünyaya duyduğumuz bu sevgi kimimizi
mevki-makam-koltuk sevdasıyla, kimimizi mal-mülk-para hırsıyla, kimimizi
ihtiras-aşk-tutku sarmalıyla, kimimizi ise ego-güç-bencillik körlüğüyle esir
ediyor. Bu hastalıklı ruh hallerine
büründüğümüzü fark etmediğimiz gibi, hastalığı kabul etmediğimiz sürece tedavi
de olamıyoruz. Sağlıklı doğan bir çok islam aliminin imanı; bu hastalıklar
sonrasında sakatlanıyor. Öyle ki mutasyona uğrayarak iblisten daha tehlikeli
hale dönüşüveriyorlar gözümüzün önünde. Bir Hadis-i Şerif’te şöyle
buyrulmuştur: “İlmi arttığı halde hidayeti artmayan kimsenin, ancak Allah’a
uzaklığı artar.” İşte Allah’a uzaklığı artan böyle sahtekar hocalar, ilim gibi
büyük bir nimetin hakkını veremediklerinden onu heba ediyorlar, dünyevi
çıkarlarına alet ederek, farklı kılıflar uydurarak dini tahrip ediyorlar. Öyle
ki; Allah’ın haram kıldığı şeyleri bile “amacımıza ulaşana dek her şey mubahtır”
diyerek meşrulaştıracak kadar densizleşebiliyorlar. Kendi ürettikleri
argümanlar bir yana, aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. Kendi Müslüman
ülkesinin Müslüman liderine aleni bir savaş açtığı halde, vur kaç taktiği
uygulayıp mağduru oynayan bu güruhun zamanla inandırıcılığını kaybedeceği kaçınılmaz
bir sonuçtur. Belki anlaşma imzaladığı ülkeler dünyanın ekonomisini elinde
tutmaktadır, belki ajanlık faaliyetleriyle bilgi sızdırdığı yerler ellerindeki
güçle onları koruyup kollayacaklarına söz vermişlerdir; ancak burada unutulan Allah’ın
kudretidir. Allah’a inancı tam olan, kendinden emin olan hiçbir Müslüman böyle
insanlardan korkmaz, çekinmez. Çünkü bütün tuzakların üzerinde Allah’ın tuzağı
vardır. Allah mazlum gibi görünen zalimler çığırtkanlık yaptıkça, onların tüm
sırlarını ortaya döker. Çünkü herkes kendi sır perdesini ancak ve ancak kendi
elleriyle yırtar.
Mektubumun son bölümünde size vekalet veren biri olarak
sizden isteklerimi ve beklentilerimi sıralayacağım. Öyle bir insan olun ki;
sizi hiçbir bahane, hiçbir zaaf, hiçbir kimse doğru-dosdoğru gittiğiniz Hak
yolundan ayıramasın. Eğer Allah yolundan ayrılmaz, onun emirlerine uyar ve
yasaklarından sakınırsanız; sizi hiçbir tuzak etkilemeyecek, kurulan tuzaklar
Allah’ın izniyle tuzak kuranların başına dönecektir. Ama eğer maddi veya manevi
bir tuzak önünüze geldiğinde; acaba mı? diyorsanız o vakit imanınızı gözden geçirin.
Ölümü ve kıyamet gününü düşünün. Hesap gününe samimi olarak iman eden hiçbir
Müslüman ne kendisinin ne de ailesinin boğazından haram tek bir lokma
geçiremez. Çünkü bu dünyanın tüm güzellikleri yalandır. Allah’ın bize
bahşettiği her şey Allah’ın dilemesiyledir. Bu sebeple; her vakit şükretmeliyiz.
Böl, parçala, yut gibi klişe bir fitneciliğin kol gezdiği bugünlerde; hem
davanıza hem de davanıza sadık kimselere sahip çıkın. Aksi tavırlar sergileyen,
davanızı lekelemeye çalışan kimseleri ise bünyenizden atın. Çünkü sizin davanız
öyle beyazdır ki; küçücük bir lekeyi bile kaldırmaz, belli eder. Saygılarımla…