DOĞRU SÖYLEYENİ DOKUZ KÖYDEN KOVARLARMIŞ,BU ONUNCU KÖY,YOLCULUĞA DEVAM…
Seni eline ilk alan Coco Chanel’in efsanesi ve hayatını okuyacağını sanmaz mı? Halbuki sen bir kitap değil, sadece bir deftersin. Sayfaların boş ve yalnız kalmamalı. Bu varoluş amacını tamamlamaman olur. Bir ismin olmasa bile bir hikayen olsun. İçin ruhla dolsun. Biri bir şey yazsın ki, diğeri okusun. Bazen dünyayı kurtaralım seninle, bazen susalım, bazen çok konuşalım, bazense dinlenelim, dinleyelim. Bazı cümleler yarım kalsın, bazıları ise anlaşılmaz. Çelişelim, çekişelim, kendimizi anlatalım, ıspatlamaya çalışalım, boş yere uğraşalım, bir amacımız var gibi yapalım. Yalan söyleyelim, sonra ona inanalım. Birilerinin bizi izlediğini ve okuduğunu bildiğimizden kendimiz olamayalım. Korkularımız ve kaygılarımız bizi yazamadan yatağa götürsün. Düş görelim, uyuyalım ve yine sabah olsun. Bazen entel dantel, bazen düz, sığ, sıradan. Burnumuzun dibini göremeden, basit düşünemeden geçsin hayat. Doğrularımızı sorgulayalım, şüphelenelim her şeyden ve hayat geçsin. Zamanı yakalayamadan, geriye dönemeden geçsin hayat pişmanlık ve yalnızlıkla. Karamsarlık içimizdeyken, bu çıkmaz sokaklara girdikçe, acı ve keder ve bazen sevgisizlik bizi yakaladıkça, kendimizi görelim aynada. Kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmeden bırakalım kendimizi hayata. Hayatla akalım, hayata akalım. Elimizi uzatalım, kırılsın, duygularımız kadar acımasın. Her baktığımızı görmeyelim. Anlamadan, algılamadan yaşayalım, tabi mümkünse? Kendimize zehir ettiğimiz hayatın, aslında merkezinde olduğumuzu sanalım. Oysa kimin umurunda? Dünle bugünümüzü zehir edelim, bugünü yaşayamadan yarın olsun. Kendimize yaptığımız eziyet bununla sınırlı olmasın. Değiştiremediğimiz her şeyi kabul edelim, bunun adı öğrenmek olsun. İçimizdeki çocuk bizden önce ölsün. Hiç kimseyi sevmeyelim ama çok sevilmek isteyelim. Herkes bizi sevsin. Mutluluğu paraya bağlayalım. Sonra yokluğunda da, varlığında da mutlu olamayalım. Kendimizi, özgürlüğümüzü ve yeteneklerimizi sınırlayalım, engelleyelim. Bizim yerimize karar versin herkes. Damgalayalım, damgalanalım. Önyargılar ellerimizi, ayaklarımızı bağlarken, biz de nefes alabildiğimize şükredelim. Başarı sandıklarımız bizi oyalasın ama bir türlü mutlu etmesin. Kıyaslayalım, kıyaslanalım. Mesleğimizi aşık olmadan seçelim, aynen eşimiz gibi. İçimizdeki boşluk duygusu ve eksiklik hiç geçmesin ve anlam veremeyelim. Kendimizi içkiye mi vuralım, depresyon ilaçlarına mı sığınalım? Hangi madde, hangi kişi, hangi duygu saklasın bizi? Ne beklemeye, ne karşımızdakini dinlemeye tahammülümüz varken, karşımızdakinden bekleyelim her şeyi. Suçlayalım, eleştirelim, ve tekrar ve tekrar. Güzel olan şeyleri kıskanırken, ve bazen çekemezken; kötü ve olumsuz durumlardan kaçalım, kaçalım ki moralimiz bozulmasın. Bencilliğimizle birlikte içimizdeki ışık biraz daha karanlığa dönsün. İçimizdeki zehir bir türlü akmasın. Farkındalık yok olsun, hırslarımız gözümüzü kör etsin, kendimizi aynada nasıl görelim? Sahip olduğumuz onca şey bizi mutlu edemezken, çocukken mutlu olduğumuz günleri, küçük şeyleri hatırlamayalım bile. Akrabalarımıza ve dostlarımıza ayıracak hiç vaktimiz olmasın, haklı gerekçelerimizle. Ama zamanı geldiğinde onları içimizdeki buruklukla uğurlayalım son yolculuklarına, yarım kalan sözlerle. İçimizdeki tüm korkuları ve sıkıntıları gizleyerek aman güçlü duralım. Zayıflıklarımızı kimse fark etmesin. Görünmez duvarlar örelim ki, bizi kimse incitmesin. Böylece hep şikayet ettiğimiz yalnızlık hiç peşimizi bırakmasın. Öyle bir düzen kuralım ki; yeni olan ve farklı olan hiçbir şey bozmasın bunu. İçinde sürpriz olmasın, her gün aynı olsun. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayalım ya da zaten ölmüş gibi. Sevmekten ve sevgiyi belli etmekten korkalım. Yanında olmak yerine, her şeye sahip olalım ki her şey kontrolümüz altında olsun. Bu küçük oyunlarla yürütelim ilişkilerimizi. Samimiyetsizlikle ve tehlikeli oyunlarla...