24 Şubat 2014 Pazartesi

SAYIN VEKİLİM,


Mektubumun giriş bölümünde size Kuran’ı Kerim’de yer alan Bel’am B. Baura kıssasını hatırlatmak isterim. Zira Hz. Ali der ki; “Geçmiş ümmetlerin Kuran’da haber verilen kıssalarından ibret al. Dünyanın geçmiş olduğunu gördüğün günlerinden gelecek günleri kıyas eyle.”  İsmail Hakkı Bursevi Hazretlerinin Ruhu’l Beyan isimli tefsirinde Araf Suresinin 175.ayetinde söz konusu kıssa şöyle anlatılır. Bel’am B. Baura İsrailoğullarının abidlerinden biriydi ve Musa (a.s.)’ın fethetmek istediği şehirde oturmaktaydı. Bu şehrin halkı kafirdi. Bu adam, Allah’ın ism-i a’zamını biliyordu. Bu sebeple o şehrin kralı adamdan ism-i azam ile Musa (a.s.)’a beddua etmesini ve böylece onun şehri ele geçirmekten vazgeçmesini sağlamasını istedi. Adam: “Musa’nın ve benim dinim aynıdır. İstediğin şeyi yapmam mümkün değildir. O, Allah’ın peygamberi olduğu ve yanında müminler ve melekler bulunduğu halde nasıl olur da ben ona beddua edebilirim? Ben bildiklerimi Allah’ın öğretmesiyle biliyorum. Şayet istediğini yerine getirirsem dünyamı ve ahiretimi kaybederim.”dedi. Fakat adamın peşini bırakmadılar, mal ve hediyeler ile onu aldatmaya çalıştılar. Nitekim bunda da başarılı oldular. Denildiğine göre Belam’ın çok sevdiği ve hiç kırmadığı bir hanımı vardı. Kavmi büyük hediyeler hazırlayarak hanımına takdim ettiler, o da bunları kabul etti. Bunun üzerine ona: “Gördüğün gibi başımıza bir musibet geldi. Bunun defi için Belam ile konuşsan olmaz mı? Dediler. Kadın Belam’a vararak “Bu insanların senin üzerinde komşuluk ve diğer hakları var. Senin gibi birine, zorluk ve musibet anında komşularını böyle çaresiz bırakmak yakışmaz. Üstelik onlar sana iyilik de ederlerdi. Dolayısıyla onların yaptıklarına güzel bir karşılık vermen ve isteklerine önem vermen uygun düşer.” Dedi. Belam söyle cevap verdi: “Eğer ben, Musa’nın bu şehri fethetme isteğinin, Allah’ın bir emri olduğunu bilmemiş olsaydım muhakkak kavmimin isteklerini yerine getirirdim.” Fakat hanımı, onu fikrinden caydırmak için teşebbüslerine devam etti ve sonunda muvaffak oldu. Belam eski düşüncesinden vazgeçerek kendine ait bir merkebe bindi ve Musa (a.s.)’a beddua etmek üzere yakındaki dağa yöneldi. Birkaç adım yürüdükten sonra merkep çöktü. Belam, merkebi öldüresiye dövdü. Sonra merkep tekrar ayağa kalktı. Belam üzerine biner binmez yeniden çöktü ve Belam eşeği yine dövdü. Bunun üzerine Allah Teala’nın izniyle dile gelen merkep şöyle dedi: ”Ey Belam, acırım sana, nereye gidiyorsun? Beni gitmekten engelleyen önümdeki şu melekleri görmüyor musun? Ben bu haldeyken senin Allah’ın peygamberine ve müminlere beddua etmek üzere gitmeni nasıl isteyebilirim? Bunun üzerine Belam, merkebi serbest bırakıp yürüyerek dağa vardı ve dua etmeye başladı. Yaptığı bedduaları Allah Teala, kendi kavminin aleyhine; yaptığı hayır duaları ise Musa (a.s.)’ın lehine döndürüyordu. Kavmi: “Ey Belam, sen bizim kötülüğümüze, Musa’nın ise iyiliğine dua ediyorsun.” Dediler. Belam: “Allah’a yemin ederim ki; bunları bana Allah söyletti.” Dedi. Sonra dili, göğsüne ulaşana kadar uzadı. Bunun üzerine Belam:  “İşte şimdi hem dünyam hem de ahiretim elden gitti. Artık onları defetmek için hile ve tuzaktan başka bir yol kalmadı. Şimdi size, sonuç verecek bir hile söyleyeceğim. Kadınları güzelce süsleyip kokulayın ve onları Musa’nın askerlerinin konakladıkları yere gönderin. Kadınlara, kendileriyle aşk yapmak isteyen erkeklere mani olmamalarını emredin. Eğer Musa’nın askerlerinden biri zina ederse, onların perişan olmalarına yeter.” Dedi. Belam’ın teklif ettiği hileyi aynen yaptılar. Kadınlar kışlaya girince onlardan biri, İsrailoğulları’nın önde gelenlerinden bir adamla karşılaştı. Adam ona doğru yöneldi ve güzelliği pek hoşuna gidince elini tuttu. Sonra kadını Musa (a.s.)’ın yanına getirip ona: “Sanırım ki sen, bunun haram olduğunu söyleyeceksin.” Dedi. Musa (a.s.): “Evet, o sana haramdır. Sakın ona yaklaşma.” Buyurdu. Adam, bu konuda Musa’ya itaat etmeyeceğini söyledikten sonra kadını gizli bir yere alarak onunla zina etti. Bunun üzerine Allah Teala, İsrailoğulları’na taunu (vebayı) gönderdi. İsrailoğulları içinde, Musa (a.s.)’ın dava arkadaşı Elazar oğlu Pinehas isminde bir adam vardı. Gayet iri yapılı ve kuvvetliydi. O; adam kadınla yaptığı işi yaptığı sırada başka bir yerdeydi. Geldiğinde İsrailoğulları arasında veba kol geziyordu. Olanlar kendisine haber verilince her tarafı demirden olan mızrağını alıp onların oldukları yere girdi. Zina eden adamla kadını sarmaş dolaş yatar halde buldu. İkisini de şişleyip mızrağına geçirdi. Sonra onları kaldırıp mızrağıyla yüklenerek dışarı çıkardı. Şöyle demeye başladı: “Allah’ım, sana isyan edenlere işte biz böyle yaparız.” O zaman İsrailoğulları’ndan veba kaldırıldı. Sonra Musa (a.s.) ve hizmetçisi Yuşa b. Nun, Belam’ın bulunduğu bölgenin halkıyla savaştı ve onları mağlup ettiler. Bazılarını öldürüp, bir kısmını da esir ettiler. Belam da esirler arasındaydı, o da öldürüldü. Onun kabul ettiği birçok hediyeyi getirdiler ve ganimet olarak aldılar.

Mektubumun gelişme bölümünde neden bu kıssayı paylaştığımı ve günümüzle nasıl benzerlikler gösterdiğini paylaşmak isterim. Her dönem olduğu gibi günümüzde de en büyük zaaflarımız dünya sevgisi ile beraber hesap gününün unutulmasıyla başlıyor. Yalan dünyaya duyduğumuz bu sevgi kimimizi mevki-makam-koltuk sevdasıyla, kimimizi mal-mülk-para hırsıyla, kimimizi ihtiras-aşk-tutku sarmalıyla, kimimizi ise ego-güç-bencillik körlüğüyle esir ediyor.  Bu hastalıklı ruh hallerine büründüğümüzü fark etmediğimiz gibi, hastalığı kabul etmediğimiz sürece tedavi de olamıyoruz. Sağlıklı doğan bir çok islam aliminin imanı; bu hastalıklar sonrasında sakatlanıyor. Öyle ki mutasyona uğrayarak iblisten daha tehlikeli hale dönüşüveriyorlar gözümüzün önünde. Bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur: “İlmi arttığı halde hidayeti artmayan kimsenin, ancak Allah’a uzaklığı artar.” İşte Allah’a uzaklığı artan böyle sahtekar hocalar, ilim gibi büyük bir nimetin hakkını veremediklerinden onu heba ediyorlar, dünyevi çıkarlarına alet ederek, farklı kılıflar uydurarak dini tahrip ediyorlar. Öyle ki; Allah’ın haram kıldığı şeyleri bile “amacımıza ulaşana dek her şey mubahtır” diyerek meşrulaştıracak kadar densizleşebiliyorlar. Kendi ürettikleri argümanlar bir yana, aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. Kendi Müslüman ülkesinin Müslüman liderine aleni bir savaş açtığı halde, vur kaç taktiği uygulayıp mağduru oynayan bu güruhun zamanla inandırıcılığını kaybedeceği kaçınılmaz bir sonuçtur. Belki anlaşma imzaladığı ülkeler dünyanın ekonomisini elinde tutmaktadır, belki ajanlık faaliyetleriyle bilgi sızdırdığı yerler ellerindeki güçle onları koruyup kollayacaklarına söz vermişlerdir; ancak burada unutulan Allah’ın kudretidir. Allah’a inancı tam olan, kendinden emin olan hiçbir Müslüman böyle insanlardan korkmaz, çekinmez. Çünkü bütün tuzakların üzerinde Allah’ın tuzağı vardır. Allah mazlum gibi görünen zalimler çığırtkanlık yaptıkça, onların tüm sırlarını ortaya döker. Çünkü herkes kendi sır perdesini ancak ve ancak kendi elleriyle yırtar.

Mektubumun son bölümünde size vekalet veren biri olarak sizden isteklerimi ve beklentilerimi sıralayacağım. Öyle bir insan olun ki; sizi hiçbir bahane, hiçbir zaaf, hiçbir kimse doğru-dosdoğru gittiğiniz Hak yolundan ayıramasın. Eğer Allah yolundan ayrılmaz, onun emirlerine uyar ve yasaklarından sakınırsanız; sizi hiçbir tuzak etkilemeyecek, kurulan tuzaklar Allah’ın izniyle tuzak kuranların başına dönecektir. Ama eğer maddi veya manevi bir tuzak önünüze geldiğinde; acaba mı? diyorsanız o vakit imanınızı gözden geçirin. Ölümü ve kıyamet gününü düşünün. Hesap gününe samimi olarak iman eden hiçbir Müslüman ne kendisinin ne de ailesinin boğazından haram tek bir lokma geçiremez. Çünkü bu dünyanın tüm güzellikleri yalandır. Allah’ın bize bahşettiği her şey Allah’ın dilemesiyledir. Bu sebeple; her vakit şükretmeliyiz. Böl, parçala, yut gibi klişe bir fitneciliğin kol gezdiği bugünlerde; hem davanıza hem de davanıza sadık kimselere sahip çıkın. Aksi tavırlar sergileyen, davanızı lekelemeye çalışan kimseleri ise bünyenizden atın. Çünkü sizin davanız öyle beyazdır ki; küçücük bir lekeyi bile kaldırmaz, belli eder.  Saygılarımla…