Adam yine yorgun uyandı. Her zamanki gibi önce lavaboya gidip, yüzünü
yıkadı. Güneş banyonun yarı aralık penceresinden içeri süzülüyordu. Niye
uyuyordu ki zaten, her geçen gün artan bir yoğunlukla uyanıyordu. Her sabah
mutlak bir kesinlikle çalan saate tahammül edemiyordu. Alarmı susturup
yüzünü yıkamaya gitti. Sonra su ısıtıcıyı suyla doldurdu ve elektriğe taktı.
Televizyonu açtı. Her zamanki gibi televizyona hiç bakmadan mutfağa
gitti. Buzdolabından masaya bir kaç parça kahvaltılık malzeme taşıdı. Kupasına
koyduğu sallama poşet çayın üzerine sıcak suyu döküp, ekmek poşetiyle
beraber masaya geçti. Yüzündeki belli belirsiz sersem ifade ve bu her gün
tekrarladığı hem otonom hem
de otomatik hareketler ile; yediklerinin tadını fark etmeden,
televizyondan gelen sesleri
anlamlandırmadan kahvaltısını bitirdi. Kahvaltı boyunca
gözlerini diktiği duvardan ayrıldı ve bugün giymek için hazırladığı
takım elbisesini almak için içerideki odaya geçti. Giyindi, hazırlandı. Artık
servise binmek için hazırdı. Televizyonu kapattı. Kapıyı her zamanki gibi iki
kere kilitledi. Servis tam saatinde geldi. En öndeki boş koltuğa oturdu. Yüksek
sesle herkese "Günaydın" dedi. Uyuklayanlar dışındakilerden yanıt
gecikmedi. İşte böylece başladı adamın bir iş günü daha.
Adam yaklaşık 10 yıldır aynı şirkette çalışıyordu. Bu süre zarfında insanlar
değişmiş, bilgisayarlar değişmiş, rakamlar değişmiş ama o hiç değişmemişti. O
hem şirketin hem de kendi evinin demirbaşıydı. İşe gelir, tüm gün aynı
işlemleri yapar. Akşam eve döner, yemek yer, biraz televizyon izledikten sonra
yatar uyurdu. Hayatı istikrarlı bir tekrardan ibaretti. Tıpkı; şirkette değişen
insanların aslında yalnızca isimlerinin değişmesi gibi, yapılan işlerin
değişmeyip yalnızca onu daha hızlı yapabilen bilgisayarların getirilmesi gibi.
Adam yerine oturdu. Ceketini askılığına astıktan sonra bilgisayarını açtı.
Şöyle bir maillerine göz attı. Saatine baktı. İşe yeni başlayan müdürle
toplantı yapılacaktı. Eline karalamak için aldığı göstermelik defter
ve kalemiyle toplantı odasına yöneldi. Kapıyı açtı. Toplantı için yerini
alanlar sıralamasında ilk üçe girmeyi başarmıştı. Müdürün oturacağı
koltuğun hemen sağını bazen yalaka, bazen dalkavuk, bazen köstebek kişiliği
sayesinde müdürlerin sevmese de yanlarından ayırmadığı Gökhan Bey
almıştı. Kendisi yaptığı işte çok iyi olmasa da ispiyon, dedikodu,
çalışanların zayıflıklarının ve eksikliklerinin tespiti gibi konularda oldukça
uzmanlaşmıştı. Gözlemlerini ve edindiği bilgileri yöneticileriyle kapalı
kapılar ardında her daim cömertçe paylaşmıştı. Bu sayede bir çok
gezi,eğitim vb. organizasyonlarda mütemadiyen ismi geçerdi. Hemen karşısında,
yeni müdürün koltuğunun sol yanında; hayat felsefesi "Başarmak için
her şeyi yaparım" olan Necla Hanım oturuyordu. Necla Hanım o kadar hırslı
bir yapıya sahipti ki; Gökhan Bey'in müdürün sağında oturması bile onu rahatsız
etmişti. Toplantı odasına ilk giren o olmalıydı. Her şey
onun hakkıydı çünkü sürekli çalışan, araştıran, kendini geliştiren ve
ayrıca kendi işlerinin yanında ona yüklenen bütün angarya işlerin altından
kalkabilen bir tek kendisiydi. Bütün projelerde yer almalı, her katıldığı
yarışı kazanmalı, tüm övgü ve ilgi onun üzerinde olmalıydı.
Adam her ikisinin meraklı bakışları arasında gözleriyle selamlaştıktan sonra,
müdüre uzak ama kapıya yakın bir çalışma koltuğuna oturdu. Necla Hanım
dayanamadı:
- "Kaçta geldiniz Gökhan Bey? Toplantıya daha yarım saat var." dedi.
Gökhan Bey:
-Müdür Bey'le görüştüğümüz bazı konular vardı. Onları not almıştım. Gözden
geçirmek için erken geldim. Malum telefonlar susmuyor. Burası sessiz.
Necla Hanım hınzır bir gülüşle:
- "Gökhan Bey, Müdür Bey daha yeni geldi. Dün bir, bugün iki. Ne konuştunuz
acaba?" dedi. Cümleyi bitirir bitirmez de adama döndü. Muhtemelen
yüzündeki sinsi gülümsemeye karşılık bekliyordu. Adam önündeki açık defterden
başını hiç kaldırmadan karalamaya devam etti. Böylelikle iki ezeli rakip
arasındaki yıldız savaşlarında tarafsızlığını ilan etmiş oldu.
Yaklaşık beş dakikalık sessizlik kapı sesi ile bozuldu.
İçeriye esprileriyle ofisin neşesi olan Tankut Bey girdi. Tam bir satışçı
olan Tankut Bey; babacan ve sempatik tavırlarıyla pek sevilen biriydi.
Yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle:
- "Ooo, herkes burada. Naber Necla Hanım? Gökhan Bey, uğradım masa boştu.
Şimşek çaktı hemen, hatırladım toplantı olduğunu. Necla Hanım, kaçtaydı yahu?
Hazır şirket dışında değilken katılayım dedim. Toplantınızı iyi saate organize
ettirmişsiniz. Malum sekreter yeni başladı. Bizlerden, iş programımızdan bir
haber. Siz olmasanız napardık? dedi.
Necla Hanım:
- "Vakit var daha. Teşekkür ederim. Aslında benim işim değil ama herkese
yardımcı olmaya çalışıyorum. Ekip çalışması çok önemli. Başkası işini doğru
yapmadı mı sizinki de aksıyor." dedi.
Tankut Bey'in sonraki hamlesi bilerek koluyla adamın dirseğine
çarpmak oldu ve gayri ihtiyari olarak adamın önündeki açık sayfanın tamamı
çizildi. Adam bu şakaya yalnızca kısa süreli
bir tebessümle karşılık verdi ve diğer sayfayı çevirdi.
Muzurlukları bununla da bitirmeyen Tankut Bey, bu kez de Gökhan Bey'e döndü ve:
- "Eeee, sen görüştün yeni müdürle. Nasıl bir tip? Var ya sağ kolu
olmuşsun şimdiden. Eğitimlerde, gezilerde beni de gör. Kambersiz düğün olmaz.
Gezelim görelim." dedi.
Gökhan Bey:
- "Tankut bazen şakanın dozunu kaçırıyorsun." dedi ve astı yüzünü.
Tankut Bey:
- "Tamam arkadaşlar, anladım. Hepiniz toplantı moduna girmişsiniz. Daha
fazla sulandırmayacağım." dedi ve sessizliğe katıldı.
Sessizlik uzun sürmedi. Melike ve Yasemin girdi odaya. Melike ve
Yasemin sırt sırta vermiş, bu sayede şirkette dönen entrikalardan
arkalarını kollamayı başarmış iki kadındı. Dost oldukları kesinlikle
söylenemezdi. Onlar için en uygun tanım stratejik işbirliği içerisindeki
iki anne olabilirdi. Birbirlerini şirket içi dedikodulardan anında haberdar
ederler, gerekli yerlerde birbirlerini idare ederlerdi. Genç olan Melike'ydi.
Melike'nin iki yaşına yeni basmış bir kızı vardı. Çocuğunu büyütmesi onun
için son derece zorlu bir süreçti. Eşinin annesi yoktu ve kendi annesi çocuğa
bakmayı pek de istemiyordu. Dışarıda ise çocuk bakıcısı olabilecek
güvenilir insanlar bulmak oldukça zordu. Birçok bakıcı değiştirmeleri
artık kızının psikolojisini de olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Ayrıca
kocası süresiz olarak izne ayrılmış, bu da yetmiyormuş gibi babası
rahatsızlanmış ve hastanede yatıyordu. Ancak bunlar şirket için bir anlam ifade
etmiyordu. O çalışan bir anne olarak yaşadığı onca sıkıntı ve sorunu şirketin
kapısından içeri girer girmez dışarıda bırakmalıydı. Çünkü şirkete
göre insan yalnızca enerjik, güçlü ve neşeli görünmeli, kan kusup
kızılcık şerbeti içmeli, elbette sürekli potansiyelinin %100'ü
ile çalışmalı, çalışmalı ve çalışmalıydı. Melike ve Yasemin
birbirleriyle çocukları ve eşleri ile ilgili de konuşurlar; bir
anda iş arkadaşlığının dışına taşıp birbirlerinin sırdaşı, psikologu
oluverirlerdi.
Melike bugün gayet neşeli görünüyordu. Ancak Yasemin yorgunluğunu gözünün altına
sürdüğü kapatıcılarla bile gizleyememiş, üzerine birbiriyle uyumsuz
bir gömlek-etek geçirmiş, saçlarını ancak dağınık bir topuz
yapabilmişti. İçeri girer girmez önce yan yana oturacakları yeri belirlediler.
İçeridekilerle kısa kısa selamlaştılar. Sonra sanki uzun süredir
görüşmüyorlarmış gibi başladılar sohbet etmeye.
Adam Yasemin'e uzun uzun baktı. Yasemin de kendisi gibi şirketteki en
eskilerden biriydi. Adam bir zamanlar Yasemin'den hoşlanmıştı. O zamanlar
Yasemin çok alımlı, narin, bakımlı bir kızdı. Şimdi ise karşısında evlenip
çoluk çocuğa karışmış, kendini bırakmış, kilolu, bakımsız bir kadın duruyordu.
Kadının o eski sofistike, entel havası dağılmış; yerini sürekli dedikodu yapıp
şen kahkahalar atan Adile Naşit almıştı. Hala kızken giydiği hırkayı giyiyor,
önü kapanmayan hırkanın boyu aldığı yeni kilolarla beraber her geçen gün yukarı
çıkıyordu. Adam birden "İyiki onunla evlenmedim." diye düşündü. Düşündü
düşünmesine ama bu, hayatta yalnız ve mutsuz olduğu gerçeğini değiştirmedi.
Boğazına düğümlendi yalnızlığı. Masadaki bir bardak suyu içti, yutkundu.
Kapı tekrar açıldı. İçeriye bu kez şirkette evlilik çağına gelmiş tüm kızların
hayalini süsleyen; genç, yakışıklı, zengin, bekar mühendis Bekir Bey girdi.
Bekir Bey yaktığı canlar ve verdiği ümitlerle tanınırdı. Her ne kadar evlenecek
kız kalmadı söylemini sürdürse de; kendi yaklaşımı da genelde eğlenmeye
yönelikti. Böylelikle karşılıklılık esasına göre aradığını bulmaktaydı. Önce
adamla göz temasıyla selamlaştı. Havalı ve kendinden emin tavırlarla yaptığı
hızlı girişin ardından adamın yanındaki boş sandalyeye oturdu. Adamla aynı
birimde beraber çalışıyorlardı. Adamın kişiliğine ve tecrübesine son derece saygı
duyuyor, her yaptığı işte onun fikirlerine başvuruyordu. Saha ziyaretlerinde peşinden ayrılmıyor, bu çok az konuşan adamı izleyerek öğrenebildiği
kadar çok şey öğrenmeye çalışıyordu.
İşte yeni sekreter Nesrin Hanım girdi içeriye. Nesrin Hanım işe yeni başladığı
için bir hayli temkinliydi. Bu aşamada insanları gözlemlemesi gerektiğini
biliyor; herkese karşı güleryüzlü ve candan tavırlar sergiliyordu. Önce
çözmeli, sonra ele geçirmeli, sonra da yönetmeliydi. Bir süre kapıda dikildi
ve:
- "Çay içmek isteyen var mı arkadaşlar? Müdürümüz 10-15 dakika gecikecek.
Misafiri henüz yanından ayrılmadı." dedi. Toplantı odasında bir homurdanma
başladı.
Nesrin Hanım'ın hemen arkasından yeni müdürle beraber işe alınan Nergiz Hanım
içeri girdi. Nergiz Hanım; soğuk, despot görünümünün yanında ayrıca
bakışlarıyla da insanları ezen bir kişilikti. Kimseye müdanasının olmaması
şirkette torpilliyim havası estiriyordu. Henüz kimse ona yanaşmaya ve sohbet
etmeye cesaret edememiş, hatta pek de istekli olmamıştı. Şirkettekiler şimdilik
arkasından konuşup, dedikodusunu yapmakla yetiniyorlardı.
Kapı tekrar açıldığında içeriye Selim Bey girdi. Kendisi en konuşkan, en
güleryüzlü, en ilgili; aynı zamanda en ikiyüzlü, en acımasız, en etkisiz
birimlerden biri olan İnsan Kaynakları birimi yöneticisiydi. Bu zıttıyla doğan
özellikleri hem işlerinin doğası gereğiydi, hem de işlerini doğru dürüst
yapmalarının önündeki bir dizi üst düzey kararlardan kaynaklanıyordu.
Onlarda diğer birimler gibi sürekli değişen koşullara, üst düzeyden gelen
taleplere göre konum, davranış ve uygulama değiştiriyor; bu dansı yaparken de
dengede kalmaya çalışıyorlardı. Bazen işlerini yapmaktan çok söyleneni
uygulayan taraf oluyorlar; bazense ağızlarını sıkı tutmamaları ve insanları
tek taraflı dinleyerek hüküm vermeleri yüzünden zor duruma düşüyorlardı.
Selim Bey gülümseyip, herkesle selamlaştıktan sonra kadim dostu Gökhan Bey'in
yanına oturdu. Gökhan Bey onun personelle ilgili veri bankasıydı. İşin aslını
astarını bir de ondan öğrenirdi. İkisi de kısık gözler ve seslerle başladılar
sohbete.
Kapıdan içeri Derin Hanım girdi. Derin Hanım Yasemin Hanım'ın gençlik
halini andırıyordu. Çıtı pıtı ve sofistikeydi. Yurtdışındaki bir fuar
gezisine firmayı temsilen katılmış, uçaktan sabah inmiş, toplantı için ancak gelebilmişti.
Neyse ki bu onbeş dakikalık gecikme müdürün gecikmesiyle beraber toplantı
saatine denk gelmişti. Toplantı odasına son derece keyifsiz girdi. Bekir
Bey'le yaşadıkları beş aylık ilişki girişimi hüsranla sonuçlanmış ve Derin
Hanım için toplantılar Bekir Bey'le karşılaştıkları azap dolu
anlara dönüşmüştü. İşyerinden hiç kimseyle çıkmama prensibini Bekir Bey'e
duyduğu aşk yüzünden yok sayan Derin Hanım; şimdi onu her gördüğünde son
yaşadıkları tartışmalardan, ilk buluşmalarına kadar geçirdikleri her anın
zihnindeki filmini izlemek zorunda kalıyordu. Bu aşk, nefret, heyecan, kavga,
kıskançlık dolu filmi tekrar tekrar izlemek onu bir hayli yıpratıyordu. Bekir
Bey'in her karşılaşmalarında takındığı umursamaz tavırlar ve yeni sevgilisiyle
ilgili şirkette uçuşan haberlerde onu ayrıca sinir ediyordu. Yaşam koçunun ona
öğütlediği gibi; "Neticede bu sadece bir toplantı. Ayrı birimlerdeyiz.
Toplantı sonunda onu görmek zorunda kalmayacağım." dedi içinden. Sonrada
çaresiz Bekir Bey'in tam yanındaki son boş kalan koltuğa oturdu. Böylece iki
eski sevgili arasında " İki Yabancı" konulu tiyatro oyunu başlamış
oldu.
Nihayet yeni müdür Cihan Bey içeri girdi. Takım elbisesi kaliteli ve ünlü
bir markaya aitti. Takımı renk uyumunu da gözeterek seçtiği şık bir gömlek
ve kravatla tamamlamıştı. Sanki moda dergisinden fırlamış gibi görünüyordu. Hoş
ve hafif parfüm kokusu içeriye yayıldı. Tırnakları manikürlü, saçı arkaya
taranmış ve tüm gün bozulmasını engelleyecek şekilde şekillendiriciyle
sabitlenmişti. Bakışları keskin, duruşu kendinden emindi. Herkesi dikkatle tek
tek süzdükten sonra:
- "Arkadaşlar öncelikle çoğunuzla henüz tanışma fırsatım olmadı. hem
sizlerle tanışmak, hem de yeni organizasyon yapımız hakkında sizleri
bilgilendirmek istedim." dedi.
Sonrasında ayakta dikilip özgeçmişini anlatmaya, yani
kendisini süslü iş jargonuyla methetmeye, başladı. Anlatırken ve anlattıkça
devleşti. Bu uzun ve büyüleyici konuşmanın özünde her şeyin en iyisini ve en
doğrusunu ben bilirim çünkü ben bunları eğitimle öğrendim, iş hayatımda da
uyguladım diyordu. Kısacası "BEN" diyordu. Tam anlamıyla bir narsistti. Bu monolog konuşmanın
sonunda sürenin çok az kaldığını hatırlattı ve katılımcıların kendilerini
kısaca tanıtmalarını istedi. Herkes tanıttı ve sıra en son adama geldi. Ahıda
vahıda bu şirketle yaşlanmış olan adam tam konuşacaktı, Cihan Bey araya girdi:
- "Herkes buradayken sizi bir konuda bilgilendirmek isterim. Önceki
meslektaşımla yaptığımız değerlendirme sonucunda, bundan sonraki
süreçte sizin de buradaki diğer arkadaşlarınız gibi ara yönetici
pozisyonunda görevinize devam edeceğinizi bildirmek isterim. Terfi ettiniz.
Tebrik ederim." dedi.
Onca yıl boyunca etliye sütlüye karışmamanın, dedikodu yapmamanın, yalnızca
işini yapıp evine dönmenin mükafatını almıştı. Üstelik bu unvan için kimseye
yalakalık yapmamış, kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmamış ve her şeyden
önemlisi kendi kişiliğinden taviz vermemişti. Bu haber adam da dahil olmak
üzere kimsenin beklemediği bir haberdi. Herkes bir beklenti içine girdi.
"Diğer boş koltuklar ne olacak?" diye düşündüler. Adamsa daha önce
hiç gülümsememiş gibi gülümsedi.
"Fakir Edebiyatı" yapıyoruz. Kendimiz gibi bilgi, ilgi, sevgi, sezgi fakirleri için... Bize egosunu yenen gelsin. Toplumdaki yaralardan kopup, kabuğunda yaşayan entelleri severek okusak da; içimizde başını taşa koyup uyuyan bir sokak çocuğu var.
19 Eylül 2012 Çarşamba
DUA
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ım öncelikle kendimi; daha sonra tüm canlıları ve kainatı sevmemi sağla. Beni güzel ve yüksek ahlakla taçlandır. Bu tacı bir ömür boyu her an başımda taşımayı nasip et. Bütün isteklerimin ve dileklerimin gerçekleşebilmesi için bana gerekli azim ve kararlılığı nasip et. Bütün istek ve dileklerimi saf ve iyi niyetlere bağlamamı sağla. Bu bağı öyle kuvvetlendir ki; hiç bir karamsarlık, hiç bir inat ve hiç bir hayırsız sebep niyetimin önüne geçemesin.
Allah'ım beni hatalarımın gölgesinde değil, ışığında olan bir geleceğe hazırla. Geleceğimin inşasındaki her bir taşı sabırla doğru yerlere yerleştirebilmem için bana güç ver, yardım et. Beni başta kendimin ve diğer insanların her türlü cahilliğinden, iftirasından, düşmanlığından, nefretinden ve hırsından koru. Olumsuz her duygu ve davranış bana ulaşamadan, bende hayat bulamadan yok olsun. Benim; öncelikle peygamber efendimizin (asm) sonrasında ailemin, komşularımın ve dostlarımın razı olacağı biri olmamı sağla. Şahsıma karşı yapılan her düşmanlığı, olumsuz eleştriyi hatta hakareti bile olgunlukla, sevgi ve sabırla karşılamamı sağla. İnsanları eleştirmeme ve yargılamama izin verme. Herkesi sevgiyle ve hoşgörüyle kabullenmemi sağla.
Kendimi geliştireceğim her çeşit ve renkteki bilgi kaynaklarını bana aç. Öğrendikçe daha çok öğrenmeyi ve zihnimin gelişmesini sağla. Öğrendiğim her bilgiden vakti gelince istifade etmemi sağla. Her ilerleme adımını çevreme değer yaratacak şekilde atmayı nasip et.
Allah'ım beni; üşengeçlik, bıkkınlık, tembellik gibi hastalıklardan koru. İçimdeki çalışma azim ve enerjisini her zaman daim kıl.
Allah'ım bana ihtiyacım kadar yemeği, ihtiyacım kadar konuşmayı, ihtiyacım kadar harcamayı nasip et. Beni her türlü aşırılıktan koru. Dilimden sadece faydalı ve gerekli kelimeler dökülebilsin.
Allah'ım bana Nur'unu (ışığını) nasip et. Bu ışık hem kalbimi hem yüzümü aydınlatsın. Beni bu ışığı karartacak her türlü durum ve davranıştan koru. Beni hem içimde, hem dışımda bir ve bütün kıl. Senin korkun dışında hiçbir korkunun yüreğime yerleşmesine izin verme. Bana duyguda, düşüncede ve davranışta her daim samimi ve dürüst olmayı nasip et. Senin herşeye gücün yeter. AMİN.
Allah'ım öncelikle kendimi; daha sonra tüm canlıları ve kainatı sevmemi sağla. Beni güzel ve yüksek ahlakla taçlandır. Bu tacı bir ömür boyu her an başımda taşımayı nasip et. Bütün isteklerimin ve dileklerimin gerçekleşebilmesi için bana gerekli azim ve kararlılığı nasip et. Bütün istek ve dileklerimi saf ve iyi niyetlere bağlamamı sağla. Bu bağı öyle kuvvetlendir ki; hiç bir karamsarlık, hiç bir inat ve hiç bir hayırsız sebep niyetimin önüne geçemesin.
Allah'ım beni hatalarımın gölgesinde değil, ışığında olan bir geleceğe hazırla. Geleceğimin inşasındaki her bir taşı sabırla doğru yerlere yerleştirebilmem için bana güç ver, yardım et. Beni başta kendimin ve diğer insanların her türlü cahilliğinden, iftirasından, düşmanlığından, nefretinden ve hırsından koru. Olumsuz her duygu ve davranış bana ulaşamadan, bende hayat bulamadan yok olsun. Benim; öncelikle peygamber efendimizin (asm) sonrasında ailemin, komşularımın ve dostlarımın razı olacağı biri olmamı sağla. Şahsıma karşı yapılan her düşmanlığı, olumsuz eleştriyi hatta hakareti bile olgunlukla, sevgi ve sabırla karşılamamı sağla. İnsanları eleştirmeme ve yargılamama izin verme. Herkesi sevgiyle ve hoşgörüyle kabullenmemi sağla.
Kendimi geliştireceğim her çeşit ve renkteki bilgi kaynaklarını bana aç. Öğrendikçe daha çok öğrenmeyi ve zihnimin gelişmesini sağla. Öğrendiğim her bilgiden vakti gelince istifade etmemi sağla. Her ilerleme adımını çevreme değer yaratacak şekilde atmayı nasip et.
Allah'ım beni; üşengeçlik, bıkkınlık, tembellik gibi hastalıklardan koru. İçimdeki çalışma azim ve enerjisini her zaman daim kıl.
Allah'ım bana ihtiyacım kadar yemeği, ihtiyacım kadar konuşmayı, ihtiyacım kadar harcamayı nasip et. Beni her türlü aşırılıktan koru. Dilimden sadece faydalı ve gerekli kelimeler dökülebilsin.
Allah'ım bana Nur'unu (ışığını) nasip et. Bu ışık hem kalbimi hem yüzümü aydınlatsın. Beni bu ışığı karartacak her türlü durum ve davranıştan koru. Beni hem içimde, hem dışımda bir ve bütün kıl. Senin korkun dışında hiçbir korkunun yüreğime yerleşmesine izin verme. Bana duyguda, düşüncede ve davranışta her daim samimi ve dürüst olmayı nasip et. Senin herşeye gücün yeter. AMİN.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)